Mülteciler ve kapitalist kâr mekanizmaları

AB hükümet ve devlet başkanları zirvesi »mülteci krizini« nasıl çözüp, mülteci »akınlarını« engelleyeceklerini tartışırken, Avrupa sermayesi mülteciler üzerinden kapitalist kâr mekanizmalarının nasıl hızlandırılacağını ve neoliberal uygulamaların nasıl daha kökleştirilebileceğini tartışıyor. Her ne kadar sermaye ve sermayenin siyasî temsilciliği olan hükümetlerin gündemleri farklıymış gibi görünse de, ikisi de birbirini tamamlıyor aslında.

Gerçi bu yazı kaleme alınırken Perşembe günü başlayan AB Zirvesi henüz sonuçlanmamıştı, ancak toplantı gündemi alınacak kararlarla ilgili hayli ipucu veriyor. Öncelikle AB, sınırlarındaki görünmez duvarları daha da yükseltecek. Burada kilit ülke Türkiye: AB, Türkiye’yi bir mülteci hapishanesine ve sonuçta AB’nin »tampon bölgesine« çevirmekte kararlı. F. Almanya ise burada öncü rol oynuyor: Mültecilerin Yunanistan’a geçişlerini engellemek için, Yunanistan ve Türkiye’yi ortak »deniz sınırı korumasına« zorluyor, NATO gemilerinin Ege’de bu amaçla devriye geçmesi kararını aldırıyor ve ayrıca Türkiye’ye Alman polislerini göndermeyi planlıyor.

Hafta başında Alman ve Türk içişleri bakanlıklarının yaptığı toplantıda alınan karara göre, iki ülke »sınır polisliği, kaçak mülteciler ve terörizmle mücadele« konularında derinleştirilmiş işbirliğine girecekler. Alman polisleri, Türk meslektaşlarıyla birlikte Ege kıyılarında devriye gezecekler. Merkel’in, AKP rejiminin Suriye’de »uçuşa yasak hava sahası« talebini desteklemesi boşuna değil. Alman emperyalizmi böylelikle tek taşla iki kuş vuruyor: hem AKP rejiminin dış politikasına destek çıkarak kendi etki alanında kalmasını sağlıyor, hem de kendi polisleriyle AKP’nin elindeki »şartlı rehini«, yani istediğinde mülteci kitlelerinin AB’ne geçmelerini sağlama tehdidini boşa çıkarmış oluyor.

Ancak AB, AKP’ye fazla güvenmiyor. O nedenle Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden B-Planını, yani Balkanlarda AB sınırlarını güçlendirme planlarını tartıştırıyor. Aslına bakılırsa A ve B planlarının paralel yürütülüyor, çünkü AB sınırlarının »biyometrik geçiş kontrol sistemleri, radarlar ve kamera sistemleri, kişilere ait bilgileri tek noktada toplayacak kontrol merkezleri ile donatma« ihalesi, Alman-Fransız silah tekeli Airbus’a verildi bile. Mülteci kamplarının, hatta sınırdışı edileceklerin tutulduğu hapishanelerin özelleştirilme planları da düşünülürse, insan bedeninin nasıl metalaştırıldığı daha iyi anlaşılabilir.

Doğu Avrupalı hükümetler, Schengen Antlaşmasının askıya alınmasını da dile getiriyorlar. Ancak Schengen bölgesi içinde günde 1 milyon ton ürünü TIR’larla, üç yüz bin tonu ise demiryoluylanakleden Alman sermayesi buna karşı çıkıyor. Niyetleri farklı: Federal Hükümete »krizle« baş edebilmek için, »yasal asgari ücretin düşürülmesi, ücret vergilerinin artırılması, sosyal giderlerin kısıtlanması, emeklilik yaşının yükseltilmesi« gibi bir dizi »acil tedbir« öneriyorlar.

Kısacası, emperyalizm hem 60 milyon insanın mülteci olmasına neden oluyor, hem de mültecileri tekellerin kârlarını artırmaları, dış politikanın militaristleştirilmesi ve kapitalist sömürünün derinleştirilmesi için kullanmak istiyor. Kapitalizmin insana düşman oluşunun bir kanıtı değil mi bu?