KAVUŞMANIN MUTLULUĞU

Sen üzülme ben yanayım narına

         Sen ağlama ben öleyim uğruna…

Anadolu'nun bir çok yerinde, yaşanmış sevdaların, sevip de kavuşamayanların, çekilen acıların hüzünlerin, özlemlerin, tarumar olmuş bir hayatı yaşayan insanların öyküleri vardır. Bu toprakların kaderi midir? bilinmez ama Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Hurşit ile Mahmiri hikayeleri dilden dile kulaktan kulağa ve kuşaktan kuşağa dolaşır durur bu topraklarda.

Baran ile Bezar’da ayrılık hasreti  çeken insanların kervanına katılmıştır.

Bir arada büyüdüler, birbirlerini delicesine sevdiler ama Zeki dayı kızı Bezar’ı vermedi Baran’a,

Oğlu Yasin'le birlikte Bezar'ı gecenin karanlığında kimse görmeden köyden gönderdi, kimi Mardin'e, kimi Urfa'ya, kimi Bingöl’de bulunan akrabalarının yanına gönderdiğini söylüyordu.

Baran; düştü yollara, çalmadık kapı bırakmadı, nüfus müdürlüklerine gitti, köylerde muhtarlara sordu, soyadını söyleyince belki bulurum umudu vardı ama bir türlü izine rastlamadı, çaresizce döndü köyüne.

Bezar’dan başkası ile evlenmeyi asla düşünmedi. Tarlaya çalışmaya gidiyor dönüşte Bezar’la buluştukları dut ağacının altına oturup saatlerce geçmişteki anıları ile baş başa kalıyordu. Bazı geceler dut ağacının altında sabahlara kadar uyuduğu bile oluyordu.

Yıllar sonra Zeki amca vefat etti. belki Bezar cenazeye gelir görürüm diye hep yol gözledi ama Bezar gelmemişti, karmakarışık duygular içindeydi, mezarlıktan eve geldi kendini attı yatağın üstüne derin düşüncelere dalıp gitti.

Çok uzun seneler geçti, saçı sakalı ağarmaya başlamıştı, bu arada babasını kaybetti, yaşlı annesi ile birlikte yaşıyorlardı.

Sonbahar aylarıydı, hayvanlarını derenin kenarındaki yeşilliğe salmış kendiside dut ağacının altına oturmuş düşünüyordu, bu arada kara bulutlar yavaş yavaş toplanıyor, gök gürlemesi ve şimşek çakmalarının ardından sicim gibi yağan bir yağmur başladı, hayvanları sıra sıra kavak ağaçlarının bulunduğu yere sürdü, kendisi de dut ağacının altında yağmurdan korunmaya çalışıyordu..

Yağmur dinmek bilmiyordu, büyük bir gürültü ile gök gürlemesi oldu, Elif ana “sanırım bir yere yıldırım düştü” diye söylendi kendi kendine, korkunç bir patlama sesi gibiydi. Saatlerce beklediler yağmur dinmedi. Baran’da geri dönmemişti. ” O, dut ağacının altındadır “ diye geçirdi içinden, Bekçi Murtaza'ya haber gönderdi, bekçi yola koyuldu gideceği yeri biliyordu, dut ağacının yanına vardığında ne görsün, yıldırım dut ağacını parçalamış Baran ise boylu boyunca yatıyordu, çoktan hayata gözlerini yummuştu.

Baran toprağa verildiğinde Elif ana gözyaşları içinde ağıtlar yakıyordu.

Bahar aylarıydı Bezar çıka geldi, Elif ana ile sarıldılar, ağlaştılar, dertleştiler ve birlikte yaşamaya başladılar. Aynı tastan su içtiler, aynı kaptan yemek yediler ve aynı yatağı paylaştılar, ikisi de birbirine sarılınca Baran'ın kokusunu alıyor gibiydiler. mutluydular ama hüzünlü bir mutluluk vardı yüreklerinde,

Bir Hıdırellez günüydü Elif ana hayata gözlerini yumdu Baran'ın mezarının yanına defnettiler, Bezar yapayalnız kalmıştı her gün mezara gidip geliyordu ağlamaktan gözlerinin yaşı kurumuştu, ne yapacağını, nereye ve kime gideceğini bilemiyordu.

Kış ayları geldi çattı bu sene çok çetin geçiyordu, günlerce kar, tipi, boran ve bir taraftan da sert esen rüzgarla göz gözü görmüyordu. Nihayet günler sonra hava açtı köylüler ancak dışarı çıkabildiler. Bezar'ı, Elif ana ile Baran'ın mezarı başında soğuktan donmuş bir halde buldular, sevdiklerine kavuşmanın mutluluğu vardı yüzünde…