“İnsanlık bugünlerde
gürültülü bir çaresizlik
içinde yaşıyor.”[1]
“Demokrasi ve özgürlük”lerden çokça söz eden AB (değil, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu) ülkelerinin yüzde 73’ünde grev; yüzde 54’ünde toplu pazarlık hakkı ihlâl edilirken; yüzde 41’inde de çalışanları sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkından mahrum bırakıldığını[2] duymuş muydunuz?!
Şirketlerin net satışlarını 2022’de 2021’e göre yüzde 112, net kârlarını ise yüzde 422 oranında artırdığını ve firma kârlılıklarının 14 yılın en yüksek seviyesine ulaştığını[3] da duymuş muydunuz?
Sözünü ettiğim paradoksa ilişkin olarak Zygmunt Bauman, “Modern uygarlığımızın sorunu, kendini sorgulamayı bir yana bırakmış olmasıdır,” derken Eduardo Galeano da ekliyor:
“Ama bazıları açlıktan ölüyor, bazılarıysa hazımsızlıktan. Emeğin gaspını garanti etmek için dünyada doktorlardan 25 kat fazla asker var”…
“Açlığı öldürmek yerine açları öldüren ölüm musibetinden mustarip bu dünya, bütün insanları doyurmaya fazlasıyla yetecek kadar yiyecek üretiyor”…
“Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir”…
“Dünyada açlar ile obezlerin sayısı eşit. Açlar çöplüklerden topladığı, obezler ise mcdonalds’dan aldıkları çöplerle besleniyorlar”…[4]
Bu neden böyle; veya “Gergedanlaşma” nasıl böylesine yaygınlaştı?!
Anımsayın: Hitler faşizmi Avrupa’yı işgal ettikten sonra Romen yazar Ionesco, 1958’de ‘Gergedanlar’ı yazmış, insanların Hitler yönetiminin baskıları sonucu nasıl ‘gergedanlaştığını’ gözler önüne sermişti.
Toplumların “toplum olmaktan koparılıp topluluklaştırılması”: hele hele “Gergedan” topluluğu misali baskı, saldırı ve şiddet ortamını “benimseyerek” insanlıktan çıkmalarını Ionesco çarpıcı bir biçimde sergilemişti: Baskı altında farklılıklarını ve özgürlüklerini yitirerek “robotlaşan”, “köleleşen”, “birörnekleşen” insanları anlatmak için kullandığı “Gergedan” metaforu aracılığıyla…
Onun ‘Gergedanlar’ oyununun kahramanı Bêrenger, herkesin tek bir düşüncenin peşinden gittiği yavaş yavaş “gergedanlaştığı”, totaliterliğe dönüşen bir toplumda “gergedanlaşamamanın” “insan kalmanın” trajik acılarını çekerken; son perde de onun, “İnsanım ben, insan kalacağım tek başıma olsam bile direneceğim!” haykırışıyla kapanmıştı…
Durum buyken; Adam Phillips’in, “Hayal kırıklığımız arzumuzun anahtarıdır,” uyarısına -işçi sınıfı hakikâtinden hareketle!- kulak vermekte büyük yarar var.
* * * * *
“Troçkizm-Stalinizm hattâ Leninizm bir daha geri dönmeyecek şekilde tarih sahnesinden silindiler. Tarih yap-boz tahtası olmadığı için, büyük hayalkırıklığına uğramış insanları aynı hayale inandırmak kolay değildir,”[5] diyenlerin “Hâlâ işçi sınıfı mı” (?!) itirazını duyar gibi oluyorum.
Çözümün hâlâ işçi sınıfı hakikâtine -tabii “lumpen proletarya” hariç![6]- mündemiç olduğu bilinciyle meseleyi derinliğine araştırmakta büyük yarar olduğu kanaatindeyim.
Kanımca İsa Demir’in, ‘Akışkan Emek Akışkan Ahlâk-Akışkan Modernite Çerçevesinde Çalışma Ahlâkının Dönüşümü’[7] başlıklı çalışması bu kapsamdaki bir emek…
“Çalışma ve Çalışma Ahlâkı Kavramı” (s.23); “Akışkan Modernite Kuramı” (s.39); “Çalışma ve Çalışma Ahlâkının Tarihsel Görünümü” (s.61); “Türkiye’de Çalışma İlişkileri ve Çalışma Ahlâkının Serüveni” (s.112) bölümlerinde yazar şu önemli saptamaları ardı ardına sıralıyor:
“Yaptığımız iş, bu işi bağımsız mı yoksa bir işverene bağlı olarak mı yaptığımız, ne kadar süre çalıştığımız, nerede çalıştığımız, işte kullandığımız teknolojinin yoğunluğu, işin maddi ya da maddi olmayan emeğe dayanması, işin ve işten elde edilen gelirin yaşam boyu süreceğine dair güvenceye sahip olup olmama, işin çalışmaya dair yasal haklar ve güvenceler sunup sunmaması ve ücret/maaş/yevmiye seviyesi hem işe dair duygu ve düşüncelerimizi, hem çalışmaya ahlâki bir değer atfedip etmememizi, hem de çalışma dışı yaşamın şeklini belirlemektedir.
Kapitalizm gibi bireylerin mülksüzleştirilmesi ve proleterleştirilmesine dayanan bir ekonomik formasyonda emeğin sermayenin arzuları için sorunsuz bir şekilde çalışmaya ikna edilmesi ise bir dizi stratejiyi gerekli kılmaktadır… Bu nedenle tüm maddi ve manevi hizalama araçları, ücretli emekçinin düşünce ve duygularını, kapitalistin arzu ve çıkarlarına göre biçimlendirilmeyi hedefler.” (s.7)
“Çalışmanın yüce bir değer olması, çalışmamayı tercih edenlerin ahlâken zayıf, aylak ve serseri olarak kodlanması, işletme aidiyeti, aldığı maaşı hak etmek, işe düzenli gidip gelmek, ömür boyu aynı işyerinde düzenli ve sadık bir biçimde çalışmak, işyerinde bozgunculuk yapmamak ve üretimin akışını bozacak davranışlardan kaçınmak bu ahlâki ögelerden yalnızca bir kısmıdır ve klasik kapitalizm döneminde işe koşulmaya başlanır. Neoliberalizmin gelişiyle hizalama veya uyumlulaştırma stratejileri de bireyci ve rekabetçi bir çizgiye kaymaya başlar. Esnek olmak, kendini bir işletmeye ve işe bağlamamak, yeni iş deneyimlerine açık olmak, çalışmayı bir kariyer yolculuğu olarak görmek, kendini gerçekleştirmek, kendini rekabete ve işine adamak, hayallerinin peşinden gitmek, risk almaya açık olmak, yaratıcı olmak, kendine yatırım yapmak, kendi işinin patronu olmak, girişimci bir ruha sahip olmak, istihdam edilebilirliğini artırmak ve insan olarak kendini bir sermayeye dönüştürmek daha yaygın olarak dolaşıma sokulan değerler haline gelir.” (s.8)
“Çalışma ahlâkı açısından anahtar kavram kârlılıktır.” (s.9)
“Çalışmanın kendisine ilişkin ahlâki değerler, üretim biçimine, üretim ilişkilerine, üretimde kullanılan teknolojiye ve sermaye birikim modeli gibi pek çok etkene bağlı olarak değişmektedir.” (s.13)
“Toplumlar, değer üretme fabrikaları olarak nitelenebilir; bir başka deyişle her toplum, toplumsal pratikleri ahlâki kurallar ve yaptırımlarla desteklemek zorundadır.” (s.19)
“Çalışma ve çalışma ahlâkı olgusuna daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin, söz konusu olguyu dönüştürdüğünü, buna paralel olarak da değerler dünyasının şekil aldığını görebiliriz.” (s.20-21)
Çalışma ahlâkı, insanlar niçin bir başkasının çıkarları ve arzuları için gönüllü olarak çalışır sorusu cevaplanırken üretilen değerleri ifade etmektedir.” (s.32)
“Sanayi devrimi tüm toplumu bir çalışma kampına dönüştürür. Bu toplumda çalışmak, yarın tüketeceğinden daha fazlasını üretmek, biriktirmek, elindeki zenginliği yeni yatırımlar için kullanmak, yalnızca tüketmek için değil satmak ve kâr etmek için üretmek, ekonomik olarak büyümek, duraklamamak, daha fazlasını kazanmayı istemek başat değerlerdir.” (s.36)
Söz konusu realiteyi Paul Lafargue ‘Tembellik Hakkı’nda kapitalizmi, düşünsel yozlaşmaya ve organik bozukluklara yol açması nedeniyle eleştirir. Kapitalizmin ürettiği çalışma ahlâkı, aşırı çalışmayı yücelten bir değerler kümesi sunduğu için işçinin yaşam gücünü tüketmektedir. Bu haliyle çalışma aşkı, bireysel ve toplumsal sefaletin üstünü örten bir dogmadan başka bir şey değildir.
Karl Marx için, çalışma (emek anlamında) ve çalışma ahlâkı, mütehakkimlerin artı-değer yaratma amaçlarının katalizörüdür. Emekçi, günlük emek faaliyeti içerisinde, kendisi ve ailesinin günlük tüketimi için gerekli çalışmayı gerçekleştirirken, diğer taraftan kapitalistin kârını da üretir.
Bu kârı artırmak için işveren işçiyi işyerinde ya daha çok tutmaya çalışır (mutlak artı-değer) ya da teknoloji kullanımıyla meta üretimini artırır (göreli artı-değer). İşçiyi daha fazla çalışmaya ikna etmek için pek çok strateji mümkündür. Korkutma, saatlik ücret ve parça başı ücrete ek olarak çalışmayı birtakım değerlerle bezemek bu amaca hizmet etmektedir. İşçi, işveren gibi düşünüp, onun gibi hissetmeye başladığındaysa her şey yerli yerine oturur. Çalışma ahlâkının ulaşmaya çalıştığı hedef de burasıdır.” (s.38)
* * * * *
Kapitalist çalışma ahlâkı, emeğin sömürüsünde zorba bir disiplin dayatmasıyken; sınıflı toplum var olduğu sürece küresel etik ilkeler, “kategorik buyruklar” laf-ü güzaf olarak kalacaktır. Çünkü ahlâk meselesinde objektif ölçüt, sınıf mücadelesidir. Ahlâk, sınıf mücadelesinin ideolojik bir fonksiyonudur ve bu konuda Lev Troçki’nin ‘Onların Ahlâkı ve Bizim Ahlâkımız’da altını özenle çizdiği hususlar “es” geçilmemelidir:
“Egemen sınıf kendi amaçlarını topluma dayatır ve toplumu bu amaçlara ters düşen araçları ahlâksızca olarak görmeye alıştırır. Resmî ahlâkın asıl görevi budur işte…
“Grev kırıcılar patronlara göre kahramanken, işçilerin gözünden aşağılıktır…
“Sınıflar mücadelesinin doruk noktası olan iç savaş düşman sınıflar arasındaki bütün ahlâki bağları sertçe koparır…
“Kant’ın kategorik buyruğu felsefenin Olimpos Dağı’nda yüksek bir zirveyi işgal etmek dışında kategorik herhangi bir şeyi temsil etmez zira temsil ettiği somut bir şey yoktur. İçi boş bir kabuktur…
“Soyut, evrensel ilkelere başvurmak sadece zararsız bir felsefi hata değil aynı zamanda sınıfsal aldatmacanın mekaniğinde zorunlu bir unsurdur. Proleter devrimin birinci görevi binlerce yıllık bir gelenek oluşturan bu aldatmacayı teşhir etmektir.”[8]
* * * * *
Çalışma ahlâkında da söz konusu hakikât, “Onların ve Bizim!” dikotomisiyle çok net ve ortada...
Onların ahlâk(sızlığ)ıyla başlayalım!
Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu 1 yılda işçi başına ortalama 1 milyon 166 milyar lira kâr elde etti. Böylece 500 şirketin faaliyet kârı 937 milyar 338 milyon lirayı aşmış oldu.
Söz konusu şirketlerde çalışan bir işçi 2023 yılında patronuna 1 milyon 166 bin lira kâr kazandırdı. Ortalama işçinin net ücreti ise 28 bin lira oldu. Buna göre patrona 1 milyon 166 bin lira kâr kazandıran işçi, yılda 337 bin 616 lira ücret elde etti. Buna göre sömürü oranı yüzde 345 oldu.
Şirketlerin üretimden elde ettiği faaliyet kârı yıldan yıla arttı. Şirketler 2021’de 341.9 milyar, 2022’de 671.1 milyar, 2023’te 937.3 milyar lira faaliyet kârı elde etti.
2023’te İSO 500’ün faaliyet kârı yüzde 39.7 oranında artarak; 671 milyar liradan 937 milyar liraya çıktı. Buna karşılık faaliyet kârlılığı oranı, yüzde 12.5 oldu.[9]
Hâl buyken; Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM)’ne göre 17 bin 2 liralık asgari ücret, 2024 Haziran’ında da açlık ve yoksulluk sınırının altında kaldı.[10]
Emekliler enflasyonun altında ezilecek. Geçim zorlaşacak ve alım gücü düşecek. Emekçiler son dönemlerin en ağır faturası ile yüz yüze!
Yeri gelmişken aktarayım!
* 2002’de en düşük işçi emekli aylığı 257 lira ile 184.3 lira olarak uygulanan asgari ücretin üzerindeydi. Temmuz 2024 itibarıyla en düşük işçi emekli aylığı 13 bin 634 lira oldu. Böylece bu ücret, hem asgari ücret hem açlık sınırının altında kaldı.
* En düşük Bağ-Kur tarım emekli aylığı yine 10 bin lirada kaldı. En düşük Bağ-Kur esnaf emekli aylığı 12 bin 333 lira oldu. Hem en düşük Bağ-Kur tarım hem en düşük BağKur esnaf emekli aylıkları da asgari ücret ile açlık sınırının altında.
* En düşük memur emekli aylığı 2002’de 376.5 lira ile asgari ücretin üzerindeydi. Şimdilerde ise en düşük memur emekli aylığı 14 bin 821 lira. Asgari ücretin de açlık sınırının da altında.
* Yine 2024 Temmuz’u itibarıyla 18 bin 428 lira olan ortalama memur emekli aylığı bile bugün açlık sınırının altında kalmış durumda.
* Engelli aylıkları ile 65 yaş aylığı artışın ardından bile çok düşük kaldı. Artışların ardından engelli aylıkları 4 bin 768 lira, 65 yaş aylığı 3 bin 982 lira, öğrenim kredisi ise 2 bin lira.
* (Memur maaşlarındaki) artışın ardından en düşük memur maaşı 39 bin 177 lira oldu. En yüksek memur maaşı ise 118 bin 591 lira. Ortalama memur maaşı 44 bin 508 lira. Ortalama kamu işçisi ücreti de 41 bin 286 lira oldu.[11]
Tam da bu koordinatlarda esnekliğin hem güvenceyi ortadan kaldırdığını, hem de çok daha yoğun çalışmaya neden olduğunu dile getiren Özgür Müftüoğlu, “Hükümetin planı uluslararası ve ulusal sermayenin ucuz iş gücü ve düşük maliyet taleplerini yerine getirmek. Bu Türkiye’deki emekçilerin daha düşük ücretlere daha yoğun çalışmalarına neden olacak,”[12] uyarısını dillendirdi!
Bunlara ek olarak: İSİG Meclisi, “Her gün ‘en az’ 5 kişiyi iş cinayetlerinde kaybettik” derken;[13] TMMOB Makine Mühendisleri Odası AKP’li yıllarda 32 binden fazla işçinin hayatını kaybettiğinin altını çizdi: İSİG verilerine göre bu işçilerin yüzde 97.21’i sendikasızdı![14]
Türkiye’de resmi istatistiklere göre toplam 16 milyon işçinin sadece 2 milyon 495 bininin sendikalı olması ve bunların büyük çoğunluğunu de geçmişten bu yana gelen kamu işçileri olması tabloyu gözler önüne seriyor. Mevcut 232 sendikanın ise sadece 59’u toplu iş sözleşmesi yapma yetkisine sahip. İşçilerin yüzde 14’ü sendikalı olsa da, toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin oranı yüzde 8’de kalıyor.
2003’den 2023’e ertelenen (yasaklanan) büyük grevler ile toplam 195 bin işçinin hak arama eyleminin önüne geçildi: i) 2003: Petlas AŞ (Petrol İş)... ii) 2003: Şişecam (Kristal İş)... iii) 2004: Şişecam (Kristal İş)... iv) 2004: Pirelli, Good Year, Brisa (Lastik İş)... v) 2005: Erdemir Madencilik (T. Maden İş)... vi) 2014: Şişecam (Kristal İş)... vii) 2014: Çayırhan ve Çöllolar Kömür İşl. (T. Maden İş)... viii) 2015: MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi (Birleşik Metal İş)... ix) 2017: Asil Çelik (Birleşik Metal İş)... x) 2017: Emis Grup (Birleşik Metal İş)... xi) 2017: Akbank (Banksis)... xii) 2017: Şişecam (Kristal İş)... xiii) 2017: Meraf İlaç (Petrol İş)... xiv) 2018: MESS Grup (Birleşik Metal İş, Türk Metal, Çelik İş)... xv) 2018: Soda Kroman-Şişecam (Kristal İş)... xvi) 2019: İzban (Demiryol İş)... xvii) 2020: Soda Sanayi AŞ (Petrol İş)... xviii) 2022:[15] Bekaert (Birleşik Metal İş)... xix) 2022: Bekaert (Öz Çelik İş)... xx) 2023: Schneider Enerji (Birleşik Metal İş)...[16]
Özetin özeti, burjuvazi çalışma ahlâkının gereğini -ekonomi-politik zorbalığı ile- hayata geçiriyor!
* * * * *
Bizim çalışma ahlâkımıza gelince; sözü, “Çalışın, gece gündüz çalışın; çalışarak sefaletinizi artırıyorsunuz ve sefaletiniz çalışmayı kanun zoruyla dayatma mecburiyetinden kurtarıyor bizi”… “Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı,” vurgusun altını özenle çizen Paul Lafargue’a bırakıyorum:
“Kapitalist uygarlığın hüküm sürdüğü ulusların işçi sınıflarını tuhaf bir çılgınlık sarmış durumda. Bu çılgınlık, iki yüz yıldır mahzun insanlığa eziyet eden bireysel ve toplumsal sefaletleri peşine takmış sürüklüyor. Bu çılgınlığın adı çalışma aşkı; bireyin ve evlatlarının yaşamsal güçlerini son noktasına kadar tüketen azgın çalışma tutkusu”…
“Çalışın, çalışın proleterler, toplumsal serveti ve bireysel sefaletinizi büyütmek için çalışın; çalışın ki yoksullaştıkça çalışmak ve sefilleşmek için daha çok nedeniniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız kanunu budur”…
“Tüccarlar yalan söylemeden para kazanamazlar”…
“Yardımseverler tembellik ederek zenginleşmek için yoksullara iş verenleri insanlığın velinimetleri diye alkışlıyorlar; bir köylü topluluğunun ortasına fabrika dikeceklerine, veba saçsalar, su kaynaklarını zehirleseler daha iyi olurdu”…
“İnsan verimini artırmak için çalışma saatlerini azaltmak ve izinli günleri ya da tatil günlerini çoğaltmak gerektiğini inkâr edilemeyecek bir şekilde kanıtlıyorlar”…
“Rahipler, iktisatçılar ahlâk kuramcıları bu zihinsel sapıtmaya karşı çıkacaklarına çalışmayı iyice kutsallaştırdılar”…
“Çalışmak, kapitalist toplumda her türlü entelektüel soysuzlaşmanın her türlü organik bozulmanın sebebidir”…
“İktisatçılar da bıkıp usanmadan işçilere yineliyorlar: Çalışın, toplumsal serveti arttırmak için çalışın! Ama bu arada bir iktisatçı, Destutt de Tracy onlara cevap veriyor: “Yoksul ulusların bünyesindeki halk rahat yaşıyor; zengin uluslarda ise halk her zaman yoksul”…
“Tüm bireysel ve toplumsal sefaletler proletaryanın çalışma tutkusundan doğdu”…
“Platon, Aristoteles, o dev düşünürler ideal devletlerinin yurttaşlarının mümkün olan en fazla boş vakte sahip olarak yaşamalarını istiyorlardı; ‘Çünkü,’ diye ekliyordu Ksenophon, ‘çalışma tüm zamanı alır götürür ve ne Devlet’e ne de dostlara boş vakit kalır’...”
“Makineler mükemmelleşip durmadan artan bir hız ve doğrulukla insanın çalışmasını aşağı çekerken, işçi dinlenme süresini bu oranda arttıracağına sanki makineyle yarışmak ister gibi gayretini iki katına çıkarıyor. Ne saçma ve öldürücü bir rekabet!”…
“Özgürleştirici makineleri, özgür insanları köleleştirme aracına dönüştürüyor; makinelerin üretkenliği insanları yoksullaştırıyor”…
“Ama bir işe yaramayan bu doyurulacak boğazlar sürüsü, tüm tatmin edilmez açgözlülüğüne karşın, çalışma dogmasıyla aptala dönüştürülmüş işçilerin tüketmeyi düşünmeden, tüketecek insan bulunup bulunmadığını akıllarına bile getirmeden, manyak gibi ürettikleri tüm malları tüketmeye yetmez”…
“Heyhat! Pagan ozanın müjdelediği boş vakitler bir türlü gelmedi; kör, ahlâksız ve canice çalışma tutkusu, özgürleştirici makineleri özgür insanları köleleştirme aracına dönüştürüyor; makinelerin üretkenliği insanları yoksullaştırıyor”…
O hâlde “Proletarya, kendi gücünün bilincine varmak için, Hıristiyan ahlâkın, iktisadi ahlâkın, hür düşünceci ahlâkın önyargılarını ayaklarının altına alıp çiğnemelidir; kendi doğal içgüdülerine dönüp, burjuva devriminin metafizik avukatları tarafından uydurulmuş tıknefes İnsan Hakları’ndan bin kat daha soylu ve kutsal olan Tembellik Hakları’nı ilan etmelidir; günde üç saatten fazla çalışmamalı, günün geri kalanında ve geceleri tembellik etmeli; yiyip içip eğlenmelidir”![17]
* * * * *
“Gelecek, umutlarımızın mı yoksa karabasanlarımızın mı yarını olacak? Özgürlükle mi donanacak, yoksa kölelikle mi? Sonuçta bilim kurtuluşumuzun mu aracı olacak yoksa felâketimizin mi?”[18] ikilemiyle yüzleştiğimiz koordinatlarda “Bizim ahlâkımızı nasıl egemen kılabiliriz” mi?
“Umulmayanı ummayan onu bulamaz,”[19] iradenin, sömürü zinciri en güçlü halkasından kırma kararlılığı ve örgütlülüğünün bilinci/ ahlâkıyla.
O hâlde Noam Chomsky’nin, “Bugünkü dünya işlerinde, Cengiz Han döneminde olduğundan daha fazla ahlâk yok,” uyarısı eşliğinde[20], unutmayalım: “İşçi hareketinde bilincin uyanışı birdenbire olmaz. Bu, yeni işçi kuşaklarının politik yaşama katılmaya koyulmasıyla her seferinde yinelenen eylemlerin basit bir toplamı da değildir. İşçi hareketinde bilincin uyanışı, işçi sınıfının kapitalist toplumda yaşam koşulları değiştikçe ve durumunu değerlendirme kıstasları arttıkça yeni boyutlara ulaşan karmaşık bir süreçtir. İşçi sınıfının yeni gereksinimlerin, yeni örtülü ve daha ustaca sömürü biçimlerinin bilincine varması, eskiden olduğundan daha çok emek ve sermaye, ekonomi ile politika, taban ile alt yapı vs. arasındaki dolaysız bağların kavranmasını zorunlu kılıyor.”[21]
Bu da kapitalist çalışma ahlâk(sızlığ)ına başkaldırmayı “olmazsa olmaz” kılıyor.
20 Temmuz 2024 19:39:23, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:277, Ağustos 2024…
[1] James Thurber.
[2] Kansu Yıldırım @KansuYildirim… https://x.com/KansuYildirim/status/1803007034608001186
[3] 15 Eylül 2023… https://x.com/gazeteumut/status/1702567925150838938?s=20
[4] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Çitlembik Yay., 2004.
[5] Barış Özkul, “Onların Ahlâkı ve Bizim Ahlâkımız”, Birikim Dergisi, 19 Haziran 2016… https://birikimdergisi.com/haftalik/7770/trocki-ve-onlarin-Ahlâki-bizim-Ahlâkimiz
[6] Karl Marx’ın da birkaç yerde “serseriler, suçlular, fahişeler, ahlâksızlar, düşkünler, hırsızlar, üçkâğıtçılar, paçavralar, kapkaççılar, avareler, dilenciler, genelev sahipleri, çaput ve kemik tüccarları, laternacılar, paçavra toplayıcılar, yankesiciler, salıverilmiş mahkûmlar, haydutlar, burjuvazinin perişan olmuş maceracı dallarından oluşan, tüm sınıf konumlarının reddettiği dağınık bir kitle” şeklinde tanımladığı toplumsal safradır lumpenler!
[7] İsa Demir, Akışkan Emek Akışkan Ahlâk-Akışkan Modernite Çerçevesinde Çalışma Ahlâkının Dönüşümü, Ütopya Yay, 2023, 254 sahife.
[8] Lev Troçki, Onların Ahlâkı ve Bizim Ahlâkımız, çev: Bülent Tanatar, Yazın Yay., 1997.
[9] “Türkiye’nin 500 Büyük Firması, İşçi Başına 1 Milyon 166 Milyar TL Kârda”, 26 Haziran 2024… https://artigercek.com/ekonomi/turkiyenin-500-buyuk-firmasi-isci-basina-1-milyon-166-milyar-tl-karda-faaliyet-309118h
[10] “Asgari Ücretlinin Açlıkla İmtihanı”, Birgün, 16 Temmuz 2024, s.4.
[11] Mustafa Çakır, “Ücrette Utanç Tablosu”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2024, s.9.
[12] “Yoğun Çalışma, Düşük Ücret”, Evrensel, 20 Şubat 2024, s.6.
[13] “Her 5 Saatte 1 İşçi Hayatını Kaybetti”, Birgün, 5 Mayıs 2024, s.5.
[14] “AKP’li Yıllarda 32 Bin İşçi Öldü”, Birgün, 29 Nisan 2024, s.7.
[15] DİSK Emek Çalışmaları Topluluğu tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye’de 2002’deki ortalama grev sayısı, 2015’ten beri 197 grev ile rekor kırdı. Grevlerin yüzde 65’i sanayi sektöründe yapılırken, bağımsız sendikalar ise 2022’de tüm grevlerin yüzde 10’unu örgütledi. (“2015-2022 Döneminde AKP Grevleri Kırdı”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2024, s.9.)
[16] Sinan Saygılı, “AKP Dönemi: Grevi Yasakla, Sendikal Örgütlülüğü Baltala”, 1 Mayıs 2024… https://twitter.com/artigercek/status/1785670515165987204
[17] Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, çev: Vedat Günyol, Telos Yay., 1996.
[18] Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev: Aysel Bora, YKY, 2005
[19] Herakleitos, Aktaran: Onur Bilge Kula’nın Brecht, Lucacs, Bloch, ş Bankası Kültür Yay., s.626
[20] Geçerken aktarayım: “Gücü gördüğünüzde aldığınız pozisyon ahlâkınızı belirler” (August Landmesser)
“Bir toplumun bilgi, kültür ve ahlâk seviyesini o toplumun iktisadi temeli belirler.” (Georges Politzer)
“Ahlâka ilişkin her sözün ardında bir sahtekârlık ararım.” “Kim namus ve ahlâk şövalyeliği yapıyorsa, bilin ki en namussuzu odur.” (Friedrich Nietzsche)
“Milyonlarca insanın aynı ahlâksızlıkları paylaşıyor olması bu ahlâksızlıkları birer erdem hâline getirmez.” (Erich Fromm)
“Kendilerine nasıl yaşayacaklarını buyuracak mutlak ahlâk kuralları isteyenlerin asıl istedikleri şey, karaktersizliğe bahanedir.” (Georg Wilhelm Friedrich Hegel)
“Ahlâkı zayıf, terbiyesi kıt toplum; içindeki zorbalara ve soygunculara hayranlık duyar.” (André Maurois)
“Toplum ahlâkını bozmanın en kısa yolu, ahlâksızları ahlâklı göstermektir.” (Anooshirvan Miandji)
“Cahilde eksik olan akıl değildir, o kurnazdır; eksik olan ahlâktır. Cahil, güçlüdür. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötü insandır.” (Lev Tolstoy)
“Bilgi olmadan ahlâk da olamaz. Cehalet, erdemi içine koyamayacağınız kadar dayanıksız bir kaptır.” (Mary Wollstonecraft)
“İnsanları olgun ve ahlâklı bir hâle getirmeden daha iyi bir dünya beklemeyiniz… Bunun için de her birimiz önce kendimizden başlayarak sorumluluğumuzda onların eğitimi için çalışmalıyız. Ancak bunun da yöntemlerini öğrenmek yapılacak ilk iştir.” (Marie Curie)
“Dürüstlük ve ahlâk; fırsat bulamadığı için yanlış bir davranıştan uzak durmak değil, fırsat olmasına rağmen yanlış davranışı tercih etmemektir!” (Carl Gustav Jung)
“Kendi türümüzle ilişkilerimizde eşitliği sağlam bir ahlâki temel olarak görüyorsak, kendi türümüzden olmayanlarla, yani insan dışı canlılarla olan ilişkilerimizde de eşitliği ahlâki bir temel olarak kabul etmemiz gerekir.” (Peter Singer)
“Ahlâk konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlâkidir; eğer kendini kötü hissediyorsan o gayri ahlâkidir.” (Ernest Hemingway.)
[21] Yuri Krasin, Devrim Sürecinin Diyalektiği, çev: Kemal Kuraksız, Konuk Yay., 1978, s.94.