Ölüm orucundan ölen ilk mahkum PKK'lı 'Laz Kemal'di!


Açlık grevinden ilk ölüm 1982'de insan hakları ihlallerinde şampiyonluğu kimseye bırakmayacak Diyarbakır Cezaevi'nde yaşandı... PKK'nın Abdullah Öcalan'dan sonra gelen ikinci adamı Laz Kemal, 'Kendinizi hazır hissediyor musunuz? Hep beraber ölelim mi ha?' diyerek örgütlediği eylemin 52'nci gününde hayatını kaybetti
ünyanın en ilginç açlık grevine tanık oluyoruz. PKK'lı
mahkumların başlattığı sonrasında BDP'lilerin de eşlik ettiği açlık grevi tehlike sınırına yaklaştı yaklaşmasına ama kimse taleplerden bir şey anlamadı.
ÖYLE ya... Cezaevi koşulları veya mahkumlara uygulanan insanlık
dışı fiiller protesto edilmiyor. Talepler asıl olarak iki başlıkta toplanıyor.
Kamusal alanda Kürtçe neden kullanılmıyor ve Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit kaldırılsın. Oysa herkes biliyor ki bu geniş katılımlı açlık grevinin asıl sebebi Öcalan'ın mahkumiyetine son vermek. Uygunsa ev hapsine çıkarılmasını sağlamak. Abdullah Öcalan'ı hücreden kurtarmak.

HÜKÜMET NE YAPMALI
AKSİ halde mahkumu yalnızlaştıran ve yabancılaştıran F tipi cezaevi sistemine geçişte PKK'lıların da açlık grevi yapmaları gerekmiyor muydu? Türkiye'de çeşitli sol gruplardan 122 kişi 'o cezaevlerine girmeyeceğiz' diyerek başlattıkları açlık grevi ölüm orucuna dönüştü ve 100'ün üzerinde kişi yaşamını yitirdi. Tek PKK'lı eyleme katılmadı. Şimdi ne değişti?
DEĞİŞEN sadece liderleri Apo'yu kurtarma düşüncesidir. 600 PKK'lı ve onlara eşlik eden BDP'liler artık açık açık ifade ettikleri gibi Öcalan'a özgürlüğün yolunu açmak için açlık grevindeler.
ELBETTE hiçbir insanın açlık grevi/ ölüm orucundan yaşamın kıyısına gelmesine kayıtsız kalınamaz. Ölürlerse ölsünler kolaycılığıyla yaklaşılamaz. Ama söyleyin lütfen... Hükümet ne yapmalı? Olası ölümlere kayıtsız mı kalmalı yoksa kendi hukukunu ve meşruiyetini ayaklar altına alıp Öcalan'ı serbest mi bırakmalı?
(BAŞBAKAN Erdoğan tam bir Kürt sarmalına alınmış vaziyettedir. Durduk yerde ortaya atılan idam polemiğini de boş yere sanmayın. Çok önemli bir döneme giriyoruz. Bu notu saklayın.)
AÇLIK grevi/ ölüm orucunun bizdeki tarihi çok eskiye dayanmaz. İlk TKP tevkifatı sanıklarının ve Nazım Hikmet'in dönüşümlü açlık grevleri, ölümcül tehlike taşıyan grevler olmamıştı. Ama kamuoyunun ilgisini çekmeyi başarmıştı. İlk ölümlü açlık grevi 1982'de Diyarbakır Cezaevi'nde olmuştu.

DİYARBAKIR CEZAEVİ BİRİNCİ
TARİHİMİZDE insan hakkı ihlallerinden bir liste yapsak sanırım Diyarbakır Cezaevi şampiyonluğu kimseye bırakmaz. İnsanlık dışı işkencelerin yapıldığı, dayak, küfür ve kötü muamelenin sıradanlaştığı Diyarbakır Cezaevi adeta PKK'lı imalathanesi gibiydi. O cezaevine giren veya şöhretini duyan her Kürt dağın yolunu tuttu. Daha önce yazmıştım. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran cezaevinin iç güvenlik amiriydi. Ve işkenceden o 'sorumluydu.'
SAÇ ve sakalın asker nizamında kesilme şartı, koğuş aramalarında subaylar içeri girince ayağa kalkılma zorunluluğu, görüş günlerinin keyfi olarak yasaklanması, keyfi üst aramaları ve bitmek bilmeyen dayak... Mahkumların protesto ettikleri uygulamalardı. Diyarbakır Cezaevi'nde her sebepten dayak atılabiliyordu. Neden baktın? Niye çizgide durmadın, andımızı neden düzgün okumuyorsun gibi onlarca sebepten dayak ve işkence yapılabiliyordu.

'DEVLETİ YIKMAK İSTİYORDUK'
O yıllarda PKK'nın içerisinde Abdullah Öcalan'dan sonra örgütün en önemli adamı olan Kemal Pir birkaç arkadaşıyla beraber açlık grevine başlayacaklarını şu cümleyle yan koğuşlara duyurdu:
'KENDİNİZİ hazır hissediyor musunuz? Hep beraber ölelim mi ha?'
CEZA tarihimizin sonu ölümle sonuçlanacak ilk açlık grevi başlıyordu. Takvimler 15 Temmuz 1982'yi gösteriyordu. Dilerseniz burada bir parantez açayım... Kemal Pir kimdi?
KARADENİZLİ bir ailenin çocuğuydu.
GÜMÜŞHANE'nin Torul ilçesi'nin Güzeloluk Köyü'nde doğmuştu. Üniversite eğitimi için geldiği Ankara'da sol fikirlerle tanışmış, Kürtlerin varlığından da ilk kez o yıllarda haberdar olmuştu. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Kültür Derneği'ne üye olmuş, Abdullah Öcalan'la da orada tanışmıştı. Katıldığı politik tartışmaların içerisinde Kürt meselesinin varlığını öğrendi. 1976 yılında PKK'yı oluşturacak fikri örgütlenmeye dahil oldu. 1978'den sonra ise örgütün aktif bir militanıydı. Örgütteki kod adı 'Laz Kemal'di. Neden PKK'ya katıldığını savunmasında bakın nasıl anlatıyordu:
'DEVLETE düşmandım, devleti yıkmak istiyorduk biz, burjuva sınıflarının devleti olduğu için yıkmak istiyorduk. Onun için bu hareketi araştırdım, baktım. Bu hareket ne diyor, ne demiyor.
KOMÜNİST mi değil mi? Sosyalist mi? Basit milliyetçi bir hareketse asla katılmazdım. Basit Kürt milliyetçi bir hareketi ise katılmazdım. Milliyetçiliğe karşıyım çünkü ben. Milliyetçi değilim, milliyetçi düşüncenin hangi ulustan olursa karşısıyım çünkü ben.'

EN BÜYÜK BASKI KEMAL PİR'E
KEMAL Pir şimdi kör milliyetçiliğe savrulmuş PKK'yı görse ne derdi
bilmiyorum. Neyse... 1978'de Pazarcık'ta yakalandı. Hapse girdi. 1979'da Urfa Cezaevi'nden firar etti ve Suriye'ye kaçtı. Sonra tekrar eylemler için Türkiye'ye girdi. Yine yakalandı. İki
kişinin öldürülmesi, bir ekip otosunun taranması ve örgütün kurucu üyeliğinden yargılandı. Bu kez konulduğu yer Diyarbakır Cezaevi'ydi. Cezaevinin iç güvenlik amiri Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'la ise orada tanıştılar. Yüzbaşı Yıldıran, en büyük baskıyı Pir'e uyguluyordu. Çünkü Pir'in direnişini kırarsa cezaevinde hakimiyeti ele geçireceğini düşünüyordu.
PİR de geri adım atmadı. Açlık grevini örgütledi. Bir yıl önce yani 1981'de yine cezaevindeki uygulamaları protesto için açlık grevi yapmışlardı. Ve kısmen de olsa idarenin yumuşaması ve bazı yaptırımlarını geri çekmesiyle açlık grevini sonlandırmışlardı.
1981'DEKİ grevde erkenden ve çok sayıda ölüm olması için su dahi içmeden greve başlamışlardı. Ancak susuz grevin çok sürdürülemeyeceğini gördüklerinden 1'inci haftanın sonunda yarım çay bardağı suya dönmüşler 15'inci günün sonunda ise suyu serbest bırakarak açlık grevine devam etmişlerdi.
ANCAK bu kez daha kararlıydılar. Vücuttaki tuz oranını hesap edeceklerdi. Su alarak ve biraz da tuz yalayarak ölümleri geciktirmeyi ve böylelikle propaganda süresini artırmayı düşünüyorlardı. Seslerinin duyulması kolay değildi. (Aynı yıllarda açlık grevine giren İrlanda Kurtuluş Ordusu mahkumları sansürü kırmak için tedavüldeki paraları kullanmışlardı. Dışarıdaki taraftarları açlık grevini piyasada gezen paraların üzerine yazıp kullanıma sokarak BobySands ve arkadaşlarının grevini duyurmayı deniyorlardı.) Ne kadar çok ölüm olursa o kadar seslerinin o kadar çok ve etkili duyulacağını düşünüyorlardı.

GREV ÖRGÜT KARARI DEĞİLDİ
1982'deki açlık grevi örgütün merkezi bir kararla yaptığı bir grev değildi. Cezaevinde kararlaştırılan bir eylemdi.
40'lı günlerin sonunda bilinç kayıpları başladı. Bazı organlar işlevlerini yitirmeye başladı. Tıbbi müdahale yapılmasına karşı çıktılar.
52'NCİ günde Kemal Pir ve Hayri Durmuş, Türkiye'de açlık grevi/ ölüm orucunda yaşamını yitiren ilk eylemciler oldular. Sonrasında Türkiye onlarca mahkumunu ölüm oruçlarında yitirdi. 2001'de başlayan en uzun ölüm orucu eyleminde 7 yılda tam 102 kişi yaşamını yitirdi. Hepsi cezaevi koşullarını protesto etmek içindi.
(ESAT Oktay Yıldıran'ın sonu da trajik oldu. 22 Ekim 1988 günü karısı Serpil ve 11 yaşındaki oğlu Okan'ın gözleri önünde öldürüldü. Bindikleri halk otobüsünde önüne geçen militanlar önce kurşun yağmuruna tuttular. Ardından seslendiler 'Laz Kemal'in selamı var!' Cinayeti PKK üstlenmedi.)
***
ŞİMDİ söyleyin bakalım... 1982'de yapılan ölüm orucuyla bugünkünün ne alakası var. Biri cezaevinde daha insanca yaşayabilmek için son çare olarak ölüme başvuruyor, diğeri ise bugün örgüt liderlerini serbest bıraktırmak ve ucu açık ne olduğu belli olmayan bir dil talebi için açlık grevi yapıyor.
TAMAM insanlar ölmesin. Kimse istemiyor istememeli.
AMA ne yapılacak?
ŞEHİT ailelerinin gözlerine baka baka Öcalan evine mi uğurlanacak?