"Çöpçatan Sultan“ 2019 Ekim ayında hayattan ayrılan Amerikalı yazar Sam Bobrick'in "Getting Sara Married“ adlı eserinden Türkçe'ye uyarlanmış bir oyun. Bu oyunla Komedia Türk yıllarca Arkadaş Tiyatrosu'nun mekanı olarak bildiğimiz, Urania Tiyatro Salonu'na ilk temel taşını dikti. Volkan Bayar (Esas oğlan Bahadır), Kübra Kahraman (Esas kız Seray Sarı-aynı zamanda ev sahibesi), Merve Çelik (Evlenmeye Hazir münasip es adayi)), İlknur Nazlıer ((Çöpçatan Sultan Hala)) ve Ufuk İşçi'nin (Paragöz kurye) oldukça başarılı bir ekip çalışmasıyla sergiledikleri oyun izleyicinin yoğun beğenisini kazandı.
Sevgililer Günü'nden tam da iki gün sonra (16.02) "Tiyatro izleyeceğiz." diye girdiğimiz Urania'da bir eve misafir oluyoruz. Sahnedeki evin salonunda rengarenk yastıklarla süslenmiş kırmızı bir koltuk, yan tarafta bir çalışma masası, koridora açılan kapının girişindeyse şık bir ayna var. Kimin evi burası? Seray Sarı'nın. Seray Sarı kim diye soracak olursanız, oyundaki anafigür, genç ve güzel bir avukat. Yalnız bu kadın işten-güçten başını kaldıracak halde değil. Bizi, yani izleyiciyi görmüyor bile! İzleyiciyle doğrudan iletişim kurup eğlendiren onun halası; Çöpçatan Sultan.
Çöpçatan Sultan -rol icabı(!), hayatı yiğeninden daha farklı algılayan ve yaşayan "hafif kaçık(!)" bir kadın. Yoga, spor, gitar, meditasyon derken bir yandan da gecesini gündüzüne katıp yiğenine koca arıyor. Hatta aramakla kalmayıp, en sonunda ona posta yoluyla bir koca bile gönderiyor! Nuri Erciyes Çöpçatan Sultan´ın paragöz kuryesi. Birgün el arabasına bağlayıp getirdiği baygın koca adayını kırmızı koltuğun üzerine yatırıyor. İşte tam da orada, yani absürd sahnenin ortasında hikaye en yüksek çatışma noktasına ulaşıyor. Kahkahalara boğulan izleyici "Eeee, bundan sonra ne olacak?" diye pür dikkat oyunu takibe koyuluyor.
Songül Karaca oyunun yönetmeni. Burada merak ettiğim için müsadenizle ara verip sormak istiyorum;
Songülcüğüm kuşkusuz aşkların dijitalleştiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Ancak oyundaki kurgu buna rağmen sonderece extrem. Biraz oyun metninden ve nasıl sahneye uyarlandığından bahseder misin? Bu Sam Bobrick´in "Getting Sara Married" adlı eserinin bir çevirisi ve uyarlaması. Nereden aklınıza geldi, nasıl karar verdiniz, neden bu oyun?
Songül Karaca: Evet, oyun biraz extrem... Fakat içerik olarak hemen herkesin kendini içinde bulabileceği bir oyun. Özellikle belli yaştaki gençlerin karşı karşıya geldiği durumu sahneye taşımak istedik. Biliyorsun, bizim toplulumuzda gençler genelde aile büyükleri tarafından evlenmeye zorlanır. Ancak evlilikte gençlerin ve ailelerinin merkezlerine koydukları hedefler birbirinden farklı. Gençler kariyer yapmayı düşünürken, aileler onların biran önce eşini bulup çoluk çocuğa karışmasını isterler. Özellilkle kadınlarda bu durum daha çok ortaya çıkıyor. Çünkü genç kadınlar artık kendi ayakları üzerinde durmak ve bağımlı olmamak için çalışmak istiyorlar. Burada sanki aileyle gençlerin ilgileri çatışıyormuş gibi... Ben de bu oyunu sahnelerken şu iddiayla yola çıktım: İkisi yanyana daha güzel. Yani hem aile kurma hem de kariyer yapma. Önemli olan bu ikisini başarabilmek. Bunun için de kadın ve erkek kavramının insanlar tarafından gözden geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
„Neden bu oyunu seçtik?“ sorusuna gelince; Nedeni şu, oyunu okuduğumda çok beğenmiştim. Çok güçlü bir komedi gerçekten. Öte yandan, Köln´de çok uzun zamandır -Arkadaş Tiyatrosu kapatıldığından beri- Türkçe tiyatro kültürü yok olmuş durumda. Bunu tekrar canlandırabilmek gerekiyordu. Burada Türkçe tiyatro izleyen bir kitle var zaten. O insanları tekrar biraraya getirebilmek, hatta sayıyı arttırabilmek, yeni insanlara ulaşabilmek için bir başlangıç yapmak istedik. Bu anlamda tercihimizin de çok doğru olması gerekiyordu. Sam Bobrick´in bu komedisi amacımıza çok uygundu. İnsanlar da beğendiler! Bu konuyu işlerken komedinin ciddiyetinden uzaklaşmamaya çalıştık. Absürd sahneler vardı tabi ki. Ama bu günlük hayatta da yok mu sence?
Hesaplı ilişkilere rağmen: YAŞASIN AŞK!
Evet, kesinlikle haklısın. Oyunun figürlerinden Seray ve Bahadır aşka ve evlilik kurumuna mesafe almış, kendi kurallarına göre yalnız yaşayan, ama dürüst ve açık sözlü iki insan. İkisi de çocuk sahibi olmanın hayat alanını daralttığı görüşünde. İkisi de aynı evde ikinci bir kişiye tahammül edecek durumda değil. Hisleri tamamen kontrol altında. Üstelik bu ikisi kontrol altındaki hislerini işlerine verdikleri dikkatten dolayı farketmiyorlar bile! Onların farketmedikleri hayatın iki ucunu; paragöz kurye Nuri Erciyes´in ha-bre dağıttığı kartvizitlerde ve Çöpçatan Sultan´ın fal bakmak için açtığı tarot kartlarında okuyoruz. Burada Nuri fırsatlara ve paraya dayalı ticari hayatı temsil ederken, Sultan spiritüel düzlemde başkalarının hayatlarına müdahale ederek -sözümona(!) bir denge yaratmaya çalışıyor. Tabi ikisinin arasında kalan bir hayat daha var. O da Hale Hangar´ın hayatı. Hale Hangar Bahadır´ın kendini evlenmeye zorladığı nişanlısı. Yaygın kanıyla "evliliğe hazır ve münasip" bir kadın. Bunu, onun öz-be-öz nişanlısı Bahadır´ı kıvrak taktiklerle takip ve kontrol etmesinden anlıyoruz. Ta ki Seray´ı sözleriyle ince ince ezdiği bir sahnede Seray´ın artık dayanamayıp evlilik hakkındaki fikirlerini açıklamasına kadar. Evlendiğinde hele çocuk doğurduğunda aile kurumunun dar sınırlarına hapsolacağını farkeden Hale Hangar da hemen oracıkta -zaten yeterince sevmediği- nişanlısını terkediveriyor. Derken oyunun esas oğlanı Bahadır ile esas kızı Seray arasındaki kontrol perdesi aralanıp aşk sahnesine dönüşüyor. Bir kaç öpüşme sahnesi bile var.
Burada dikkatimi çeken aşk ve hesaplı-kitaplı ilişkiler. Sahi, Bahtiyar bey siz oyunun sanat yönetmenliğini yaptınız. Ama sorum içerikle ilgili. Anafikri özetleyecek olsak, ne dersiniz? Dijitalleşen toplumsal ilişkiler bizi nereye götürüyor?
„Huysuz ama müthiş bir ihtiyar!“ Sam Bobrick
Bahtiyar Engin: Sorunuzu cevaplamadan önce, başta şunu söyleyeyim. Ben bir Sam Bobrick hayranıyım. Müthiş bir ihtiyar, Amerikalı. Zaten sizin de belirttiğiniz gibi kendisini geçtiğimiz Ekim ayında kaybettik. Bi kere Sam Bobrick Komedia Türk´e çok uğurlu geldi. Komedia Türk İstanbul´da da Sam Bobrick´in „Halktan biri“ adlı oyunuyla açılışını yaptı. Bu oyunda Trump´tan yola çıkılarak, siyasetçilerin halk üzerinde nasıl oyunlar oynadığına dair mesajlar veriliyor. Yani ciddi bir komedi. Sam Bobrick müthiş!... Bir bakıyorsunuz çok ağır bir dram yazıyor, bir bakıyorsunuz son derece felsefi, ciddi bir komedi yazıyor. Bir bakıyorsunuz derin psikolojik analizleri olan- ya da politik bir oyun yazmış. Bu haliyle hiçbir zaman yazarlığına sınır koymayan, neye ihtiyaç duymuşsa onları yazabilmiş huysuz bir ihtiyardan söz ediyoruz. İşte bizim Aziz Nesin´imize benzeyen bir tarafı var. Ben onu biraz da Muzaffer Üzgü´ye, Çetin Altan´a da benzetiyorum. Dilinin kemiği olmayan ama müthiş de bir taraftar toplama yeteneğine sahip bir yazar. Songül´ün tavsiyesiyle bu oyunu seçtik. İkimiz de Sam Bobrick´in yaklaşık 20´nin üzerinde olan oyunlarına çalışırken... Songül bu oyunu benden önce okumuştu, dalayısıyla benden önce keşfetti. Ben bizim izleyicimize göre uyarladım, yani tekstle öyle haşır-neşir oldum diyebilirim. Oyunu bulmak da sahneye koymak da tamamen Songül Karaca´nın tercihiydi.
trum tiki tak
trum tiki tak
dijitalleşmek istemiyorum
Peki, sorunuza dönelim, „İlişkiler bizi nereye götürüyor?“ diyorsunuz. İşte gördüğünüz gibi, biz sahnede organik bir ilişki kurmaya çalıştık. Bir koca adayı el arabasına bağlanarak getirildiği halde, hiç internet kullanılmadan, dijital ortam olmadan doğrudan-sıcak temasla başlayan bir karşılaşma var. Günümüzde bu ilişkilerin nasıl geliştiğini hepimiz biliyoruz zaten. Bunu uzun uzun anlatmama gerek yok. Ama en önemlisi, kafalarımızı soktuk bilgisayarların-telefonların içine, tamamen hayatı orada yaşamaya başladık. Yanımızdakinin elini tutmaktan, gözüne bakmaktan sıcak bir merhaba demekten yoksun hayatlarımız var şimdi. Ben doğal olan neyse ondan yanayım. Hatta nasıl organik gıdalar varsa, ilişkilerin de organik olması gerektiğini düşünüyorum. Gerçek bir tanışma, gerçek bir süreç, gerçek bir eğlenme...
Mesela „Toplum içindeyken mi daha çok eğleniyoruz sevgilimizle, yoksa yalnız, başbaşayken mi?“ sorusunu çok sık sorarım etrafimdakilere. Çünkü bu dijital dünyayla beraber insanlar daha çok toplumun birbirine yakıştırdığı bir çift olma ihtiyacı duyuyorlar sanki. Bu da bence aldatıcı bir şey. Ben insanların kendi akıllarıyla kendi yürekleriyle kendi hisleriyle kendi yargılarıyla birbirlerini eni-konu tanımaları gerektiğine inanıyorum ve bu türden tanışmaların dijital ortamda olmasının çok büyük sakıncalar doğurduğunu düşünüyorum. Otuz yıldır aynı zamanda hocalık yapıyorum. Parçalanmış ailelerdeki çocukların durumu bunu kanıtlıyor zaten. İşte o noktada bu oyunu seçtik. Hem oyun bizim ekibimize de çok uygundu. Çalışacağımız oyuncular belliydi. Onlara göre bir oyun seçmeliydik.
Havada uçuşan ithal damat ve gelinler
Bir yandan da düğünlerin çok revaçta olduğu bir ülkede bu oyun anlaşılacak bir şeydi. Burada tabi Almanya´da yaşayan Türkiyeli çevreyi kastediyorum. İthal gelinlerin, ithal damatların havada uçuştuğu bir yerde(Almanya), bu konunun insanları biraz yakalayabileceğini düşündüm.
Oyuncularımız da daha önce hiç sahneye çıkmamış, sadece haftasonu provalara gelip bizde üç-dört saat kurs gören insanlar. Yani oyunculukla, kostümle, dramaturjiyle, sahneyle, dekorla, ışıkla hiç tanışmamış, bu alanda hiç tecrübesi olmayan beş arkadaşımızla bu oyunu çıkardık. Üstelik herbiri çalışıyorlar. Çocukları var. Kimi çok uzak şehirlerden haftanın bir günü prova için ta Köln´e gelmek zorunda kaldı. Üstelik prova mekanımız da yoktu. Volkan arkadaşımız mesela, evini açtı bize. Provalar onun oturma odasında yapıldı.
Bence oyunun kendisinden içeriğinden çok KomediaTürk´ün o beş aslanı hangi şartlarda sahneye çıkardığını da gözetmek gerek. Hatta iki tane de ışık odasında var. Yıldıray´la Şenol, ve Türkiye´de görsellerle uğraşan Burak ve Serdar´dan da bahsetmek istiyorum. Bu arkadaşlarımızın çabası ve birlikte çalışma sürecinde edindikleri deneyim de en az oyun kadar önemli bence.
Ve inşallah, -zaten Arkadaş Tiyatrosu´na da değiniyorsunuz-, inşallah Arkadaş Tiyatrosu´nun ruhunu da küllerinden yeniden diriltip Komedia Türk´ü o binaya yerleştirmeyi çok, ama çok isterim!
Songül Karaca:
Burada ben de kısaca bir ekleme yapabilir miyim? KomediaTürk olarak çalışmalarımızla, eğlence hayatının sadece konserlerde, barlarda olmadığını, insanların tiyatroya geldiklerinde de eğlenebileceklerini, hatta daha kaliteli eğlenebileceklerini, yani eğlenirken hayatı sorgulayabileceklerini, göstermek istiyoruz.
Köln´de çok başarılı bir prömiyerle açılışı yaptık. İddialiyim bu konuda! İlerde Köln´de zaten var olan potansiyeli canlandırabileceğimizi düşünüyorum. Hatta niyetim insanları tiyatroya aşık etmek!
Peki Songülcüğüm, çok teşekkürler. Artık "Çöpçatan Sultan" prömiyeriyle KomediaTürk ilk temel taşını dikti diyebiliriz sanırım. Ben bu temelin sağlam olduğu kanaatindeyim. Oyuna bir hafta kala biletlerin tükenmiş olması ve daha oyun sahnelenmeden yoğun istek üzerine 1 Mart´ta yeniden sahneleneceği haberi mutlak başarının ispatı sayılır. Ehrenfeld´deki bu tiyatro salonu Köln ve çevresinden gelen izleyicilerle tıka-basa doluydu zaten. Herkes memnun ayrıldı. Üstelik sevgili Bahtiyar Engin Çöpçatan Sultan´ın Almanca ve belki İngilizce dillerinde de sahneleneceği bilgisini de verdi.
Ben kendi adıma, -edebiyatla evli, ama tiyatroyla gizli aşk yaşayan biri olarak-, KomediaTürk´e daha başarılı oyunlarla, sorunsuz bir ilerleme süreci diliyorum.
Bahtiyar Engin:
So Né hanım, bu arada unutmadan; oyunumuza geldiğiniz ve ilgi gösterdiğiniz için size de çok teşekkürler. İlginize, değerli fikirlerinize ve makalenize şimdiden çok çok teşekkür ediyorum.
Köln, 17.02.2020