"İyi bir insan olmanın ölçüsü, insanların dini ve mezhebi olmadığıdır"

Son günler de geniş yankı ve beğeni uyandıran bu dizi, anlaşılan ülkem insanın da bir yerlerine sakladığı gerçekleriyle yüzleşme fırsatı sağladı.

Dizi çoğumuzu geldiği yere geri götürdü. Dünden bugüne hayatımızdaki tüm duraklara uğradı. İnmediği istasyonlar da göremediklerini kendince gösterdi. Beni burda ilgilendiren, dizi üzerine olumlu veya olumsuz kim ne söylemiş veya söylememiş konusu değil. Onlar üzerine söylenecek tek cümle, hakkını verenler, kendi gerçekliğimizle yüzleşmek isteyenlerle, hakkını vermeyerek, kendi gerçekliğimiz ile yüzleşmekten kaçanlar biçiminde olur.

Peki bu dizi, neden bu kadar geniş yankı uyandırdı? Çünkü hepimiz oradaydık. Hepimizin kendi duvarlarını ördüğü ve yanıbaşımızda ki insanlardan önyargılarla uzaklaşıp yabancılaştığı bir dünya da olduğumuzu fark ettik. Geldiğimiz yeri hatırladık. Ve geldiğimiz yerlerde hepimizde kalan, ortak insani duyguların aynı acı ve umutlarla dolu olduğunu gördük. Daha doğrusu, görmezden geldiğimiz bastırılmış veya esir alınmış duygu ve düşüncelerimizin nerde çatıştığını, nerde kesiştiğini gördük. Gördük derken, tabi kendi adıma gördük diyorum. "Bir başkadır. " da hepmizin gözü'nün içine sokulan, insani duyguların her türlü dinsel ve siyasal inançlar dan bağımsız ele alınmış olması idi. Bunu daha açıkca ifade edecek olursak, tüm dindarların, eğitim seviyesi düşük olanların, askerliğini komando olarak yapmış olanların, vb. eğitimli ve kariyer sahibi olanların yanın da hiç de aşağılanmayı, küçük görülmeyi hak etmeyen insanlar olduklarıdır. Eğitim seviyesi yüksek ve kariyer sahibi insanların arasında günü birlik seks ilişkisi sürdüren züppelerin, ve onların yatağına uzanan kadınların olması ile modern bir ayrıcalık hakkı olmaz. Üstünlük de sağlamaz. Ancak ukala ve kendini beğenmiş diplomalı bir zavallı olabilir.

Toplumdaki ilk bölünme ailelerde başlıyor. Sünni olanların bir kesimi çocuklarına ilk önce, Alevi'lerin kefere olduğunu, pis olduğunu, mum söndü yaptıklarını, solcu, komünist olduklarını vb. şeyler anlatıyor. Ve onlardan uzak durmalarını öğütlüyor. Alevi olanların da bir kesimi, çocuklarına ilk önce Sünni'lerin yezit olduğunu, kan dökmekten, yakıp yıkmaktan başka bir şey bilmediklerini, hacıların hocaların çocuk beceren namussuzlar oldukları vb. şeyler anlatıyor. Türkler, Ermeni ve Kürt düşmanlığını, Ermeniler ve Kürtler de, Türk düşmanlığını ilk önce aile içerisinde öğreniyor. Aileler de bu zehiri, üst yapı kurumlarından, yani camilerden, kiliselerden, tarikatlardan ve resmi devlet eğitim politikasın dan alıyor.

Sonuçta; her gruptan insanlar, birbirlerini yakından tanımadan toptan yezit, kefere, kâfir olarak önyargılı tanıyor, ya da öyle biliyor. Bu da, siyaset alanın da kendini gösteriyor. Dindar ve sünni olanlar genelde sağcı ve dinci olarak, alevi ve Kürt olanlar genel de solcu ve komünist diye biliniyor. Oysa ne sağcılığın ne de solculuğun dini ve mezhebi yok.

Marks, Lenin, Che, Mahir, Deniz gibi Sol idoller ne Sünni idi ne de Alevi. Yetişdikleri aileler, sıkı bir dindar aile olabilir. Örneğin, Darvin ve Stalin ilahiyet okumuş, Turan Dursun 40 yıllık hafızlık yapmış insanlardı. Ama sonradan solcu, ateist olmuşlardı. Sosyalist olmak için ateist olmak da gerekmiyordu. Ezilenlerin yanında vicdanlı ve dürüst olmak yeterliydi. Örneğin Nikaragua devriminin liderlerinden Ernasto Cardenel bir papazdı. Bu örneklerden varmak istediğim nokta; iyi bir insan olmanın, iyi bir sosyalist olmanın, iyi bir devrimci olmanın ölçüsü, insanların dini ve mezhebi olmadığıdır.