Marx’ın analizlerine dayanarak, günümüz burjuva partilerinin – ki, ismiyle hiç bir bağlantısı kalmamış olan sosyaldemokrasiyi de bunlar arasında sayıyoruz – temel görevlerinden birisinin, kapitalist vahşetin sivriliklerini törpüleyerek tekelci burjuvazinin sınıf tahakkümüne toplumsal rıza kazandırmak olduğunu söyleyebiliriz. Elbette kapitalizmin sivriliklerinin törpülenmesi, alttan yukarıya toplumsal direnç ve kararlı sınıf mücadelesi olmadığı müddetçe, »mış gibi« olmaktan ileri gitmiyor.
Ancak »törpüleniyormuş gibi« görüntüsü dahi, sadece refahını kaybetmekten korkan, parçalara bölünmüş ve bu nedenle direnç refleksleri zayıflamış olan Avrupa toplumları üzerinde uyuşturucu etkide bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda reformist Avrupa toplumsal ve siyasî solunun da angarya işlerle boğuşmasına neden oluyor. Baksanıza, AP eski başkanı ve SPD’nin yeni Şansölye adayı Schulz’un »sosyal adalet« lafını ağzına alması dahi, politika değişikliği olabileceği umutlarının yeşermesine yol açmıştı. Hoş, yalancının mumu, daha yatsıya kadar dayanamadı, ama etrafa saçılan yalanlar F. Alman işçi sınıfını uyutmaya yarayan »ninni« işlevini görmeye devam ediyorlar hâlâ.
Bu »ninni«nin ne denli büyük bir etkide bulunduğunu en iyi bilen ekip, F. Alman tekelci burjuvazisinin siyasî temsilcileridir. Bu arada F. Alman emperyalizmini küçümseyenlere, umut bağlayanlara veya sınıf mücadelesine burun kıvıranlara da anımsatalım: Her ne kadar ulus devletine geç kavuşmuş olsa da, iki dünya savaşının, faşizmin ve 67 yıllık »Avrupa macerasının« da katkılarıyla dünyadaki en deneyimli, en rafine ve en saldırgan egemen sınıfın F. Alman burjuvazisi olduğunu unutmamak gerekiyor.
İşte bu gerçek unutulunca, F. Alman hükümeti başta olmak üzere, Avrupalı hükümetlerin salt temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını kollamak üzere hareket ettikleri görülmüyor, Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek çıkacakları yanılgısına düşülüyor. AKP-Saray diktatörlüğünün en önemli destekçisinin F. Almanya olduğu ve Federal Hükümetin Türk devletinin muhalefete yönelik politikalarını bire bir uyguladığı unutuluyor, asıl mücadeleye, yani sınıf mücadelesine katılmak yerine, burjuva partilerinden yardım umuluyor ve bizzat bu partilerin uygulamaya soktukları »yasakların« ve ırkçı yasaların »demokrasi ayıbı« olduklarından hayıflanılıyor.
Liberallere, kendilerini hâlâ »demokrat« zanneden sol-liberal küçük burjuvalara veya burjuva milliyetçilerine yönelik değil bu anımsatmalarımız tabii ki. Sözümüz, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçlerinin Avrupa’daki temsilcileri ile Kürt Özgürlük Hareketinin buradaki kurumlarınadır.
Peki bunları niye yazıyoruz? İki yıldönümüne ve bunlardan çıkartılacak öğretilere dikkat çekmek için! Dün, yani 5 Mayıs, Karl Marx’ın 199’uncu doğum günüydü. Bugün ise, yani 6 Mayıs, Denizlerin anıldığı gündür. Marx öğretisiyle bize genel anlamda sınıf çelişkileri üzerine kurulu toplum biçiminden, tüm üyelerinin çıkar dayanışmasına dayanan sınıfsız topluma giden tarihsel sürecin bilincine varmamıza yardımcı oldu. Deniz Gezmiş ise son nefesinde, emperyalizme karşı mücadelenin halkların dayanışmasından geçtiğini haykırdı. İşte, insanların uyandırılması gibi bir görev atfediyorsak kendimize eğer, tam da bugün Denizlerin şahsında güneşe yürüyenleri anımsamalı, Marx’ın bayrağının altında bir araya gelmeliyiz.
6 Mayıs 2017