»Neyin, ne olduğunu söylemek«

Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımının 100. Yılında komünistlere ve devrimci-demokratik güçlere düşen görevler üzerine

»Lassalle’ın dediği gibi, neyin, ne olduğunu söylemek, en devrimci eylemdir ve en devrimci eylem kalacaktır« Rosa Luxemburg

Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının en karanlık dönemlerinden birinde egemen sınıflarca gerçekleştirilen Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımı, aradan geçen yüz yıla rağmen kanayan, acı veren ve kangren misali halkları zehirleyen bir yara olmaya devam ediyor hâlâ. Belgeler ve tanıklıklarla yeterince kanıtlanmış olan Soykırım hâlâ inkâr edilmekte, burjuva ulus devletlerince bir egemenlik aracı olarak kullanılmakta, farklı ulus devletler ve/veya ulus devlet üstü kurumlar arasındaki ilişkilerde »şartlı rehin« olarak araçsallaştırılmakta ve halklar arası düşmanlığın körüklenmesinde kullanılmaktadır.

Soykırımın 100. yılında günümüzün komünistlerine ve tüm devrimci-demokratik kesimlere önemli görevler düşmektedir. Bu yazının amacı, önümüzde duran en ivedi görevleri anımsatmaktır.

İnkârın reddi

Komünistlerin, devrimci-demokrat kesimlerin Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının kadim halklarına yönelik Soykırımın 100. yılında yerine getirmeleri gereken görevlerin başında, yüz yıldır devam eden inkâra karşı çıkmak, »neyin, ne olduğunu söylemek« gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, ardıllarının bugünkü Türkiye’de egemen blok içerisinde yer aldığı İttihat ve Terakki çetesi ve Türkiye burjuvazisi tarafından gerçekleştirilen Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımını haklı çıkaracak veya izafileştirecek hiç bir gerekçe olamaz. Soykırımın failleri, burjuva demokratik hukuk devleti anlayışı çerçevesinde dahi, insanlık ve savaş suçu işleyen katiller olarak affedilemezler.

Aynı şekilde Soykırım inkârı da insanlığa karşı işlenen suça ortak olma anlamında bir suç olarak kabul edilmelidir. »Soykırımın olmadığını« iddia etmek veya »tehcir nedeniyle meydana gelen ölümlerin tarihsel özelliği olmadığı« ve »devletin, düşmanla işbirliği yapan isyancılara karşı giriştiği meşru müdafaanın olağan sonuçları« savunusunu yapmak, düşünceyi ifade etme özgürlüğü anlamında ele alınabilecek bir hak değil, demagojidir. Böylesi iddia ve savunular tarihsel gerçekleri tersyüz eden ırkçılık, iftira ve kışkırtma suçu olarak görülmelidirler.

Bununla birlikte Soykırım inkârı, Soykırıma maruz kalanlar ile sonraki kuşaklarının başlarına gelen faciayı hatırlama ve kurbanlarını anma haklarını ellerinden almak anlamına geldiğinden, gerçekleştirilen Soykırımın fiilen devamıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tezlerinin bile »toplu ölümlerin olduğunu« ve 27 Mayıs 1915’de bir »Tehcir Yasasının« yürürlüğe girdiğini kabul ettiği bir ortamda Soykırımı inkâr etmek, tarih revizyonizmi ve agresif milliyetçilikten başka bir şey değildir.

İnkârı reddetmek, inkâra karşı çıkmak ve Soykırım inkârını insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında görmek, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının barışçıl geleceği için zorunlu olan tarihsel-toplumsal yüzleşmenin olmazsa olmaz önkoşuludur.

Özür dilemek

Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının komünistlerinin, devrimci-demokratik kesimlerinin ikinci önemli görevi, özür dilemektir – bizden önceki kuşakların işledikleri, ortak oldukları veya en azından engellemek için çaba göstermedikleri iğrenç fiilden dolayı değil. Yeterince sesimizi yükseltmediğimiz ve sustuğumuz için özür dilemeliyiz. Resmi tezlere, milliyetçi-şoven devlet propagandasına etkin direnç göstermediğimiz ve fazlasıyla uzun bir süre susmanın suça ortak olma anlamına geldiğini, tarihsel-toplumsal yüzleşme gerçekleştirilmediği takdirde, günümüzün geleceğin acı veren geçmişi kalmaya mahkum olduğunu unuttuğumuz için. Sesimizi yeterince yükseltmeyerek, Soykırım mağdurları ile sonraki kuşaklarının başlarına gelen felaketi ve kaybettiklerini anma haklarının ellerinden alınmasına – istenmeden olsa da – ortak olduğumuz için özür dilemeliyiz.

Anadolu-Mezopotamya trajedisi, hepsi son yüzyılın oluşmakta olan ulus devletlerinin kurbanı olan Asuri-Süryani, Ermeni, Ezidi, Kürt, Rum ve de Türk halklarının trajedisi, sessiz kalarak olmamış hâle getirilemez. Her kim, »bu olaylar geçmişte kalmıştır ve artık tarihçilerin konusudur« diyorsa, yanılıyordur. Çünkü tarihsel olaylar üzerine sürdürülen her tartışma, günümüz toplumsal güçlerinin siyasi ve iktisadi çıkarları temelinde yürütülmektedir.

Özür dilemek, burjuva liberallerinin veya kimi küçük burjuva yazarın talep ettikleri bir »Soykırım özrü« değildir. Burjuva devleti, aynı Federal Almanya’nın yaptığı gibi, işine geldiğinde »özür« de diler ve »özrü« sınıf tahakkümünün devamlılığı için kullanır. Ama komünistler ve devrimci-demokratik güçler için özür dilemek, tarihsel görevlerini yerine getirme lehine olan zorunlu bir özeleştiri, Soykırım mağdurları ve sonraki kuşaklarının haklarının iade edilmesi mücadelesinin önkoşuludur. Komünistler için bu anlamda özür dilemek, coğrafyamızda Komünist Parti Manifestosu’nu ilk çeviren Ermeni sosyalistlerine, 15 Haziran 1915’de İstanbul’da asılan Ermeni sosyalisti »Paramaz« Sarksiyan ile 19 yoldaşına ve yasaklı Türkiye Komünist Partisi’nin Ermeni üyelerine bir vefa borcudur.

Ulus devlet tezlerini reddetmek

Türkiye ve Ermenistan gibi burjuva ulus devletleri, Soykırım ile gerçek bir yüzleşme peşinde değillerdir. Her ne kadar Ermenistan halkı Soykırımın mağduru olsa da, Ermenistan devleti, aynı Türkiye gibi burjuvazinin sınıf tahakkümünün hakim olduğu bir kapitalist devlettir. Farklı ülkelerin işçi sınıflarının ve emekçi halklarının enternasyonalist dayanışmasını savunan komünistler için bu ulus devletlerin tarih tezleri hiç bir anlam taşımamaktadır. Çünkü Türkiye ve Ermenistan egemen sınıfları, Soykırım gerçeğini kendi siyasi ve iktisadi çıkarlarının korunması amacıyla araç olarak kullanmakta ve resmi tezleri, devlet akılları ve politikalarıyla halklar arası düşmanlığı körüklemektedirler.

Aynı şekilde gerek bu ulus devletler, gerekse de AB ve diğer emperyalist güçler, Soykırım gerçeğini karşılıklı dayatmalarda bulunmak için »şartlı rehin« olarak kullanmaktadırlar. AB’ndeki egemenler Türkiye’deki erk sahiplerine neoliberal politikaları ve küresel stratejiler çerçevesinde militarist işbirliğini dayatmak amacıyla »Soykırımı tanırız« tehdidinde bulunurlarken, 1915-1917 döneminde ve öncesinde Avrupalı emperyalist ülkelerin Soykırımdaki suç ortaklıklarının üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Emperyalist güçlerin Soykırım ile yüzleşme ve bunun gereklerini yerine getirme yönünde hiç bir çabaları yoktur. »Şartlı rehin« politikaları, nerede olursa olsun, komünistlerin kabul edebileceği bir şey değildir.

Tam aksine komünistler için belirleyici olan – örneğin Nor Zartonk gibi – Türkiye’deki sosyalist Ermenilerin öz örgütleridir. Komünistlerin ve devrimci-demokratik kesimlerin görevi, emekçi Ermeni halkının öz örgütlerinin kendilerini özgürce ifade etmelerini ve devlet tarafından resmen öz örgüt olarak tanınmalarını desteklemektir. Soykırım mağdurları ve sonraki kuşakların maddi-manevi tüm haklarının iade edilmesinde son söz Ermeni öz örgütlerinin olmalıdır.

Komünistlerin ulus devlet tezlerini reddetmeleri, Türkiye ve Ermenistan arasında sınırların kaldırılması, karşılıklı barışçıl ve iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması, halklar arasında dostluk bağlarının oluşturulması ve tarihsel-toplumsal yüzleşmenin birlikte gerçekleştirilmesi taleplerini geçersiz kılmaz. Aksine, komünistler, her iki ülkenin komünistleri ve devrimci-demokratik kesimleri arasında enternasyonalist dayanışma ruhuyla işbirliği oluşturulmasını, hakların iadesi için birlikte hareket edilmesini ve nihâyetinde her iki ülkenin egemen sınıflarına karşı işçi sınıfının iktidarının kurulması hedefiyle ortak mücadele hattının örülmesini savunmaktadırlar.

Çoğunluk toplumuna ayna tutmak

Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında Soykırım ile tarihsel-toplumsal yüzleşmenin ve hakların iadesi önündeki en büyük engel, bu coğrafyadaki Sünni-muhafazakâr çoğunluğun ta kendisidir. Dönemin egemen sınıflarının gerçekleştirdiği Soykırım, aynı dönemde aynı coğrafyada yaşayan Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden Müslüman ahalinin doğrudan veya dolaylı katılımı olmaksızın olanaklı olamazdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun her sınıftan ve her milliyetten Müslüman ahalisinin büyük bir çoğunluğu, katliamlara doğrudan katılarak, Soykırıma göz yumarak, karşı çıkmayarak; yerlerinden edilen Ermeni komşularının mallarına ve mülklerine el koyarak veya el koyulmasına kayıtsız kalarak, en azından yardım etmeyerek işlenen bu insanlık ve savaş suçunun suç ortağı olmuştur. Kimi Müslümanın köylerde veya tehcir yollarında çeşitli biçimlerde yardımda bulunmuş olmaları, bu gerçeği değiştirmemektedir. Bu nedenle komünistlerin ve devrimci-demokratik kesimlerin görevi, bu gerçeği tüm çıplaklığı ile ifade etmek ve Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan Müslüman nüfusa ayna tutmaktır.

Komünistler ve devrimci-demokratik kesimler artık rahatsız edici soruları sormaktan çekinmemelidirler: Soykırım ve etnik temizlik salt devlet yöneticilerinin caniyane bir eylemi miydi? Asuri-Süryanilerin ve Ermenilerin Müslüman komşuları nasıl davrandı? Kim, kimin malına ve mülküne el koydu ve kimler bu eylem sonrasında zenginleşti? Nasıl oldu da bazı aileler uluslararası tekellere sahip olabildiler? TSK’ne ait olan OYAK tekelinin zenginliğinin kaynağı nedir ve şimdi TSK’ne veya diğer devlet kurumlarına ait olan toprakların, gayrimenkullerin önceki sahipleri kimdi? Ve nihâyetinde zorla yerlerinden edilen Anadolu Rumlarının mülkiyetlerine ne oldu?

Elbette liste daha da uzatılabilir, ama sadece bunların yanıtlanmaları bile tarihsel-toplumsal yüzleşmenin bir gereğidir. Bu görevin gereğini yerine getirmek en başta komünistlere ve devrimci-demokratik kesimlere düşmektedir. Onlar bu sorumluluklarına sahip çıkmalı ve Türkiye’deki toplumsal çoğunluğa seslenerek, »eğer demokrasi, adalet ve barış içinde yaşamak istiyorsanız, önce kendi sorumluluğunuzu sorgulamalı ve gerçeğin gün yüzüne çıkmasına katkı sağlamalısınız« demelidirler. Müslüman çoğunluğa, Soykırım sonrası doğmuş olmanın lütfuna sığınamayacakları ve kendilerinden önceki kuşakların işledikleri günahların kefaretini ödemeden, özgür bir geleceği kuramayacakları anımsatılmalıdır.

Ermenistan Komünist Partisini (Hayastani Komunistakan Kusaktsutyun) kardeş parti olarak gören komünistler, Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımının kurbanlarının anısı önünde saygı ile eğilmekte ve Soykırım mağduru halkların acısını paylaşmaktadırlar. Komünistler, Büyük Felaketten duydukları derin üzüntü ve egemenlere yönelik hiddetleri ile Soykırım inkârını, resmi devlet tezlerini ve egemen sınıfların politikalarını reddetmektedirler. Komünistler, halkların, tüm ezilen ve sömürülenlerin kendi tarihlerini kendilerinin yazabilmeleri ve gasp edilen hakların iadesi için verilen mücadelenin, verdikleri sınıf mücadelesinin kopmaz bir parçası olduğu bilincindedirler. Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımının mağdurları ve sonraki kuşakları, tüm mağdur halklar, her daim »neyin, ne olduğunu söylemekten« geri kalmayacak olan komünistlerin enternasyonalist dayanışmasına güvenebilirler. »Bir daha asla savaş, asla soykırım« şiarını, tarihsel görevlerinin bilincinde olan komünistler ve devrimci-demokratik kesimler yaşama geçireceklerdir!