Oyunun kuralları değişiyor



Hayvanlar kanalında bir yayın… 
Aslanın bir zebrayı parçalayışını gösteriyor. 
Spiker şöyle anlatıyor: 

“Zavallı aslan hiçbir şey yapmadığı halde, zebra sürüsü etrafa zarar vererekkaçmaya başlıyor. Üstelik içlerinden biri iyi kalpli aslana çifte atarak, onu öldürmeyeteşebbüs ediyor.” 
Seyirci şaşkın… 
“N’oluyor ya” sorusuna aslan gülerek cevap veriyor: 
“Kanalı satın aldım.”

***

Durum, bu karikatürdekinden daha iyi özetlenemezdi. 
Vahşi aslanların saldırı haberini, parçalanan zebraların gözünden anlatan bütün kanallar kapatılıyor. 
Kapatılmayanlar da zebraların elinden alınıp aslanlara paylaştırılıyor. 
Artık izleyeceğiniz her şey, aslanın kamerasıyla çekilmiştir. 
Onun parçaladığı bizler, o kamerayı geri almadıkça, kendi sesimizi duyuracak yeni mecralar bulmadıkça, seyirci, “zavallı aslan”ın “zararlı zebra”yla savaştığını sanmaya ve aslana acımaya devam edecek.

***

Dün polisin Özgür Radyo bürosunun kapısını koçbaşıyla kırıp çalışanları saçlarından sürükleyerek gözaltına almasını, belki “muhabirlerin saçlarını zorla polisin eline tutuşturması” diye dinleyeceğiz bugün “Polis Radyosu”nda… 
İMC canlı yayındayken stüdyoyu basan polisin, çalışanlar tatil yapsın diye kanalı mühürlediğini okuyacağız, Aslan’ın gazetelerinde… 
Susturulan “Hayatın Sesi” yerine, iktidarın sesini duyacağız ekranlardan sadece…

***

Bir dönemin sonuna geldik. Farklı seslerin tamamen yasaklandığı bir sıkıyönetim rejimindeyiz artık... 
Oyunun kurallarını değiştirmek zorundayız. 
Her saldırıya uğrayan gazeteye “geçmiş olsun”a gidip her kapatılan radyonun önünde “Özgür basın susturulamaz” diye bağırmamız yetmiyor. 
Kınama mesajları, protesto yürüyüşleri kâr etmiyor. 
Tek tek mevzileri savunmak, baskıyı geriletmiyor. 
Bir askeri dehanın öğrettiği gibi “sathı müdafaa” etmenin, yasaklanan sözümüzü, sansürlenen yazımızı, kapatılan kanalımızı hep bir arada, bir büyük çatı altında nasıl sürdürebileceğimizi planlamanın vaktidir şimdi…

***

Aynı şey ülkenin geneli için de geçerli… 
Aslan, satın aldığı kanalda her gece mazlumu oynayarak her gördüğü zebraya fütursuzca saldırıyor: 
Bir gün Lozan’a, ertesi gün Cerattepe’ye, sonra okullara, belediyelere, gazetelere, derneklere, evlere… 
Sırasını bekleyen korkutulmuş, sindirilmiş kitlelere umut ve güven verecek bir birliktelik sağlamanın, hayat tarzımızı, yaşam alanımızı, hak ve özgürlüklerimizi bir arada savunmanın, bu zulme birlikte karşı koyacak geniş zemini oluşturmanın sorumluluğu bekliyor siyasi partileri, örgütleri, dernekleri…

***

Önceki gece Barış Atay’ın “Diktatör” oyununu izledim. 
Sahnede resmettiği tanıdık despot, bütün özgüveniyle, “Siz sadece şikâyetediyorsunuz” diyor ve ekliyordu: 
“Oysa beni ancak, benimkinden daha iyi bir fikir alt edebilir.” 
O fikir var bu topraklarda… 
Zaten bütün bu baskı da, o fikrin duyulmasını, yayılmasını, gerçekleşmesini engellemek için sonunda… 
O fikri duyurmanın yeni yollarını bulmak, onu mümkün olduğunca geniş kitlelere yaymak, o fikri savunanların yalnız olmadığını kanıtlamak, koçbaşıyla kapıya dayananlara bunun bedelini hatırlatmak, özgürlüğümüzü, haklarımızı, hayatlarımızı “Diktatör”den geri almak üzere harekete geçmek… 
Partilere, örgütlere, politikacılara, aydınlara, gazetecilere düşen acil sorumluluk bu…