Kapitalizm doğal kaynakların da düşmanıdır

Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak." Kızılderili atasözü

“Kapitalist üretim sadece üretim için gerekli prosesleri ve kombinasyonları geliştiriyor. Zenginliğin temeli olan doğayı ve emeği hiçe sayarak...” Marks

Kapitalist sistem, doğası gereği daha çok kâr için doğal hayatı yıkıma uğratıyor. Doğal kaynaklar ile yaşamın devamı için gerekli olan ekosistemler de yok oluyor. İsveç ve Almanya’da yenilenen bilimsel veriler, insanlığın yaşamın devamı için gerekli olan birçok alanda “riskli aşamalara” girdiğini gösteriyor.

Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler dünyanın doğal kaynaklarını oluşturur. Doğada kendiliğinden oluşmuş bütün zenginlik kaynakları doğal kaynak olarak ifade edilir.

Kapitalist sistemin, doğal enerji kaynakları yerine doğayı yıkıma uğratan enerji kaynaklarının kullanımındaki ısrarı, kaynakların kontrolsüz kullanımı, dünyamızın ekolojik dengesinin bozulmasındaki asli sebeplerdendir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği, hava kirliliği, su kaynaklarının tükenmesi ve kirlenmesi, ormanların yok olması ve nükleer santraller gibi endüstriyel kaynakların yarattığı kirlenme devasa boyutlardadır.

Açık ki kapitalizm, bilim ve teknolojiyi sadece kendi kârlılığını artırabilmek için kullanmaktadır.

Dünyadaki sosyal ve ekolojik sistemlerin yeterliliği üzerine çalışmalar yürüten “Stockholm Resilience Center” adlı araştırma kuruluşu tarafından açıklanan verilere göre, dünyanın verebileceği kaynaklardan daha fazlası tüketiliyor.

Bu da kapitalizmin insanlığa sunduğu armağanlarındandır.

İnsanlık, son 12 bin yıl için geçerli olan “oldukça güvenli dönemi” geride bıraktı ve en az 4 alanda kritik bir döneme girmiş durumda. İnsanlık için sorunlu olarak addedilen 4 alan ise iklimsel değişiklikler, doğal kaynaklarda çeşitlilik, toprakların kullanımı ve azot ile fosfor döngüleri olarak belirtiliyor.

İklimsel değişikliklerde tehlike olarak gösterilen en önemli nokta ise, atmosferdeki karbondioksit (CO2) oranının oldukça yüksek düzeye ulaşmış olmasıdır. Küresel sıcaklığın yüzyılın sonuna kadar 1,5 derecenin altında tutulabilmesi için atmosferdeki parçacıklar içindeki CO2 oranının bir milyonda 350’den aşağı olması gerekiyor. Ancak şu andaki oran 1 milyonda 400’e ulaşmış durumda.

Araştırmaya göre, atmosferdeki CO2 oranı konusunda dünyamız şu anda “riskli bölgede” bulunuyor ve CO2 oranının 1 milyonda 450 parçacığa ulaşması halinde ise “yüksek riskli bölge” adı verilen dönem başlayacak.

Benzer şekilde hayvan ve bitkiler için gerekli olan yaşamsal alanlarda da ciddi bir tehlike gözleniyor. Özellikle de genetik çeşitlilik yok olmak üzere ve birçok tür yok olmuş durumda.

Fosfor ve Azot’un havaya bırakılması noktasında da ciddi bir risk yaşanıyor. Buna neden olarak ise özellikle tarımsal faaliyetler nedeniyle yapılan gübrelemeler gösteriliyor.

Tarımsal ve diğer üretim faaliyetleri için kullanılabilecek toprakların yeterliliği konusunda da şimdiden riskli aşamaya girildiği belirtiliyor.

Alman Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü (PIK) tarafından yapılan son simülasyonlarda ise dünya üzerindeki su kaynaklarının yetersizliği ile ekosisteme yönelik insan etkisine dikkat çekiliyor. Buna göre, ABD’nin batısı, Güney Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki birçok ülkedeki su kullanımı, yaşamın devamı için gerekli olan “tolerans limitinin” üzerine çıkmış durumda.

Ve özellikle belirtmek gerekir ki, kapitalizmin tek alternatifi olan, kâr güdüsüyle hareket etmeyen, insanı ve doğayı temel alan Sosyalizm ile ancak doğal kaynaklarımız güvence altına alınabilinir...