Bu iki devlet adamının nereye koştuğunu anlamak için önce Can Dündar’ın bir tespitine göz atmamız gerekiyor.
Can Dündar: “Kılıçdaroğlu özgürlüğe, Erdoğan da güvenliğe koşuyor! Ama bu yarışta hep güvenlik kazanmıştır!” demiş! Tabi Dündar’ın hesaplamadığı üç nokta var:
- Kılıçdaroğlu’nun özgürlük vaadi ne kadar inandırıcı ve sahici bilinmiyor ama Kürtlere yönelik hamleleri hem yeni hem de bu halk arasında karşılığı var.
- Kılıçdaroğlu devlet kurumları tarafından ne kadar ciddiye alınıyor? Eğer ciddiye alınıyorsa, güvenlik değil ‘özgürlük’(ne kadar özgürlük tabi bilmiyoruz!) kazanacak demektir.
- Özgürlük-Güvenlik ikileminde ibre, halk için güvenlik yönünde olabilir. Ama Güvenlik-Açlık ikileminde ise, ibre mideden yana olacaktır.
Birinci noktayı ele alırsak!
Kılıçdaroğlu’nun; dokunulmazlıkların kaldırılması, tezkerelere oy verilmesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Yenikapı’da Erdoğan’ın mitinginde konuşma yapması vb. politikalardan, Tezkereye hayır diyen, Ailesi öldürülen E. Şenyaşar ve Roboski ziyaretlerine, Diyarbakır vb. Kürt illerine çıkartmalar yapan bir aşamaya sıçraması, bu gelişmeleri olumlu-olumsuz bulan milyonları dahi şaşırtıyor! Ayrıca insanların maddi yaşamlarına dokunan-etkileyen konuşmaları ve kurumlara yaptığı baskınlar sizce karşılıksız mı? Yani bu siyasi atakların toplumda bir karşılığı yok mudur? Bu hamlelerin en azından Kürtler ve yoksullaşan kesimler arasında bir karşılığı olduğu gözüküyor. Çünkü onlar, şu an kafaları suya sokulmuş boğulmak üzereler. Kılıçdaroğlu’nun bu yöndeki her hamlesi, az da olsa soluk alma gibi bir etki yaratıyor yoksullar ve Kürtlerde.
İkinci noktaya gelince!
Gördüğüm kadarıyla askeri ve sivil bürokrasiden çok büyük bir bilgi akışı olduğunu görüyoruz. Daha da önemlisi, kapılarına dayandığı kurumların onu ciddiye alması, hatta açıklama yapma ihtiyacı duymaları ve de toplumda da bu girişimlerin bir karşılığı olduğunu bize söylüyor. Daha da ilginci; ikramiyeler-öğrenci kredileri- araç almayı öteleyin açıklaması vb. birçok konuda iktidarı yönlendirip adımlar atmasını sağlayabiliyor. İktidarın onu ciddiye alması, ister istemez onun toplumda bir karşılığının olduğunu ama daha çok bürokrasi tarafından da sözü dinlenen ve izlenen biri olduğunu bize gösteriyor. Bu gerçeği halk, biz aydınlardan daha iyi görüyor. Kılıçdaroğlu’nun kişisel güvenliği ve korunmasıyla ilgili sıkı tedbirlerin, RTE’ye rağmen alındığını da söyleyebiliriz. Birileri, onu veya onun işaret ettiği kişiyi, başa getirecek gibi duruyor.
Üçüncü nokta ise;
Bu konu, aslında ülkenin sosyo-ekonomik analizleriyle kendini ortaya koyan bir gelişmeyi içeriyor. İnsanlar genel olarak gelecekle, geçimle, sevdikleriyle, ailesiyle ilgili normal düzeyde endişeleri ve güven bunalımları varsa güvenliği seçecektir. Fakat tüm bu endişeler derinleşmiş ve bıçak kemiğe dayanmışsa durum tam tersi olur. Herkes, ölümü göze aldığı ve sosyal nefret yaşadığı ekonomik bir kriz anına gelmişse, onlar artık kendilerinin değil toplumun psikolojisine göre hareket eder hale geleceklerdir. Tüm devrimlerin çıkış noktası da burasıdır. Hoş ülkemizde bir devrim durumu en azından öznel açıdan yok. Ama radikal dönüşümleri de yukarıdaki nesnel gerçekler belirliyor. Egemen ‘sol’ bunu kullanacaktır! Sevgili Dündar’ın siyasi tahlillerinde sosyo-ekonomik krizleri dikkate almadığı görünüyor.
Tüm bu gelişmeler bize bir şey söylüyor.
6 (altılı) ittifak iktidara hazırlanıyor ve bu süreci Kılıçdaroğlu yönetiyor. Peki, düne kadar diktatör dediğimiz hatta çoğu aklı evvelin şeriat getireceğini söylediği RTE, neden bu sürece yumruğunu vurup ‘hadi oradan be! Siz kim, iktidar olmak kim?’ diyemiyor! Çünkü RTE’nin iktidar olma sürecinde olduğu gibi, bugünü de ABD-İngiliz oligarkları yönetiyor da ondan. RTE da kendine göre bu gelişime karşı tedbirler planlıyor sanırım: Devlet gücüyle yasal sahtekârlık yöntemini kullanıp seçimleri almak gibi! ABD’yi, oldubittiye getirmek ve süper tavizlerle onu yatıştırmak, şimdilik RTE’nin planı sanırım.
Yukarıdaki kısa özet bize; ABD’nin sağ ve ‘Sol’ muktedirleri, ülkemizin yöneticilerini boş bırakmayacağını anlatıyor. Ecevit iktidarından dolayı çektikleri zorluklar, en azından onları daha bir kontrollü hareket etmeye zorluyor. Dolayısıyla, ben ABD ve İngiltere’nin Başkan adayının İmamoğlu olduğunu, onun tökezlemesi sonrası Kılıçdaroğlu ile flört ettiklerini ve onun RTE’ye karşı cesur çıkışlarının arkasında bu emperyalist gücün olduğunu söyleyebilirim. Emperyalizmi tahlil etmeyenlerin ve ülkemizi ABD’nin kontrolünde bir ülke olduğu gerçeğinden bir haber olanların varacağı siyasi nokta sanırım bağımsız bir ülke statüsüdür. Açıktır ki çağımızda böyle bir ülke, sistem dışı olarak sadece Küba’dır.
TEKÇİ ÜNİTER DEVLETE KARŞI ÇOKLU ÜNİTER DEVLET
ABD ve İngiltere, Kürtlerin ezici çoğunluğunun lideri Abdullah Öcalan ile taktik ayrılıklara rağmen aynı projeyi dillendirdiler bugüne kadar. RTE’de iktidara, bu projeyi hayata geçirmek için geldi. Bu proje; Türk-İslam Sentezi adı verilen ırkçı devlet aklından daha ilerde ve komünizm tehlikesine karşı daha bir güvenli onlar için. Bugün Kürtler bölgede (5 ayrı devlet içinde) devrimci dinamizmin koçbaşı. Bu halkın silahla ve zorla dize getirilmesi neredeyse imkânsız! Rusya dâhil tüm emperyalist ve komşu devletler bu halkın devrimci potansiyelini ortadan kaldırmayı planlıyorlar ve bu konuda karşılıklı iki proje çarpışıyor. Birincisi; Kürt halkını ırkçı Üniter devlet içinde eritme, asimile etme, PKK’yi de silahla ortadan kaldırma anlayışıdır. Türkiye kırmızı anayasasıyla, Suriye Baas Parti ilkeleriyle, İran şeriat yasalarıyla ve de Rusya, anti-NATO’cu saik ile bunların arkasında yer alırken, ikinci projeyi ABD ve İngiltere ve Batı ülkeleri savunuyor. Bu proje de; Kürt halkıyla anlaşıp, onları İngiltere’de ki gibi Çoklu Üniter Devlet yani özerklik içine almak fakat ayrı devlet kurmalarına imkân vermemek ve bunu yaparken de PKK’nin anlaşmalı olarak tasfiyesini gerçekleştirmek.
Evet, bölgenin ve jeopolitik Stratejinin gereği olarak bu yarışta RTE şansını kullandı ve başarılı olamadı. Ama henüz iktidardayken, son 10 yıldır dört elle sarıldığı silahla Kürtleri ortadan kaldırma projesine bağlı olarak: ZAP ve Kandil’de tam dört aydır, 'bir avuç terörist' dediği PKK’ye karşı savaş veriyor. Binlerce gencin ölmesine ve nükleer-kimyasal silahlar kullanılmasına ve de bir santim bile ilerleme olmamasına rağmen bu savaşta ısrar ediliyor. Zaten geçenlerde ABD’li bir yetkili aynen şunu söyledi: “ Türkiye silahla PKK’yı yenemez” IŞİD gibi insanlık için büyük bir tehlikeyi bertaraf eden Suriyeli Kürtleri sürekli taciz ediyor, yakıyor yıkıyor ve öldürüyor. Daha da ilginci; düne kadar demediğini bırakmadığı Esad ile Kürtler konusunda anlaşmaya çalışması: “ Al şeriatçı muhalifleri ver bana Kürtleri” demesi, RTE’nin ne kadar zor durumda olduğunu da bize anlatıyor. Bu yaptıkları ABD –İngiltere ve Batı’nın projesine uygun değil! Bu açıdan RTE, patronları tarafından görevden alınacaktır. Tabi olağanüstü gelişmeler olmazsa!
Sanırım büyük resmi yeterince çizdim! Kılıçdaroğlu iktidara yürüyor. Kürt sorununu da ABD ve İngiltere’nin planlarına göre veya ona yakın çözmek zorunda. Erdoğan ise artık iktidar olamayacağını biliyor. Bu nedenle, ABD’ye ve onun projesinin karşısına bölgedeki avantajını kullanarak karşı hamlelerde bulunuyor. Ne kadar başarılı olacak göreceğiz!
Yarış için resmi start yakında verilecek sanırım!