Gramsci'nin ifadesiyle “eskinin öldüğü, yeninin henüz dünyaya gelmediği” koşullarda, eksinin devamı olan daha demagojik şarlatanların iktidara gelmeleri,hakim güçlerin/sınıfların toplumun diğer kesimleriyle bağlarını koparması ve giderek konsensin kaybolduğu ülkelerde,Tayyip ile kafa dengi olabilecek Trump gibilerinin iktidar olmaları gerçekten krizin hala devam ettiği ve yeninin henüz doğmadığı anlamına geliyor.
ABD başkanı seçilen bu demagojik şarlatan,Irak'ın işgalinin suç olduğunu, Çin ve Rusya ile savaşmak istemediğini söylemesine karşın, söylediklerini kısa bir süre içinde devletin hakim siyasetinin lehine düzeltme yoluna giderek kısmen revize etti.
Öyle tipler ile bir kabine oluşturuldu ki, söylediklerin hiç bir kiymet-i harbiyesinin olmadığını,kendi kendisinin yalanladığını bir ana şahit olduk. Bu kabine ile Trump da diğerleri gibi tepedeki yüzde 20`ye hizmet edeceği diğer yüzde 80 ise bu politika ile kendi aleyhine olacak zararı karşılaması ve telafi edilmesi için sistemin yükünü taşıyacaktır. Kendisini çok fazla ihmal edilmiş hisseden Amerikalı-özellikle beyazlar- öfekesinin ve heyacanın kurbanı olduğunu bizzati kendisi yaşayarak görecektir. Bu derin toplumsal eşitsizliğin karşılığı elbetteki Trump olmamalıydı.Ancak tarih yine böyle tecelli etti.
Bu durum devam ettikçe, giderek kalıcı bir hal alması halinde hakim görüntünün ve yapıların daha gerici faşist karaktere dönüştüğü, mevcut olan ile faşizmi daha baskın, açık saldırı ile pratikleştiği ve icra edildiği bir sürece doğru kapının bir hayli aralandığı bir döneme girmekteyiz.Bu öyle genel gecer şeyler ile izah edilecek bir durum değil. Çünkü hala uygulanan Neo liberal politikalar ile aç, sefil ve yoksul bıraktıkları halk kitlelerini bir başka kesimlere karşı -azınlıklara,yabancılara ve farklılıklara-kışkırtarak iktidar olanlar,gelenin gidenin arattığı ve yarattıkları bu nesnelliğe bir müddet sonra sırtlarını döneceklerdir. Bu hep böyle oldu, kuşkusuz ki bundan sonra da böyle olacaktır.
Toplum içinde değersizleşen ve dıştalanan bu kesimler,bu değersizlikle birlikte kendine yabancılaşacak,toplum ile kendisi arasına ister istemez bir mesafe koyacaktır.Kuşku yok ki, bu kendisine yabancılaşmış kitleler, oluşan bu boşlukta yaşanan bu çaretsizlik ortamında bir kurtarıcıya ihtiyaç duyacaklardır.
Bu durum farkında olan egemenler, direnenleri,hala direnme cesareti olanları, kısacası demokratik sol muhalefeti baskı altına almak,şehirleri bombalamak,binaları yerle etmek,binlerle ifade edilen sivilleri bu ağır kış koşullarında aç sefil bir yaşama mahkum etmek,belediyelere el koymak,halkın seçtiği belediye başkanlarını tutuklamak,el konulmuş belediyelere kayyum atamak,belediyelerin mal varlıklarına gasp ederek, bu demokrasinin bir gereğiymiş gibi yutturmaya çalışmak, milli duyguları ajite ederek kirli işlerine meşruiyet kazandırmaya çalışmak artık geri dönülmez zor bir dönemece girildiğinin göstergesidir.
Bir çok zorluğu göğüsleyerek Parlamentoda demokratik muhalefetin partisi olan HDP'nin eş başkanları ve milletvekilerini tutuklayarak, partinin etkti alanını, halk ile ilişkilerini daralmak, partiyi bir bütün olarak felce uğratarak, işlevsiz bırakılması amaçlanmıştır.
Keza ufukta henüz yeniye dair her hangi bir emare görünmediğine göre örgütlenmenin faşizmin saldırılarına açık hale gelmesine/getirilmesine yeterince dikkat edilmediğini hatırlatmak gerekiyor. 7 Haziran öncesi gerçekleştirilen saldırılara yeterince dikkatli olunmadığı,gerekli tebdirler ve önlemlerın alınmadığı için Suruç ve Ankara katliamları önlenememiştir.
Bu derece saldırganlaşan,kontrolden çıkan olağanüstü Hal ile açık faşizmi icra eden bu despotik pratiğe karşı düzen içinde olan, düzeni yeniden düzenleyecek” başkanlığa, bölünmeye” karşı yapılan muhalefet yukarıda anlatılan hakim görününtün bir başka yönünü oluşturmaktadır.
Bu parçalı durum zaten Türkiye`de normal bir işleyişin olmadığını gösteriyor.Dolaysıyla Türkiye bugün içinde bulunduğu durum açısından bakıldığında tam analamıyla bir yönetememe krizi yaşıyor. Bu kriz bütün kesimleri etkiliyor.Yargi sistemi altüst olmuş, muhalif sol basın,yayın yasaklarıyla tehdit ve baskıyla denetim altına alınıyor.
Cezaevindeki gazeteci sayısı ise 140`in üzerine çıkmış bulunuyor. Bu sadece olağanüstü hal koşullarına mahkum edildiğimiz için değil,aynı zamanda olağanüstü koşullarla nasıl mücadele edeceğimize dair geliştirilecek ortak örgütlenme yöntemelerine bağlı olarak çalışma yöntemlerinin tayin edilmesine bağlıdır.
Bu noktadan sonra artık krize kaynaklık eden, krizden çıkışın yolları aranmalı ve alternatif yeni örgütlenme yöntemleri geliştirilmelidir.Önüne geleni tutuklayarak sorun çözeceğine sanan,düşman gördüğü her kuruma kayyum atayan,eskiden darbeci olduğu iddasıyla tutuklanan askerler bugün muzaffer komutan edasıyla hükümete strateji belirleyerk,hükümete yakın kanallarda akıl vermeyi büyük bir heycanla südürüyorlar.
Bu kirli ittifaka karşı cılız da olsa,sesler biraz daha gür çıkmaya başladı.Şüphesiz ki bu tepki ve itirazların arkası gelecektir. Kaldı ki,demokratik kitle örgütleri-Sendikalar- darbe teşebbüsü sonrası seslerini olanca gücüyle sokağa yansıtmaya çalıştılar. TÜSIAD`ın itirazi geçikmiş olarak gelmiş olması da, Erdoğan – AKP bütünlüğüne sarsıcı etkisi olacağı açıktır.
Siyasi olarak yaşanan krize bir de ekonomik kriz eklenince,işler tam analmıyla sarpa saracaktır. Zaten 2016 yılına ait büyüme oranı revize edilerek,yüzde 3`ün altına düşürüldü ve akılcı,rasyonel tebdirler alınmazsa,önümüzdeki yıl büyüme oranı yüzde 3`ün üzerine çıkmayacaktır. Bu duruma paralel olarak işsizlik oranı yüzde 20`lere yaklaşacaktır.Bu olumsuzluğa eşlik eden diğer bir faktör ise TL, dolar ve avro karşısında değer kaybının önlenememesi halinde,faizlerin yükselmesini beraberinde getirecek, enflasyon kaçınılmaz olarak artacaktır.Dolaysıyla kurlardaki artışla birlikte şirketler ödeme zorluğu ile karşılacaklardır.Bankalar kredilerini tahsil etmekden ciddi zorluklar yaşayacak,yeni kredilerin açılmasında/verilmesinde ise Bankalar ister istemez isteksiz davranacaklardır.
Bu gerçeklikle yüzyüze gelen rejim,toplumun üzerinde önemli bir külfet oluşturan fiyat ve vergi atışları, halkı yoksullağa mahkum eden ekonomik kararlara karşı da halkın muhalefetinin yükselmesine hizmet edecek, kitlelerin sokağa çıkmasını tetikleyecektir. Böyle olduğu için her kafan bir ses çıkıyor, bürokrasi ayrı teleden çalıyor, bu akıl karışıklığı içinde birbiri ile çelişen kararların alınması da kaçınılmaz hale geliyor.
Nasıl olacaksa,Tayyip hala düşük faizden dem vuruyor,düşük faizlerle yatırımcıları önünü açacağını söylüyor. Buna karşılık yerli ve yabancı sermayenin yurtdışına çıkışı engellenmiyor. Çünkü sermaye risk almak istemiyor, yatırıma uygun güvenli ortamı tercih ediyor. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz yanlız ekonomik krizle ibaret olsaydi, belki de sorun çözülebilirdi. Ne varki, bu krize eşlik eden bölgedeki savaş da eklenince sermaye,risklerin artışına paralel olarak büyük kar hırsyla girdiği ülkeyi, panikle terk ediyor.
Türkiye ekonomisin verdiği alarm sinyalini ve taşıdığı risk eğlimlerini ancak savaşa yapılan harcamaların düşürülmesi ile içeride ve dışarda barışçı politiklara dönülmesi ıle bir nebze olsun giderebilir. Aksi halde baş aşaği tepe takla giden bu yuvarlanışın, ne Şanghay İş Birliği Örgütüne girilmesi ne AB de kalması kurtarabilir. Bu krizin oluşmasının bir diğer nedeni bağımlılık ilişkileridir. Bu bağımlı ilişkilere son verilmedikçe,Türkiye de demokratik özgür bir ortamın oluşmayacağı,başta Kürt sorunu başta olmak üzere diğer toplumsal sorunların demokratik barışçı yöntemler ile çözülemeyeceğidir. Bu sorunların çözülmesi için ortak duyarlılıkların geliştirilmesi ve ortak tavrın alınmasıyla baskı ve sömürüye son verilir ve bu baskılara maruz kalan kitlerin ortak ittifakıyla faşist, despotik rejime karşı ayakta kalınabilir.
Fidel Castro'nun cenaze töreninde,kendisine uzatılan mikrofana bir kadının söylediği gibi Comandantımzı, büyüğümüzü sevgiyle yad edeceğiz, Onu asla unutmayacağız, söylediklerine içtenlikle katılmakla birlikte evet Fidel`in öncü örnek devrimci kişiliğini alsa unutmayacağız. Küba halkına,yoldaşlarına ve dostlarına baş sağlığı diler, üzüntülerini paylaştığımızı belitmek isteriz.