İlerici, devrimci, yurtsever, sosyalist kadınlar, kadın örgütleri, erkek egemen sistemin kurumlarında, iş yerlerinde, okulda, evde, sokakta vb. yaşamın tüm alanlarında taciz, tecavüz vb. kadına yönelik erkek şiddetinin yaşandığı her olayda “Kadın beyanı esastır” ilkesini yaşamlaştırmaya çalışıyor.
Ünlü bir avukatın devrimci bir kadına tacizi, bir sendikacının sendikada çalışan kadına tacizi gibi örneklerle “Kadın beyanı esastır” ilkesi daha fazla tartışma konusu oldu.
Kadınların bu yönelimi, kaçınılmaz olarak erkekler dünyasının tepkilerini, kin öfkelerini de beraberinde getiriyor. 8 bin yıllık erkek egemen sistem koşullarında “erkeklikleri genlerine işlenmiş” erk(ekler) alemi, “Kışkırtılmış erkeklik” histerisine tutuluyor, sinirleri geriliyor, kendinden geçiyor, kışkırıyor...
Dozajı farklı olsa da sıradan erkeklerle, sıradan erkek kafasıyla ilericisiyle, devrimcisiyle, sosyalistiyle biz erkeklerin de, kadına yönelik şiddet koşullarında “Kadın beyanı esastır” ilkesini duyar duymaz “tüylerimiz diken diken” oluyor. Büyük bir şaşkınlıkla “ya kadın yalan söylüyorsa!”, “ya kadın, erkek egemen sistemin işbirlikçisiyse, ajanıysa”, “ya erkeğe karşı kurulan bir komplo ise” gibi çeşitli argümanlarla itiraz ediyoruz.
Erekler alemi bu ve benzeri örneklerde hemencecik “kadın yalan söylüyor”, “kadın şizofren”, “kadının psikolojisi bozuk” gibi argümanlarla, yalanlarla “erkek dayanışması”nı devreye sokarak soruşturma açılmasını engellemek için seferber oluyor.
Örneğin bir partinin mensubu, “Kadın beyanı esastır ilkesi yanlıştır. Bu ilke uygulanırsa bu partinin erkeklerinin hepsi suçlu durumuna düşer” diyebiliyor.
Birincisi, gerçekten söz konusu erkek kaygısında haklıysa, “Kadın beyanı esastır” ilkesi uygulandığında o partinin erkekleri suçlu durumuna düşerse, o parti zaten bir tacizci, tecavüzcü, kadın düşmanı bir partidir.
İkincisi, “Kadın beyanı esastır” ilkesi, kadına yönelik taciz, tecavüz, dayak vb. şiddet örneklerinde kadın mücadelesinin bir parçası olarak uygulanır ve kadının iddiası, ilk veri olarak kabul edilir. Kadının beyanının doğru olup olmadığını araştırma konusu haline getirmek bakımından ilk veridir. Kadınlardan oluşan bir komisyon veya mahkeme gibi mekanizmalarla araştırma, inceleme, soruşturma başlatmanın ilk adımıdır.
Kadının iddiasının, soruşturma sonucunda elbette yalan olduğu da açığa çıkabilir.
“Yalan söyleme” ihtimali var diye “kadın beyanı esastır” ilkesine karşı çıkmak, küçüksemek, tepeden bakmak, ukalaca yaklaşmak, eğip bükmeden, düpedüz erkekliğin ta kendisidir. Burada erkeğin devrimci, sosyalist kimliğe sahip olmasının hiçbir hükmü yoktur.
Toplumsal baskı koşullarında, kadına yönelik şiddetin ayyuka çıktığı koşullarda, yasal düzenlemelerin, hukukun kadın aleyhine işletildiği koşullarda, erkek egemen sistemin ürettiği “öğretilmiş kadınlık” koşullarında, kadınların sindirildiği, savunmasız bırakıldığı koşullarda, kadınlara her türlü şiddetin reva görüldüğü koşullarda kadınlar hakkını arayamaz, itiraz edemez hale getirilmiştir.
İstisnai olarak itiraz ettiğinde de önsel olarak kuşkuyla yaklaşmak, hemen akıllara “kadının yalan söyleme” ihtimalini getirmek, erkek akılının, erkeklik hallerinin düpedüz yansımasıdır.
Niye kadının yalan söyleme ihtimali hemen akla geliyor da, erkeğin suçlamaya kanıtlaması gerektiği es geçiliyor. Çünkü erkek aklı, hemcinsini korumaya kodlanmıştır.
Her taciz ve tecavüz olayında “kadın beyanı esastır” ilkesiyle hemen soruşturmanın başlatılması gerekir. Aksi halde kadın taciz ve tecavüzün travmatik sonuçlarıyla boğuşurken hemen kanıt toplaması, hukuki delillerin peşine düşmesi beklenemez, beklenmemeli. Tek başına bu bile “kadın beyanı esastır” ilkesinin, yaşamsal önemini ortaya koyar.
“Kadın beyanı esastır” ilkesini her duyduğunda panikleyen, kaygıya kapılan, endişelenen, erkeklere son olarak diyeceğimiz şudur.
Halkımızın güzel bir deyimi vardır: “Yarası olan gocunur!”
Yaramız yok ise “Kadın beyanı esastır” ilkesinden gocunmamıza da gerek yok. Eğer yaramız varsa, bunu dobra dobra, açık yüreklilikle kabul edip “yaramızı sarmaya”, erkekliğimizle yüzleşmeye çalışmalıyız...
2 Aralık 2015