Jeopolitik yakınlaşma mı?

Moskova ve Pekin arasındaki flörtleşme, her ne kadar Rus tarafının »ilişkilerimizin tarihindeki en iyi seviyeye ulaşması, NATO’ya rakip bir ittifakın kuruluyor olması anlamına gelmez« (S. Lavrov) açıklamasıyla sıradanlaştırılmaya çalışılsa da Batı’daki alarm zilleri çoktan çalmaya başladı. Avrupa’daki burjuva medyası Rusya Federasyonu (RF) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) Dışişleri Bakanlarının 4 Şubat’ta yaptıkları telefon görüşmesini »tehditler artıyor« diye yorumladı. O açıdan bu flörtleşmeyi iki ülkenin çıkarları temelinde irdelemek aydınlatıcı olacak.

Moskova’daki »Uluslararası Siyasi ve İktisadi Stratejiler Enstitüsünün« (RusStrat) bildirdiğine göre, Pekin süresi dolmak üzere olan »Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması« çerçevesinde, formel bir askeri ittifak olarak da anlaşılabilecek bir öneride bulunmuş. Buna göre yeni antlaşma sadece RF ve ÇHC’nin güvenliğinin karşılıklı olarak değil, aynı zamanda komşu ülkelerin de güvenliğinin sağlanmasını (!) öngörüyor.

Aslına bakılırsa böylesi bir yaklaşım yeni değil. İki taraf da 2016’dan bu yana olasılıkları değerlendirip, üst düzeyde konuyu tartışıyorlardı. Hatta Putin 2020 Ekim’inde »genelde ihtiyacımız olmasa da iki ülkenin askeri ittifak kurması olasıdır« demişti. O nedenle bu jeopolitik yakınlaşmanın dünya çapındaki gelişmelerin doğal bir sonucu olduğu söylenebilir. Nitekim iki ülkenin uzun vadeli stratejileri birbirleriyle çelişmiyor, her biri aynı rakiplerle boğuşuyor ve benzer jeopolitik hedeflere sahipler.

Böylesi bir ittifakın ÇHC açısından üç önemli getirisi var. Birincisi RF’nun nükleer şemsiyesi: ABD-ÇHC ihtilafının sıcak çatışmaya dönüşmesi, ÇHC’nin yalnız kalması durumunda daha olası olarak değerlendiriliyor. İkincisi, ÇHC ortak nükleer şemsiye altına girince, askeri gücünü Pasifik Bölgesindeki sürtüşmelere yöneltebilir ve bölgedeki askeri üstünlüğünü sağlama alabilir. Bununla birlikte, üçüncüsü, ÇHC Tayvan konusunda RF’nun onayını alarak elini güçlendirebilir.

RF’nun böylesi bir ittifaktan beklentisi ise farklı alanlarda. Öncelikle bu içerikte bir antlaşma imzalanırsa, ÇHC RF açısından önem taşıyan bir dizi uluslararası konuda (Kırım, Ukrayna, Nord Stream 2, Orta Doğu, AB ile olan sürtüşmeler vs.) tarafsız kalamayacak ve RF’nun pozisyonunu güçlendirecek. Ayrıca Rus ekonomisinin ÇHC’nin devasa maddi ve teknolojik olanaklarından faydalanması da küçümsenecek değerde değil.

Kanımızca RF açısından asıl önem taşıyan konu, RF’nun kendi Hinterlandı olarak gördüğü eski Sovyet bölgelerindeki çıkarlarıdır. Hazar Denizi’nden ÇHC sınırına kadar olan hat içerisinde ortak çıkarlar tanımlanabilirse, o takdirde RF’nun Avrupa’ya karşı bu bölgeleri stratejik çıkar alanı olarak savunma olanakları artacak. Nasıl RF Tayvan konusunda ÇHC’ni destekleyecekse, ÇHC de RF’nu bu konuda destekleyecek.

Ancak iki ülke de olası ittifakın avantajları kadar dezavantajları olduğunun bilincindeler. ÇHC’nin ekonomik gücü ve dış politikada karşı karşıya kaldığı sorunlar RF’nu belirli bir dereceye kadar ÇHC’nin iç ve dış politikasına bağımlı kılacak. Aynı şekilde ÇHC de belirli bir dereceye kadar RF’nun politikalarına bağımlı olacak. Gene de bu karşılıklı bağımlılıkların sağlayacağı güvence neticesinde önümüzdeki bir iki yıl içerisinde ÇHC ve RF arasında yeni tür bir ittifakın kurulmasının büyük bir olasılık olduğunu söyleyebiliriz.

Öyle ya da böyle, ÇHC ile RF’nun jeopolitik yakınlaşması emperyalist-kapitalist dünya düzeninin dengelerini sarsacak ve Batılı emperyalist güçlerin hareket alanlarını daraltacak gibi görünüyor. Dengelerin sarsılmasının ne tür yeni tehditler oluşturacağını veya tehditleri azaltıp azaltamayacağını söylemek ise şimdilik pek olanaklı değil.