Ukrayna’daki son gelişmeler, ülkenin içine düştüğü krizin arka planını ve siyasi aktörler ile uluslararası güçlerin rolünü araştırmayı fazlasıyla gerekli kılıyor. Ama haftada bir kez yayımlanan bir köşe yazısının kapsamı bunu hakkıyla yapabilmek için yeterli değil. Okura böylesi bir analizi daha sonra yayınlama sözünü vererek, asıl soruya odaklanalım: Neden Ukrayna?
Aslına bakılırsa Ukrayna küresel stratejilerin nasıl uygulandığını gösteren iyi bir örnek. Ukrayna tarihsel gelişmesi ve karmaşık toplumsal yapısıyla 19. Yüzyıl’dan beri farklı güçlerin stratejik ve siyasi çıkarlarınca yönlendirilen manipülasyonlara hayli açık olan bir coğrafya. Aynı zamanda bir milliyetler mozaiği olan 46 milyonluk nüfusuyla da »ulus devletlerin« ne denli sunî olduğunun bir kanıtı.
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin »bozulma ürünü« olarak da tanımlanabilecek olan Ukrayna ulus devleti, 20. Yüzyıl’ın son demlerinden itibaren NATO stratejilerinin ilgi odağına girdi. ABD »Full Spectrum Dominance« planı çerçevesinde Rusya’nın askerî etkinliğini zayıflatmayı, hatta mümkünse tamamen bertaraf etmeyi hedefliyordu. Bunun için Polonya’dan Ukrayna ve Gürcistan’a kadar NATO üyelerinden oluşan bir yay kurulacaktı. Nitekim 1999’da Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan, 2004’de Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, 2009’da ise Arnavutluk ve Hırvatistan NATO üyeliğine alındılar. Ancak 2008’deki beş günlük »Kafkasya Savaşı« ile Gürcistan’ın, 2010’da da Viktor Yanukoviç’in devlet başkanı seçilmesiyle Ukrayna’nın NATO üyelikleri olanaksızlaşınca, bu plan suya düştü.
AB ise 1994’den itibaren Ukrayna ile olan ilişkilerini geliştirmiş, 2004 ve 2008’de imzalanan antlaşmalarla Ukrayna’nın AB üyesi olabilmesi için gerekli olan süreci başlatmış, 2004’deki seçimler çerçevesinde »Portakal Devrimi« diye nitelendirilen olaylara doğrudan müdahil olmuştu. Ortaklık ve Serbest Ticaret Antlaşmasının imzalanması, yakınlaşma sürecinin en önemli adımlarıydı. Ancak Ukrayna hükümetinin 21 Kasım 2013’de AB antlaşmalarını dondurma kararını almasıyla kitlesel protestolar başladı. Gerisi ise biliniyor.
Peki, Batının bu »yakınlaşmasının« ardında yatan nedenler nedir? Bir kere Ukrayna, Rusya ile yaptığı bir antlaşmayla Rus deniz kuvvetlerine Karadeniz’deki Sivastopol ve Odessa limanlarını kullandırıyor. Rusya için yaşamsal önem taşıyan bu antlaşma 2017’de yenilenmek zorunda. Ama Ukrayna’nın bilhassa AB için olan asıl stratejik önemi, doğal gaz ve petrol nakliyatı için bir transit ülkesi olmasında yatıyor. Rusya ve Orta Asya’dan Avrupa’ya nakledilen doğal gaz ve petrolün yüzde 80’i Ukrayna’dan geçiyor.
Ukrayna, Batılı tekellere henüz tam açılmamış »bakir« ve büyük bir pazar olmasının yanı sıra, önemli hammadde kaynaklarına sahip olan bir ülke. Dünyanın en büyük demir madeni kaynaklarından birisi Ukrayna’da. Aynı zamanda ülkenin sahip olduğu granit, grafit ve tuz gibi hammadde rezervleri Avrupalı metal, porselen ve kimya sanayicilerinin iştahını kabartıyor. Sadece Donbass Havzasında 109 milyar ton kömür, doğal gaz ve petrol rezervleri bulunuyor. Diğer yandan ağırlıklı olarak Rus milliyetinin (yaklaşık 15 milyon Rusun) yaşadığı Doğu-Ukrayna devasa bir tahıl ambarı konumunda. Ukrayna, ABD ve AB’nden sonra dünyanın üçüncü büyük tahıl ihracatçısı. Monsanto, Cargill, AMD ve Kraft Foods gibi uluslararası gıda tekelleri gözlerini Ukrayna topraklarına dikmiş durumdalar.
Sadece bu veriler, Ukrayna’nın neden ilgi odağı olduğunu gösteriyor. Ukrayna’nın demokratik bir rejime sahip olmadığından kuşku yok. Halkın yoksullaşması ve adaletsizlik had safhada. O açıdan demokrasi, özgürlükler ve sosyal adalet taleplerini yükselten halk, haklı olarak sokağa dökülüyor. Ancak bilhassa »Maidan« Meydanında gerçek bir halk muhalefeti olduğunu söylemek zor. Aşırı milliyetçi ve faşist partilerin çıkarttıkları gürültü, halkın haklı taleplerinin üstünü örtüyor. Ve bu durum, »rejim değişikliği« peşinde olan Batının işine geliyor. Sonuçta Ukraynalılar emperyalist güçlerin çıkar savaşlarına kurban ediliyorlar.
1 Şubat 2014