Kanake 2: Başarı öyküsü mü, kötü örnek mi?

Nahrungskette…

Almanca Nahrungskette daha çok biyolojide kullanılan bilimsel bir kavram. Türkçe´ye çevrildiğinde Beslenme Zinciri anlamına geliyor. Ekolojik alanda yeryüzündeki canlı türlerinin hayatta kalabilmek için birbirleriyle olan direkt ve indirekt ilişkilerinin incelendiği bu bilimsel alanda, etkin olan üç katmansal grup var. Bunlar; üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olarak sınıflandırılmış durumda. İnsanın da bir canlı türü olarak sınıflandırılığı bu beslenme zincirinde mantarlardan bakterilere, yırtıcı hayvanlardan böceklere kadar her canlı kendi etkinliğine ve hayatta kalabilme yeteneğine göre yer alıyor. Ancak internette ergenlik çağındaki gençlere hitap eden bazı sayfalarda (YouTube, TikTok, Instagram…vb.) bu bilimsel yaklaşımın sosyal ilişkilere indirgenerek, nasıl „hayat felsefesi“´ne dönüştürülüp suistimal edildiğini farkettiğimde çok şaşırmıştım. Bir gençlik merkezinde kendilerini Kanake olarak tanımlayan bazı gençlerin söylediği, inandığı ve hatta ısrarla savunduğu anlayış şuydu;

Hayat -Nahrungskette´de olduğu gibi, güçlü olanın zayıfı yok etmesi üzerine kurulu. Bu yüzden ne pahasına olursa olsun güçlü olanın adamı olacaksın!!“

Peki güçlü olan kim? diye sormaya kalktığınızda, cevap onlara göre hazır! Hiç düşünmeye bile gerek yok! Tabi ki, maddi imkanlara, fiziksel güce ve geniş bir çevreye (etki ağına) sahip olan insanlar. Nahrungskette üzerinden açıklanırsa bunlara tüketiciler -bir bakıma et yiyiciler, de denilebilir. Şimdi Nahrungskette´yi bir kenara bırakalım. Aklı başında her insan bilir ki, arayış içindeki bu gençlerin „güçlü“ olarak algıladıkları, organizeli kriminal işlerde yer alan ve onları yöneten insanlar! Çünkü sadece onların „yasalara ve toplumsal değerlere aldırmayan“ dünyasında ne kadar şiddet, acımasızlık, yıkıcılık varsa, o kadar güç, para ve iktidar var. Bu anlayışın gençlere aktarımı daha çok Rep müziği yoluyla gerçekleşiyor. Bir çok rapçinin kendi hayat hikayeleri de bu kriminal işlerin özeti gibi. Onların yaşadıkları kirli ve tehlikeli tecrübelerini şarkıları yoluyla konserlerine ve video kliplerine taşımaları, maalesef göç kökenli gençlere ucuz ama bedeli ağır olan „yanlış bir yol!“ gösteriyor.

İşte ben; bu rapçilerin hayat hikayelerinin „kötü örnek“ olmasına rağmen, nasıl başarı öyküsüne çevrildiğini, müzik piyasasında agresif bir hızla yayıldığını, çekici hale getirildiğini, Buschido´nun hayat hikayesinin anlatıldığı „Zeiten ändern dich!“ adlı filmi izlediğimde farkettim. Filmi Netflixte bulmanız mümkün.

Zeiten ändern dich“ (Zaman seni değiştirir!)

Asıl adı Anis Mohamed Youssef Ferchici olan Buschido Almanya´da en çok tanınan rapçilerden biri. 1978´de Alman bir annenin ve Tunuslu bir babanın çocuğu olarak Bonn´da dünyaya gelmiş. Üç yaşındayken babası aileyi terk edince, yıllarca babasıyla hiç görüşmemiş. Şu anda sekiz çocuğu ve eşiyle Dubai´de yaşayan Buschido, müzik piyasasında son derece dikkat çeken bir yere sahip. Ancak kariyerinin zemini tamamen dahil olduğu ve yönettiği kriminal işler üzerine kurulu. Bunu internette Buschido yazıp tıkladığınızda bir çok sayfada rahatlıkla görebilirsiniz.

Film alışıldığı gibi, onun çocukluğu ve ilk gençlik yıllarıyla başlıyor. Başta Buschido annesinin babası tarafından uğradığı şiddete tanıklık etmek zorunda kalıyor. Babasının evi terketmesinin ardından, ergenlik dönemine girdiğindeyse, bizzat kendisi annesinin ikinci kocası tarafından defalarca şiddete uğruyor. Bir sahnede Buschido dayak yerken yere düştüğünde, „İyi ki adam annemi değil de beni dövüyordu. Eğer anneme el kaldırsaydı onu öldürebilirdim!“ diyor mesela. Bu sahnede çocuğun, kendisini yeterince koru(ya)mayan annesini kutsaması „iyi bir değer“ olarak kodlanmış. Çocuktaki „korunma hakkı“´nı ortadan kaldıran, özgüven ve özdeğer hissini sarsan yanlış bir bakışaçısı bu.

Yine annesiyle ilişkisinin hangi boyutta olduğunu yansıtan bir başka sahne de bence oldukça önemli. Buschido mutfakta yemek yerken annesine paraya ihtiyacı olduğunu söylüyor. Annesi paranın miktarını ve ne için kullanacağını sorduğundaysa, parayı uyuşturucu alıp satmak için kullanacağını, kısa sürede annesinden alacağı paradan çok daha fazlasını kazanıp, ona olan borcunu ödeyeceğini, sohbet eder gibi (!) açıklıyor. Annesi de 16 yaşındaki çocuğun bu planlarını dinledikten sonra ikna olup, zor şartlarda biriktirdiği parayı kendi elleriyle sayarak, gönüllü bir şekilde ona veriyor. Şimdi biz yetişkinler bu sahneyi izlerken, annenin davranışını sorgulayacak, eleştirecek bir kafa yapısına, sosyal tecrübeye ve sorumluluğa sahip olabiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki; filmin hedef grubu yetişkinler değil, ergenlik çağındaki gençler. Onlar ana-oğul arasındaki bu ilişkiyi, hele hele annenin oğlunu engellemesi gerekirken, desteklemesini muhtemelen „cool!“ olarak değerlendireceklerdir. Nitekim Buschido da arka fondan kendi sesiyle devreye girerek, dünyanın en iyi annesine sahip olduğunu söylüyor. Yine „iyi değer“ olarak kodlanan şey, sağlıksız-hatalı bir yaklaşım aslında.

Uyuşturucu ticaretine başladıktan bir süre sonra annesinin ve küçük erkek kardeşinin kendisi yüzünden saldırıya uğraması ve ardından uyuşturucu dolu bir çantayla otobüste giderken polis tarafından yakalanması Buschido´nun az da olsa kendini toparlamasına sebep oluyor. Derken kız arkadaşının teşvikiyle babasını ziyaret etmeye karar verdiğindeyse gelişen olaylar onun hayatında yeni bir dönemin başlamasına sebep oluyor. Oğluna karşı ilgisiz, kurban psikolojisi içinde yaşayan, eleştirilmek istemeyen ama başkalarını kınamaktan ve suçlamaktan kaçınmayan bir baba figürüyle karşılaşıyoruz. O görüşmede babasına karşı öfkesini saklamayan Buschido, birgün televizyon izlerken duyduğu Japonca bir kelimeden etkilenerek, bunu kendine mahlas olarak almaya karar veriyor. Buschido yani Savaşçının Yolu! Böylece kimlikte taşıdığı babasının soyadından kurtulacağını, yeni bir kimlik edinebileceğini sanıyor.

Filmin yüzeyine yansıyan sahnelerden biri de 11 Eylül 2001´de gerçekleşen ikiz kulelere saldırı. Her nedense Buschido bu haberden çok etkileniyor ve müzik alanında daha başarılı olup daha çok para kazanabilmek için birden bire kolları sıvıyor. Yazdığı şarkı sözleri dünyanın ne kadar kötü olduğu, insanın yalnızlığı ve çaresizliğiyle ilgili. Nefret, kin, öfke ve intikam içeren şarkıları müzik piyasasında konserler ve albümlerle profesyonel bir şekilde üretilip hedef grubuna sunulurken, bir yandan da basın ve medya Buschido´nun yaptığı müziğin gençlere verdiği zararlardan bahsediyor. Bu durumun Buschido tarafından nasıl algılandığını, yine filmde arka fonda onun kendi sesinden dinliyoruz; „Ne kadar popüler olursam, medya da o kadar çok öfkeleniyordu!“ Burada ikiz kulelere yapılan saldırının hemen ardından Buschido´nun kısa sürede çok kalabalık bir kitleye ulaşmasını, biraz da o dönem Avrupa'da gelişen politik yaklaşıma bakarak açıklamak mümkün. Politikacılar tarafından bir gün içinde (11 Eylül 2001) potansiyel suçlu olarak lanse edilen göç kökenli gençler, müzik piyasasının Buschido gibi rapçileri devreye sokmasıyla bir „Pazar Alanı“´na dönüşmüş olabilir.

Yüz binlerce göç kökenli gencin nasıl „Pazar Alanı“ olarak kullanıldığını ve Buschido´nun konserleri ve albümleriyle nasıl „Pazar Malzemesi“ haline geldiğini, yine filmdeki arka fondan yaptığı açıklamadan anlıyoruz: „Bu durum neredeyse üç yıldan fazla sürdü. Çılgın bir şeydi. Her istediğimi yapabiliyordum! Yaptığım ne olursa olsun, hayranlarım çıldırıyordu!” Filmin bu sahnelerinde onun piyasayı elinde tutan önemli müzik firmalarıyla, başka bir deyişle kriminal çetelerle hangi ilişkilere girdiğini, hangi problemleri yaşadığını, ekrana yansıdığı kadarıyla kısmen de olsa takip edebiliyoruz.

Filmin finali Buschido´nun Berlin Alexanderplatz´da Brandenburg Tor önünde verdiği konser olarak kurgulanmış. Bu konser rapçinin o güne kadar ulaştığı en uç başarı çizgisi. Ancak finale bir de onun babasını „affetmek“ için tam da konser günü Berlin´den Düsseldorf´a gitmesi ve tekrar araçla geri dönmesinin eklenmesi, abartılı bir zorlama olmuş diyebiliriz.

Bu „Mutlu Son“ sanki kriminal işlere karışan ve kariyerini o kriminal işler üzerinde yükselten rapçinin günah çıkarması, kendini artık toparlaması gibi ekrana yansırken, onu bu „Mutlu Son“a ikna eden arkadaşı Arafat şunları söylüyor; „Bu gece senin en önemli gecen. Düşünsene, bir Kanake Brandenburg Tor önünde konser verecek!“

Sonuçta göçmen kökenli gençler bu ve benzer filmleri izlediklerinde, aslında „kötü örnek!“ olması gereken kriminal rapçilere özenmeye ve hatta onları taklit etmeye başlıyorlar. Hele kendi aile hayatlarında bu türden rapçilerin aile hayatıyla kesişen bir ya da birden fazla nokta varsa…