Bu başlığı neden kullandım? Çünkü her iki üçlü de aynı üç farklı köken var da ondan.
Mahir Çayan sünni bir Türk aileden, Hüseyin Cevahir alevi bir Kürt aileden, Ulaş Bardakçı alevi bir Türk aileden. Yani, sünni, Kürt, alevi üçü bir arada THKP-C'nin lideri üç devrimci.
Aynı sıralaması olan Abdullah Çatlı sünni Türk, Hüseyin Kocabaş alevi Türķ, Sedat Bucak sünni Kürt üçü bir arada devlet'in tetikçisi ve mafya işleri de olan üç faşist.
Susurluk kazasında aynı zırhlı aracın içinde idiler. Kısacası, her iki üçlü grup da, Sünni, Alevi, Kürt var. Öldürülen ilk üçlü devrimci'nin derdi, Sünnicilik, Alevicilik, Kürtçülük değildi. Emperyalizme ve oligarşiye karşı ezilen halklar'ın kurtuluş mücadelesin de silahlı mücadele'nin gerekliliğine inanmış ve bu uğurda hiç bir çıkar gözetmeden, hiç bir terettüde düşmeden bağımsız demokratik bir Türkiye için can verdiler. 1971 de kurdukları parti'nin adı ise, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi ( THKP-C ) oldu.
THKP-C, tüm ezilenler'in partisi, ezilenler'in cephesi olma iddiası ile kuruldu ve silahlı bir isyan bayrağı olmayı da kendi döneminde başardı. Kızıldere, 30 Mart 1972 de On'lar'ın, yani Mahirler'in kanları ile Kızıldere oldu. 1974'ler sonrasında Kızıldere, Irmak oldu, Nehir oldu, Deniz oldu. Ve Türkiye'nin her tarafında, her şehrinde ki, her kasabasında, köylere varana dek, daģ taş, "Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa kadar Savaş! " sloganları ile donatıldı. Devasa bir devrimci halk hareketi ortaya çıktı. Bu hareket, hem emperyslizm'in hem işbirlikçisi Oligarşi'nin gözünü çok korkuttu, hem de 1968-69'lar da Amerikan askerlerini Dolmabahçe'de denize döken Devrimci Gençlik ( Dev- Genç ), artık bir halk hareketine dönüşen ve işbirlilçi oligarşi ile her alan da çatışan cesur bir güce dönüşmüştü.
Abdullah Çatlılar, işte bu yükselen devrimci dalgayı durdurmak için devlet'in ve CIA nin besleme tetikçileri olarak sonraki yıllarda ortaya çıktılar. Görevleri, "Kahrolsun Amerika, Bağımsız Türkiye, Katil Oligarşi!" diyen devrimcileri, sosyalistleri öldürerek "Komünist tehlikeyi" durdurmak oldu. Bunun için hem devlet, hem de Amerikan CIA dan bol bol para aldılar. Alparslan Türkeş öldüğünde, İngiliz bankaların da 2 milyon dolar para hesabı ortaya çıktı. Daha sonra bu para'nın miras kavgasın da kızları, oğulları birbirine düştü, mahkemelik oldular. Bunu bilmeyen yeni nesil, internete girip, arşivlerden öğrenebilir.
Çatlılar kiralık katil olarak sadece devlet ve CIA dan para almadılar, onlar aynı zaman da kendi mafya örgütlenmesini de kurdular. Uyuşturucu, kumar, ve haraç işlerinden de para kazandılar. Alevi Hüseyin Kocabaş, Kürt toprak ağası Sedat Bucak, sünni Türk Abdullah Çatlı'yı bir araya getiren işte bu çıkar ilişkileri olmuştu.
Mahir, Hüseyin, Ulaş, yoksul halk'ın gecekonduların da, fabrikalarda işçi grevlerinde, gençliğin anti-faşist mücadelesinde, memurların ve köylüler'in mücadelesinde, sünni oldular, alevi oldular, Türk oldular, Kürt oldular, Çerkes oldular, Ermeni, Rum, Süryani oldular. Kısacası ezilenler'in can yoldaşı oldular. Onları bir araya getiren tek şey, baskı ve sömürü'nün her çeşidine karşı olan insanlık ideali ve kardeşliği olmuştu. Bu yüzden de, devrimci hareket'in etrafında adı geçen tüm farklı inanç ve halk grubun dan herkes bir araya gelmiş, ortaklaşan bir mücadele yükselmişti. Çatlılar ise, tetikçi, katil, mafya üçgeninde firma sahipleri ve toprak ağaları olarak çıkar birlikteliğin de sadece alevi, sünni Türk ve Kürt karışımı faşist olarak kaldılar.
Mahirler'in, Denizler'in, İbolar'ın bıraktığı devrimci miras da tüm ezilenleri bir araya getiren bir ruh'un şahlanışı vardı. THKP-C bunlar'ın arasında en geniş halk potansiyeline ulaşmış bir çekim merkezi olmuştu. Devrimci Yol, Devrimci Sol, MLSPB, Acilciler vb. THKP-C kökenli hareketler' in toplamı, Türkiye devrimci hareketi'nin en geniş halk kitlesine sahip bir özellikteydi. " Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa kadar Savaş! " şiarı milyonlarca yoksul Türk'ün, Kürt'ün, Çerkez'in, Laz'ın, Ermeni' nin, Süryani' nin, alevi' nin, sünni'nin ortak şiarı olmuştu. Ve durdurulamayan güçlü bir dalga gibi yükseliyordu. Bu yükselen ortaklaşmış mücadele de kuşkusuz diğer başka örgütler de vardı. TKP, TİP, TDKP, TKP/ ML- TiKKO gibi devrimci sosyslist örgütlenmelerde de her kökenden insanlar vardı. Ve tümü'nün toplamı faşizme karşı mücadele de denge sağlayacak bir gücü oluşturuyordu.
Şimdi bunun yerin de yeller esiyor. Bence bunun çok nedenlerini saymadan önce, ki çok uzun hikaye, iki ana nedeni var. 1- 12 Eylül 1980 faşist cuntası'nın Sol'u tırpanla biçmesi. 2- Sol' dan boşalan yere giren PKK'nın tüm Sol'u ve devrimci hareketi Kürt- Türk diye bölmesi. 1984'ler sonrası, "Sizin Kürt olarak Türk Sol'un da ne işiniz var. Onlar, Kemalist, onlar sömürgeci, Kürt' ün Kürt den başka dostu yoktur..." türünden milliyetci yaklaşımları ile Sol'u ve devrimci hareketi bölüp parçalamada epey başarılı oldular. Bu tür yaklaşım tarzları ile, aslında " Türk'ün Türk den başka, Müslüma'nın müslüman dan başka dostu yoktur. " diyen Türk-İslam sentezcilerin den farksız hale geldikleri gerçeģi vardı. Mahir, Hüseyin, Ulaş da bir araya gelen devrimciliğin yerini Apocu Kürtçülük almıştı. İstanbul'un, İzmir'in, İzmit'in, Ankara ve Adana'ın vb. ülke'nin her köşesine, her fabrikasına, her gecekondusuna, her okuluna kadar sokulan Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğini tekrar ayağa kaldırmada önemli rol oynadı. Ormanlara varana dek Kürt- Türk sınırı çeken, ölümlerde, katliamlar da, işkenceler de, sıradan adli olaylar da elinde mercekle sadece Kürt arayan Kürtçülük, Türkçülük için bulunmaz ve vazgeçilmez bir fırsat haline dönüştü.
"Bölücülük ve iç düşman..." demagojisinde iktidar'ın inandırıcı hale soktuğu malzeme haline geldi. AKP çetesi içinde Kürt- Türk ortaklaşmış çıkar birliği yaparken, yani Susurluk kazasın da olduğu gibi aynı araba'nın içinde alevi, sünni, Kürt, Türk faşizm'in yolcuları olurken, Sol içinde Kürt- Türk yoldaşlığı'nın sekteye uğraması, bugünkü acizliğin en büyük nedenlerinden biri... İki seçenek var, birincisinde; " Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtulaşa Kadar Savaş! " var. Diğerinde ise, "Çatlı, Kocabaş. Bucak, faşizme kucak açak." var. Tercih ortada.