Aslında bu soru “neye muhalefet” şeklinden de sorulabilir. “Neye muhalefet” edildiği doğru tespit edilirse, kimin muhalefet olduğu da doğru tespit edilir. Türkiye’nin uzunca bir süreden beri en önemli sorunu Kürt sorunu olarak kabul edilir. Doğru olan da budur. Kürt sorunu mevcut koşullarda en temel, en güncel ve en belirleyen sorundur. Denir ya “hangi taşı kaldırsak” altın da Kürt sorunu çıkar, tam öyle bir durum. Türkiye’nin en büyük sorunu bu olduğuna göre muhalefette buna göre oluşacaktır.
Ancak muhalefet konusuna dair önemli bir noktayı açıklamak gerekir. Yazının konusu “her türden muhalefet” değil, “demokratik muhalefet”tir. Peki “demokratik muhalefet” nedir? Kürt sorununa demokratik çözüm öneren veya böyle bir çözüme yakın duran her politik program, “demokratik muhalefeti” temsil eder.
Sistem içi siyasal grupların parti ve çevrelerin birbirleriyle çatışmaları, birbirlerine karşı muhalefetleri elbette önemlidir. Ancak bu muhalefet, iktidarla ne kadar çelişirlerse çelişsin, eğer Kürt sorununda demokratik bir çözümünden yana değillerse, “demokratik muhalefet” olarak kabul edilemez. Dolayısıyla bu tür muhalefete, demokrasi getirecek bir güç gibi yaklaşmak doğru değildir.
Basit bir mantık yürütmesiyle bu gerçeği görmek mümkündür. Varsayalım ki sistem içi muhalefet, birlikte veya ayrı olarak iktidar oldu, demokrasi güçleri ve Kürt halkı açısında nasıl bir gelişme olabilir? Mesela CHP iktidarında Kürtlerin talepleri kabul edilebilecek, ya da Kürtlere karşı sürdürülen savaş sonlandırılacak mı? CHP’nin demokrasi adına bütün söyledikleri Kürt sorununda izlediği ırkçı, asimilasyoncu tutumdan ısrar etmek, HDP ile görünmekten bile kaçınmaktır. İYİ Parti’nin, Saadet Partisi’nin, AKP’nin eski kurmaylarının kurduğu DEVA Partisi'nin, Sur’da, Ceylanpınar da yüzlerce insanın bodrumlarda yanarak katledilmesinin sorumlusu Davutoğlu’nun ne yapacakları ise sır değil, cümlenin malumudur.
Şu an iktidara karşı tutum alan bu partilerle, iktidar arasında Kürt sorunu konusunda esasta birbirlerini tamamlamaktadırlar ve bu iki güç arasındaki çelişki de demokrasi ile anti-demokrasi arasındaki çelişki değildir. Bu çelişki anti-demokratik faşist güçlerin kendi aralarındaki çelişkidir. Dolayısıyla bu partilerin iktidara karşı tutumlarının sonunda demokrasi çıkmaz, olsa olsa anti-demokratik/faşist sistemin farklı bir versiyonu çıkacaktır. Çünkü bu güçler, demokratik muhalefetin bir parçası değil, sistem güçlerinin bir parçasıdırlar. Bundan hareketle bu güçlerle programatik ve pratik iş birliklerinden uzak durmak en doğrusudur.
Muhalefet denilen bu partilerin Kürt halkına düşmanlıkları bu kadar açık ve bu kadar net. Bu durumda, iktidarla aralarındaki çelişki, pasta ve iktidar paylaşımı kavgasından ibaret olan söz konusu partileri, “demokratik muhalefet” olarak kabul etmek doğru olur mu? Bütün sorunların anası olan Kürt sorununda en küçük bir demokratik çözüm önermeyen, ısrarla yok etmeyi imhayı ve asimilasyonu dayatan bu partilerle nasıl bir yakınlık veya ittifak oluşabilir? Veya böyle bir ilişki demokrasi için ne kazandırabilir?
Şu söylenebilir, “sistem içi egemen güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmak gerekiyor.” Evet, doğrudur, elbette sistem içi güçlerin çelişkileri ve çatışmaları demokratik muhalefet için büyük imkânlar ve fırsatlar sunabilir. Bunları takip etmek, bu tür imkân ve fırsatlardan yararlanmak çok önemli ve gereklidir.
Tam burada sorun oluşmaktadır ve sorun şudur; demokrasi güçleri mi egemenler arasındaki çelişkilerden yararlanacaklar, yoksa egemenler mi demokrasi güçlerinin direnciyle ortaya çıkan kazanımları, kendi aralarındaki çelişkilerden kullanacaklar? Bu sorunun nedeni, sistem içi çelişkilerden yaralanmanın politik ustalıkla birlikte doğru önderlik ve örgütlü güç sorunu olmasıdır.
Darbe süreçlerini hatırlayalım, 12 Mart’ta gençliğin önderliğinde gelişen mücadelenin sonunda askeri darbe yapılmıştı. Aynı senaryo 12 Eylül’den de yaşandı. Bu süreçlerde hâkim güçler, halkların direncinin yarattığı avantajları devletlerini tahkim etmek için değerlendirdiler. Yani demokrasi bloku, yeterince güçlü değilse veya kendi imkânlarını doğru kullanamazsa, halkların direnişinin yarattığı imkân ve fırsatlardan hâkim güçler yararlanmaktadırlar. O nedenle çelişkilerden yararlanmak adı altında sistem partilerine inisiyatif kazandırmamak çok önemlidir.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, demokrasi için can bedeli mücadele yürüten kitlelerin umudu, güveni ve beklentileri hiçbir biçimde bu partilere yönlendirilmemelidir. Egemenler arasındaki çelişkilerden yararlanmanın yolu bu sahte muhalefetin umut olacağına dair hayallere yol açmak veya bu güçleri çözüm gücü gibi görmek/göstermek olmamalıdır.
Bir başka argüman olarak, “Erdoğan’ın despotik iktidarından kurtulalım” denebilir. Evet, tabii kurtulalım da neden sadece Erdoğan’ın gitmiş olmasıyla yetinelim? Bundan önce de birileri geldi, birileri gitti, ama halkları ve inançları, yok etme, ezme/sömürme politikasında hiçbir değişiklik olmadı. Mesela Erdoğan’dan önceki iktidarların hangisinde özgürlük, demokrasi, adalet ve eşitlik vardı? Hangi iktidar döneminde Alevilerin, Kürtlerin hakları kabul edilmiş, ezilenlerin, işçilerin, gençlerin, kadınların sorunları çözülmüştü. Neden bu yok edici sistemden tamamen kurtulmayı esas almayalım? Neden tek çözüm olan demokratik cumhuriyeti gerçekleştirmeye yönelmeyelim?
Bunun mümkün olmadığı söylenebilir. Tam tersine mevcut koşullar bunun için olağanüstü imkânlar ve fırsatlar sunmaktadır. Bu gerçeği hesaba katmamak tarihsel olarak büyük bir fırsatı kaçırmak, siyasal olarak yanlış hesap yapmak olacaktır. Bugün sahip olunan imkânlar, bundan önce hiçbir dönem sahip olunamayan imkânlardır ve bu nedenle bugün gerçek anlamda demokratik sistem kurulabilir.
Bunun için bugün Türkiye ve bölge halklarının dayanacağı en temel güç, Kürt halkının örgütlü gücüdür. Bu güçle birlikte olmak ve bu gücü büyüterek mücadeleyi geliştirmek ve “mutlaka kazanmak”. Biricik yol budur.