Meclis'e bulaşan kan ve meşruiyetini yitiren iktidar

HALKIN SÖZÜNÜN SÖYLENDİĞİ KÜRSÜYE KAN BULAŞTI

16 Ağustos 2024 günü yani dün milletvekili Şerafettin Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin verdiği karar üzerine genel görüşme yapılması amacıyla olağanüstü bir toplantı yaptı.

Toplantı sırasında görüşlerini sunmak üzere kürsüde bulunan Ahmet Şık, AKP'lilerin saldırısına uğradı. Ardından çıkan arbede de iki milletvekili yaralandı. Özellikle DEM kadın milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit'in kaşı, aldığı darbeler nedeniyle açıldı. 

Yüzyılı aşkın tarihi boyunca meclis birçok kavgaya sahne oldu ama Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk defa bir milletvekilinden kan aktı.

Böylece Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan “Kürsü Dokunulmazlığı” da tamamen yok edilmiş oldu.

Kürsü dokunulmazlığı, anayasada milletvekillerinin “konumları” nedeniyle onlara tanınmış olan ve belli istisnalar dışında hiçbir şekilde ortadan kaldırılamayacak en önemli korumadır. Bu nedenle belli istisnalar dışında milletvekillerinin yaptığı hiçbir konuşma ceza davalarına konu edilemez.

Anayasa Hukukunun Türkiye'deki önemli hocalarından biri olan Doç. Dr. Murat Sevinç'in 05.01.2016 yılında Diken isimli gazetede yayınlanan makalesinde belirttiği üzere, milletvekilleri kürsüde küfür bile etseler, ancak Meclis Başkanlığı’nın disiplin cezalarına maruz kalmaları gerekmektedir. Çünkü dokunulmazlığın özü, milletvekilinin meclis dışındaki tüm baskılardan müstesna tutulmasını amaçlamaktadır.

KÜRSÜ DOKUNULMAZLIĞI ASLINDA HALKIN, YANİ KAMUNUN EN ÖNEMLİ GÜVENCESİDİR

Kürsü Dokunulmazlığı iki nedenle tanınmıştır. 

Birincisi ülkenin her sorunu ile ilgili olarak, hiç kimsenin konuşmaya cesaret bile edemeyeceği meseleleri milletvekillerinin dillendirmesine imkan tanımak ve bunu yaparken kendini cesur hissetmek zorunda kalmasına ihtiyaç duyulmamasını sağlamaktır. Yani cesur olmasa bile milletvekilinin, hiçbir kaygı duymadan istediğini söylemesine olanak vermektir.

İkincisi ise, halkın kaderi ile ilgili yasalar çıkarılırken her şeyi söylemesine, her itirazını dile getirebilmesine olanak vermektir.

Bu nedenlerle dokunulmazlık esasen milletvekiline değil halka, yani kamu yararına tanınmış bir ayrıcalıktır.

Dün yapılan saldırı ise, bundan sonra milletvekillerinin can güvenliği endişesi duymadan konuşmalarını imkansız kılmıştır. Aynı zamanda anayasanın halka tanıdığı bir hakkı ortadan kaldırdığı için “Anayasa İhlalidir”. 

AKP İKTİDARI ANAYASAYI TANIMADIĞINI İLAN ETMİŞ OLDU  

Aynı zamanda iktidar, saldırgan milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Selim Köroğlu'nun bu saldırganlığa onay veren açıklaması aracılığıyla, kendini Anayasa ile bağlı görmediğini açıkça ilan etmiştir.

Genel Görüşme Talebinin nedeni Anayasa ihlalini konuşmak iken, yapılanla halkın en önemli güvencesi ortadan kaldırılmış ve Anayasa tamamen işlevsiz hale getirilmiştir. Çünkü, milletvekilinin kürsüde konuşmasına bile izin verilmemişken, hiç kimsenin iktidarın kanun, yasa veya anayasanın ihlali ile ilgili uygulamaları hakkında konuşmaya cesaret etmesi beklenemez.

ANAYASALAR, DEVLET VE ORGANLARININ YETKİ SINIRLARINI BELİRLERLER

12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında yürürlüğe giren 1982 Anayasası'nın ardından, daha çok anayasadaki vatandaşın görev sorumluklarından söz edilir oldu. Özellikle iktidar yanlısı basında sürekli olarak buna vurgu yapılmaktadır. 

Örneğin, Hürriyet gazetesinin 21 Mayıs 2021 tarihinde yayınladığı Anayasa Nedir, sorusuna cevap veren makalesi “Devletlerin sahip olduğu birçok hak vardır” cümlesi ile başlamaktadır. Oysa anayasalar, devlet ve organlarının, halka karşı görev ve sorumluklarını; iktidarların ve diğer devlet yetkililerinin yetki sınırlarını belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. 

Anayasa gibi toplum sözleşmeleri bu nedenle her zaman halk oyuna ihtiyaç duyarlar.

1982 Anayasası gibi anti-demokratik bir Anayasa bile bu nedenle, başlangıç hükümlerinin üçüncü cümlesinde “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu

Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;”nı yazmak zorunda kalmıştır. Çünkü, darbeci askerler bile halkın onayına ihtiyaçları olduğunun bilincinde idiler.

1982 Anayasası'nın 6. maddesinde de yine bu nedenle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazar.

ANAYASANIN UYGULANMASI GÖREVİ HALKTADIR

1982 Anayasası aynı zamanda başlangıç hükümlerinin dördüncü cümlesinde “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;”nu yazmış ve tam bu nedenle Anayasanın uygulanmasını hiçbir devlet kurumuna emanet etmemiştir. 

Başlangıç hükümlerinin sonunda, “Anayasanın sözüne ve ruhuna sadakatle yorumlanıp uygulanmak” üzere “demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” denilmiştir.

Maalesef AKP iktidarı toplumsal çatışmalar üzerinde sürdürmek istediği hükümdarlığını böylece yasa ve hukukun üstüne çıkararak en çok kendine zarar vermektedir. Çünkü, yasa ve hukuktan bağımsızlık, 2016'dan bu yana sürdürdükleri darbeyi tamamlayarak yeni bir düzen inşa edemedikleri için, aynı zamanda meşruiyetlerini ve hukuksal zeminlerini kaybetmek anlamına da gelmektedir. 

Bundan sonra insanlardan yasalara ve hukuka uymasını bekleme hakkını da kaybetmiştir.

Artık yasaların ve hukukun bağlayıcı olmaktan çıktığını gören sokaktaki insanlardan, kendilerini hangi normlara bağlı hissetmelerini isteyebilecektir.

BUGÜN ANAYASA VE HUKUKU İŞLER HALE GETİRMEK SAVCILARIN GÖREVİNDEDİR 

 İngiliz ve ABD Anayasaları gibi bazı anayasalarda, kötü yönetimde bulunan iktidarlara karşı halka silah dahil her yolla karşı koyma hakkı tanınmıştır.  

1982 Anayasasında ise tek güvence olarak mahkemeler gösterilmiştir. Bu nedenle 1982 Anayasası'nın 9, maddesinde “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” denilmiştir. 

Yine bu nedenle hukuka aykırı davranan cumhurbaşkanı dahil her devlet görevlisini soruşturabilmeleri için, sadece savcıların unvanının önünde “Cumhuriyet” ibaresi vardır. 

Özellikle en büyük güvence olan Anayasa mahkemesinin kararlarının bile yok sayılması, halkın tüm güvencelerini yok etmektedir. 

Artık ülkenin her yerindeki savcılar görevlerini yerine getirmek üzere harekete geçmek zorundadır.

MUHALEFET, GÜVENLİK SORUNU HALİNE GELEN AKP İKTİDARINI GÖNDERMELİDİR

Tüm kurumlar siyasallaştırılarak, başlarına iktidar yandaşları atanmıştır.

Devlette liyakat yok edilmiştir.

Vali ve kaymakamlar iktidar partisinin sözcüleri gibi davranmaktadır.

Devletin en önemli ve ağır silahlarla donamış güçlerinden biri olan Özel Hareket Daire başkanı, iktidar ortağı parti başkanının elini kamuoyu önünde öpebilmektedir.

Birkaç gün önce emekliye sevk edilen jandarma komutanı Arif Çetin gibi tüm devlet görevlileri, iktidarın borazanlığını yapmaktan çekinmemektedir.

İktidarın en önemli adamları çete liderleriyle fotoğraf çekerek sosyal medyada paylaşabilmektedir. 

İktidar yanlısı olduğunu söyleyen herkes, her fırsatta silahlı pozlarla sosyal medyada yer alabilmektedir.

Cumhurbaşkanı dahil birçok üst düzey yetkili, hatta yargıtay üyeleri kararlarında, Anayasa Mahkemesini tanımadıklarını, kararlarına karşı kendilerini bağlı hissetmediklerini açıkça dile getirebilmektedir.

AKP ve MHP sözcüleri, halkın en büyük güvencesi olan Anayasa Mahkemesinin bir güvenlik sorunu olduğunu söyleyebilmektedir.

Tüm bunlarla birlikte mecliste dün yaşananlar, AKP iktidarını ortaklarıyla birlikte ülke için en büyük güvenlik tehdidi olduğunu; iktidarı bırakmamak için ülkeyi çöküşe götürmekten çekinmeyeceklerini net olarak göstermişlerdir.

Muhalefet açısından bundan sonraki en önemli görev, bir araya gelerek, bu hukuk tanımaz iktidarı ülkenin başından uzaklaştıracak politikalar geliştirmek olmalıdır.