KİM BİLİR...

            Bırakıp gidersin kaldım çaresiz,

                Elim kolum bağlı gönül biçare…

           Uzun süredir sakalını da kesmemişti Mustafa. Siyahtan çok beyazları vardı saçında sakalında. Mütevazi  evinin önündeki küçücük bahçede tahtadan bir sandalyeye oturmuş derin düşüncelere dalmıştı. Yıllarını birlikte geçirdiği sevdiği Zeynep, buraları terk edip gitmişti. Diyarbakır'a gelin giden kızının yanında yaşamayı seçmişti. Her yerde anıları vardı, çok acı geliyordu bu ayrılık, ne yapacağını nereye gideceğini bilmiyordu.

           Oturduğu sandalyeden kalkıp yavaş yavaş yürümeye başladı. Ormanın içlerine doğru yürüyordu başını kaldırıp gökyüzüne baktı, büyük bir zevkle ve aşkla ötüşen ve uçuşan daldan dala konan serçe kuşlarını izledi, Emine’nin kayalığı geldi gözünün önüne, Paşavenkli Hıdır'ın değirmeninin abarasından büyük bir gürültü ile akan suyun sesi çınladı kulaklarında, eski köyün üzerindeki mağarada yağmurdan korunmak için nasılda ıslak elbiseleri ile titredikleri günü hatırladı, bir yandan bunları düşünürken bir yandan da gözlerinden süzülüp akan yaşları siliyordu.

           Bir turna sürüsü geçti başının üstünden, uzun ve geniş kanatlarını ağır ağır çırparak süzülüyorlardı. ”selam götürün sevdiğime Zeynep'e, yalnız ve çaresiz kaldığımı söyleyin ona'' diye haykırırcasına bağırdı.

            Kaç mevsim geçti kendisi de bilmiyordu, yıllar her şeyini alıp götürmüştü, dizleri bile taşımıyordu bedenini, aslında en büyük sıkıntısı yalnızlık ve çaresizlikti, Zeynep gittiğinden beri yaşayan bir ölü gibiydi.

            Postacı Zeynep’in  oturduğu adrese gitti, damadı kapıyı açtı, Zeynep ana burada değil, bakımevinde kalıyor dedi, postacı üşenmedi gidip bakımevinde buldu Zeynep anayı, zarfı uzattı “Mektup sana geldi Zeynep ana “dedi, Zeynep oturduğu sandalyeden kalkmadan mektubu aldı elleri titreyerek zarfı açtı, Mektup Mustafa'dan geliyordu, bir solukta okudu

                     “Gelde bu ömrümü gülistan eyle“

                     Yetmedi mi senden ayrı kaldığım

                      Rüzgarın savurdu yanan külleri

                      Hiç değmez mi zalım bana yüreğin….

                       Hep hayalin kurdum kendim avuttum

                      Kalbimin cenneti sensin nazlı yar…    

Turnalarla gönderdim hasretimi, rüzgarla gönderdim sana ulaştımı bilmem ama ben burada çok dardayım, sensiz nereye kadar bu hayatı sürdüreceğimi bilmiyorum diye yazmıştı.

                   Zeynep gözyaşlarına boğuldu, ”çok gelmek istedim ama gelecek halim yoktu” diye söyleniyordu kendi kendine bir yandan da hıçkırıklarla ağlıyordu. Gerçekten yolculuk yapmaya gücü kalmamıştı, dizlerindeki sızı yüreğine vuruyordu, usulca kalkıp odasına gitti yatağına uzandı ama hıçkırıklarını bir türlü tutamadı.

                 Uzun yıllar birlikte yaşadılar ama birbirinden çok uzaklarda hayata gözlerini yumdular, hangisinin  daha önce bu dünyadan göçüp gittiğini bilemediler.

                Zeynep huzurevinde hayata gözlerini yumdu, Mustafa ise bir kayanın altında ölmüş halde köylüler tarafından bulundu..

                Bu Dünyada bir araya gelemediler ama belki de huzuru mahşerde buluşmuşlardır kim bilir….