Basın/Medya mültecilere ait sayıları ayrıntılı bir şekilde vermeye başlayınca, gerici, fanatik milliyetçi ve ırkçı grup ve partiler aynı anda harekete geçti. Zira, 2015 yılında Almanya'nın kabul ettiği mülteci sayısı 800 bin iken, 2011 yılında bu sayı 550 bin kadardı.
Açıktır ki, birbirini takip eden bir tempo halinde periyodik olarak sürdürülen ve henüz sonuçlanmayan paylaşım savaşı kaçınılmaz olarak kaçış içinde olan ve ülkelerini terk eden mültecilerin sayısı katlanarak artmasına neden olacaktır.
Dresden Heidenau'da, Brandenburg Nauen da, Berlin-Hellersdorf, Sachsen, Bayern ve Würtemberg eyaletlerinde bazı saldırıların gerçekleşmesinin akabinde, mültecilere tahsis edilecek binalar kundaklanıp ateşe verildi. Ve mülteciler doğrudan fiziki saldırılara maruz kaldı.
Bu saldırılarda en dikkati çeken yön/nokta ise Dresden yakınlarında bulunan küçük bir yerleşim birimi olan Heidenau da, Neo Nazi ırkçı ve aşırı sağcı milliyetçi gruplar, mültecilerin ikamet ettiği binanın önünde iki gün üst üste toplanıp, mültecilere yönelik saldırılarını büyük bir cüretkarlıkla sürdürdüler. (Frankfurter Rundschau,26.8.2015)
Bu saldırı ve kundaklamalar öyle bir noktaya ulaştı ki, kısa süre içinde-Temmuz-Eylül ayı itibarıyle- resmi verilere göre saldırı sayısı 22 olarak tesbit edildi. (FR 28.9.2015) Bu yabancı karşıtı grupların saldırılarını tırmandırması sonucu Cumhurbaşkanı Gauck, Başbakan Merkel, Başbakan yardımcısı ve SPD Genel Başkanı Gabriel bu saldırıların yoğunlaştığı bölgede incelemelerde bulunmak zorunda kaldı. Bu inceleme ve ziyaret öncesi, Nauen da Brandenburg eyaletinde olan bu yerleşim biriminde mültecilere/göçmenlere ikamet etmeleri için hazırlanan bina ateşe verildi. (FR 26.8.2015)
Tam bu sırada, geçiş noktalarında Avrupa'ya çıkmak/ulaşmak için engellerle karşılaşan ve sınırlarda bekletilen mültecilere sınırları kapatmak, mültecileri geri göndermek yerine, Almanya resmi olarak göçmenlerin Almanya'ya geçişlerine izin verilmesi, Almanya'nın yıllardır izlediği geleneksel devlet politikasında bir değişime gittiğinin de göstergesidir. Bu değişim aynı zamanda bir hükümet poltikası olarak görülmelidir.
Almanya'nın koalisyon hükümeti, mültecilerin kabul edilmesi konusunda politikasını açıklamasıyla, bu aynı ölçüde diğer Avrupa ülkeleri için geçerli olacak mültecilerin kabul edilmesi bağlamında belirleyici bir görüş ve talimat şekline dönüştü. Bu durum Almanya'nın izlediği ekonomik-poltika ile ilgilidir. Almanya hükümetinin uzun yıllardır önce Hıristiyan Birlik ve Liberaller, akabinde kurulan Hıristiyan Birlik ve SPD koalisyon hükümeti ile tasaruf programını uyguluyor ve sıkı para poltikası izliyordu.
Diğer üye ülkeler ile kıyaslandığında, Almanya'nın bir adım önde olduğu görülüyor. Avrupa Birliği içinde dominant bir güç olarak lider konumunu koruyan Almanya dolaysıyla ön cephede yer alıyor. Çünkü yıllardır Almanya da kalifiyeli işçi açığı olduğu, teknik elemana ihtiyaç duyulduğu söyleniyordu. Bu açığı gidermek için mültecileri daha düşük ücretler ile çalıştırmak daha kolay olacaktır.
Dolaysıyla Almanya da yaşayan yabancı ve göçmenlerin bu ihtiyacı karşılamadığı için “bir problem” oldukları, sosyal yardımları ile geçindikleri aslında söylenmek isteniyor.
Bu söylem, Neo Nazi, agresif aşırı sağ, milliyetçi gruplara yeterince “ ideleojik malzeme “sunmakta, ayrımcılığı ve yabancı düşmanlığını körüklemekte, sosyal sorunlar, işsizlik ve yoksulluk gibi yapısal sorunlar ve çelişkiler üzerinde faaliyet yürüten, görüşlerini yabanci aleyhtarlığı şeklinde formüle eden bu grupların toplum içinde yer edinmek istedikleri açıktır.
Bu ortamda, kendisine son yıllarda zemin bulan ve bu zemin üzerinde boy veren, yabancıları da boy hedefi haline getiren, dikkatleri üzerine çeken bu gerici ve milliyetçi grupların başında PEGİDA , AfD vs. geliyor. Yeni haberleşme teknolojisini de kullanarak yabancı ve göçmelere karşı duyulan aynı düşmanlıkları besledikleri gruplar ile hızlı iletişimle/mobilasyonla, 20 Ekim 2014 de 350 kadar bir katılımcıyla başlayan protestolar, kısa bir süre içinde, Dresden de 20 bin kişinin katıldığı bir kitleselliğe dönüştü.
Mültecilerin kabul edilmesi, her ne kadar sorumlu sağ duyulu bir davranış olsa da, Alman devleti bu gelişmelerde muaf olmadığı gibi bu krizde fazlasıyla sorumludur. Almanya başta olmak üzere diğer AB ülkeleri kriz bölgelerine silah ve askeri malzeme gönderdiği sürece ve bu bölgelerde kimi grupları iç çatışmaya ve iç savaşa sevk etmek yönünde taraf olma pozisiyonları korundukça, göçlerin ve mülteci akınının önlenemeyeceği açıktır.