Geçen hafta sonu Stuttgart’ta karşılaşınca, birbirini iyi tanıyan iki dost gibi kucaklaştık; oysa ilk kez tanışıyorduk.
Edzard Reuter, 88 yaşındaydı. Leziz bir Türkçe ile “Nasılsınız” diye sordu. Türkçe, ona çocukluğundan mirastı. 1935’te 7 yaşındayken Türkiye’ye gelmiş, 18’ine kadar kalmıştı.
Nedeni, elindeki kitapta yazılıydı (“İkinci Vatan Türkiye”, Reiner Möckelmann,Çeviren: Ahmet Arpad, T.İş Bankası Y., 2016).
Babası Ernst Reuter, Magdeburg’un sosyal demokrat belediye başkanıydı. 1930’ların başında Alman demokrasisi krize girdiğinde “Gericilerin Almanya’yı elegeçirmesine izin vermeyelim. Hücum, hep hücum!” diye yazan adamdı.
Almanya, sağın iki lideri, Hitler ve Von Papen’in anlaşmasıyla, 30 Ocak 1933’ten itibaren Hitler’e devredildiğinde, Reuter, en yakın arkadaşına şöyle demişti: “Yeni rejim bir intikam savaşı verecek, ama kazanamayacak. Sonunda kaçınılmaz olarak doğu bölgelerini kaybedecek. Biz belki 10 yıllığına çöle gideceğiz. Ama günün birinde yine döneceğiz.”
28 Şubat’ta Berlin Meclis binasının yakılması, faşistlere aradıkları fırsatı sundu. Devlet terörü ile cadı avı başladı. Faşist iktidar, bir yetki yasası ile Meclis’i devreden çıkarıp muhaliflerin tasfiyesine girişti. Öncelikli hedef, toplumun beyni sayılan akademisyenlerdi.
Önce onlar üniversiteden atıldı. Reuters da yaka paça başkanlıktan alındıktan sonra jurnalcilerin ihbarı sonucu “halkı huzursuz etme” suçlamasıyla tutuklanıp toplama kampına yollandı. 9 ay kaldığı hücresinde işkence gördü, lağım temizlemeye zorlandı, aşağılandı.
Ama aldırmadı. Hücresinden yazdığı mektupta sevenlerine şöyle diyordu: “Sakın nefretinizin esiri olmayın. Nefretle hiçbir sorunu çözemezsiniz.” Serbest bırakıldığında Almanya’yı terk etmeye karar verdi. Tek bavulla ve cebinde 30 sterlinle Londra’ya geçti. Ama İngiltere’de hiç kimse Nazilerin ne yaptığıyla ilgili değildi.
Tam o günlerde Ankara’dan bir mektup aldı. Atatürk’ün genç Cumhuriyeti, kuruluşa omuz verecek akademisyenler arıyordu. Ekonomi Bakanlığı’nın bir ulaşım danışmanına ihtiyacı vardı. “Hemen” dedi Reuters ve 1935 Haziranı’nda “ikinci vatanı” Türkiye’ye geldi. Orada “çöl” değil, taptaze bir Cumhuriyet coşkusu ve bilimi kutsayan bir liderlik vizyonu bulacaktı.
Hitler tetikçilerinin “vatan haini” suçlamalarına kulak asmadan bir yandan Mülkiye’de ders verip yeni başkentin kentleşmesine katkı sunuyor, bir yandan da Nazilerden kaçıp Türkiye’ye yerleşen 100’ün üzerinde akademisyenle birlikte teslim olmuş, paramparça bölünmüş muhalefeti örgütlüyor, Hitler devrildikten sonra kurulacak yeni Almanya’yı planlıyordu. 1946 sonunda döndüğü, “doğusunu yitirmiş” Berlin’in belediye başkanı oldu. Alman tarihine unutulmaz bir damga vurdu.
Geçen hafta sonu buluştuğumuzda Edzard Reuter, çocukluğunun düş ülkesine yaptığı bir geziden yeni dönmüştü. Gördüklerinden dehşete kapılmıştı. Kulağıma eğildi:
“Türkiye’de şu anda olup bitenler, bana Almanya’da Nazi devrinin başlangıcını hatırlatıyor” dedi. Çevremizde, o rejimden kaçıp gelmiş Türk akademisyenler vardı. Babasını Ankara’ya getiren trenler, 80 yıl sonra, bir tarih