Zihnini uyanık tut, çünkü zihinsel
uyku, ölü aklın kardeşidir.
Pythagoras
Uykusuzluğun yakama yapıştığı gecelerde, kitapların varlığını daha çok duyumsar ve kutsarım. Yoruluncaya dek okuduktan sonra, meydan okurcasına daha dinç uyanırım. Böyle günlerin birinde bana hep yaşama sevinci veren ve doğayı neşelendiren kuşların sesiyle uyandım. Balkona çıkıp, kahvemi içerken doğanın uyanışını izlemeye başladım. Balkondaki Gardane çiçeğinin kokusu genzime dolarken, güneş doğmamıştı henüz. Işığa tutkun olan güneşin göz kamaştıran güzelliğini göstermesi için onun da uykudan uyanmasını beklerken, doğadaki güzelliğin insan için olduğunu düşündüm. İnsansız doğanın vahameti ve anlamsızlığı takıldı bilincime. E. H. Carr’ın Romantik Sürgünler adlı kitabının tattırdığı sevinci yaşarken, insana haz veren o güzel cümleleri ve anlatımların tadını duyumsayıp, Hegel’in yazdıklarını hatırladım: Sanattaki güzellik, doğadaki güzellikten daha üstün ve değerlidir. Çünkü insanın yaratımıdır sanattaki güzellik.
Kitap okumanın önemi üzerine çeşitli düşünürlerin görüşleri sırayla zihnimi yalayıp geçerken, Montaigne’nin dedikleri ilginçti: "Ben kitaplarımı değil, kitaplarım beni ortaya çıkarmıştır." Edebiyat dünyasına yeni bir tür (deneme) kazandıran ve Rönesans’ın yeni insanının temsilcisi olan düşünür Montaigne için kitap okumak, incelemek, öğrenmek, bilgide yol almak demektir. Demokritos’un araştırma merakı üzerine bir anekdot anlatmaktan geri kalmıyor düşünür. Ampirik felsefenin kurucusu olan Francis Bacon için okumak; haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar; okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir.
Okuma Üzerine yazdıklarıyla birçok insanı etkileyenlerden biri de Fransız romancı ve deneme yazarı Marcel Proust’tur. Onun düşüncelerinden etkilenenlerden biri ise, birikimli bir kültür adamı olan Cemil Meriç’tir. Önceleri bir Marksist, sonra sağa iltica eden biri. Nedenini şöyle açıklıyor: “Sağcı dergi ve yayınevlerinde çalışmak… Bu yolu ben seçmedim. Solun kadir bilmeyen davranışı beni ister istemez gericilerin kucağına değil, yanına itti.” Dürüst bir kültür işçisi olan, aklı ve bilgisiyle sola yakın, inancı ve kalbi sağ için atan, kararsız Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı kitabında “Kitap ve Okuma Üzerine” yazdıklarını biz de okuyalım:
Kütüphane, bütün çağların ve bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu. Okuma terbiyesinden önce, çok daha acil disiplinler gerekir. Bizde düşünce küçümsenmektedir. Sağ okumuyor, sol diyalogdan kaçıyor (artık sol da okumuyor). İnsanı okumaya hazırlamak gerekir. Aksi taktirde büyük yazarların tek satırını anlamaları imkansız. Kendini yığın haline getiren bir millet sonsuza kadar var olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın, uzun dönem yaşayamaz. Kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiştir. İç dünyamızın sınırlarını genişleten kitaplar değil mi?
“Düşünce tezatlarıyla bütündür” diyerek diyalektik bakış açısını savunan ve “Aydının görevi karanlıkları aydınlatmaktır" diyen Cemil Meriç, Türkiye aydınının önemli bir sorununa dikkat çekiyor: “Avrupa’yı Ortaçağın kâbuslu gecesinden kurtaran mucizenin adı: yabancı dildir. Aydınlarımız bu ‘medeniyet anahtarı’ndan mahrum kaldıkça, inkılaplarımız, bir ucube olarak kalmaya mahkumdur.” Bu sözler, Türkiye aydınlarının sefaletini yansıtmıyor mu?
Proust’tan aktarıyor Meriç: Okumak başka, sohbet-konuşma başka. Okurken, bir başka düşünceyle temas halindeyiz, ama tek başımıza olsak da, insan fikri bakımından çok güçlü. Konuşma bu gücü dağıtır. Okurken ilham alırız, kafamız dilediği gibi çalışır. Hem yalnız hem de beraber. Kitap okuma, iki önemli sonuç doğurur. İnsana bilmediği yeni dünyaların kapısını aralar; dünyaya ve insana yeni değerler katar. İkinci olarak insanın düşünce gücünü sivriltir, zekasını kibarlaştırır.
Her kitap, iki unsuru içerir: Okur ve Yazar. Yazarlar, en iyi okurlardır. Balzac ve Tolstoy gibi büyük yazarların pek roman okumadığı söylenir. Ama bu yazarlar; yaşadıkları toplumu bütün yönleriyle sunan, toplumu okuyan, kültürel miras bırakan, insan ruhuna nakış işleyen birer yetenek ve kültür mimarları. Topluma iletme kaygısı güden, güzel bir üslupla yüreğe ve bilince hitap eden kültür işçileri.
Bir başka yazar André Gide, okuma biçimleri ve kitaplar üzerine kafa yormuş. Ona göre iki tür kitap vardır: Ruhu zenginleştirenlerle, boş vakit geçirtenler.
Kitapların, çok çeşitli amaçlar için okunduğu biliniyor. Kimi vakit geçirmek için, kimi eğlence niyetine tüketir zamanı. Kimi tutkusuz, serüvensiz geçen güncel yaşamanın sıkıntısı ve yavanlığından kurtulmak, roman kahramanlarında kendini bulmak için sarılır kitaplara. Birçoğu özlediği yaşamı romanlarda bulacağını sanır. Kimi, uyku hapı niyetine okur. Daha birçok neden vardır okuyanlar için.
Okuma bir yetenek işi. Okuma sanatı diye bir kavram da var. Okuma yeteneği ve okuma sanatı ile kastedilen ne? Çok kitap okumak önemlidir, çünkü iyi ve önemli kitapları anlayabilecek yeteneğe ulaşmanın başka yolu yoktur. Kitap okuma yalnızlığı gerektirir. Okumak zaman ister, emek ister, ama karşılığını da verir, insanın ufkunu genişletir, gözlemini keskinleştirir. Ne var ki, bazı kitap tiryakileri ile okuma yeteneği olanları birbirinden ayırmak gerekmez mi? Piyasada reklamı yapılan ‘bestseller’lerin peşinden koşan bazı kitap tiryakileri iyi okur sayılırlar mı? Bu tip okurların okuma sanatını kavramış oldukları iddia edilebilir mi?
Önemli yazarların, önemli kitaplarını okumayan birinin iyi bir okur sayılması doğru olur mu? En iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyılların en büyük insanlarıyla konuşmak gibidir, diyor Descartes. Ne okunduğuna ve nasıl okunduğuna bağlıdır. Kalem olmadan, not düşmeden, daha önceki düşüncelerle karşılaştırmadan, okunan pasajları onaylamadan veya bir şeye itiraz etmeden, iyi bir kitap okuru olunmaz. Sahte isim (Mark Twain) adı altında bilinen Amerikalı yazar Samuel Langhorne Clemens şöyle demişti: “İyi kitaplar okumayan bir kimsenin, okumuş olmasıyla cahil kalması arasında bir fark yoktur.”
Önemli ve iyi kitaplar, bilgi, düşünce ve duygu hazinesidirler. Öyle bir hazine ki, yağma edilince çoğalır ve zenginleşir. Bu tür hazinelere ulaşmak, okumayı, daha doğrusu okuma yeteneğini gerektirir. Evet, okumak bir yetenek işidir, insanlığın duyusal ve düşünsel hazinelerine ulaşmak ve keşfetmek de belirli bir yeteneği gerektirir. Okuma etkinliği sanat düzeyinde olursa, bir değeri vardır. “Okuma yeteneği olmayan birini, okumaya yönlendirmek için ne yaparsanız yapınız, bir yararı olmaz. Tıpkı resim yapmak gibidir okumak” diyor Hilmi Yavuz.
En büyük cahiller, çok-bilircilik havasına bürünenlerdir. Türkiye’de yaşayan güzel, atraktif bir Rus kadınıyla Türk erkeği üzerine yapılan röportajı okumuştum. Türk erkekleri, diyor, kendilerine öz güvenleri olan insanlar. Çok okumadıkları halde, her şeyi bildiklerini sanıyorlar.
Kendi deneylerimden de biliyorum. Ayda bir kez çeşitli felsefi konuları tartışmaya sunduğum toplantılara katılmayanların söyledikleri ara sıra kulağıma ulaşıyor. “Bizim öğretmene ihtiyacımız yoktur” diyenler de varmış. Her şeyi biliyorlar ya! Kimi de, “İnternette her şey var, kitap okumaya veya başkalarını dinlemeye gerek yok” diyor.
Son dönemlerde WhatsApp tiryakiliği neredeyse kitap okumanın yerini almak üzere. Kendini yalnızca güncel sığ politik tartışmaların akışına kaptıran biri, kültür hazinelerinden mahrum kalır. En sığ felsefe ve düşüncelerin kurbanı olduğunu anlayamayan entelektüel açıdan acınacak bir sefil değil mi?
Kitapların değerini bilmeyen veya kafaları iğdiş edilmiş kişilere, Lenin’in severek okuduğu yazarlardan biri olan Ivan Turgenew’in bir sözünü armağan ederek yazımı noktalamak istiyorum.
“Keşke zamanımı boşa harcamasaydım.”
Güneş aydınlatır doğayı, insanlığı aydınlatan da bilinçli okumadır!