IŞİD'a mensup gözü dönmüş, gerici fanatik cihatçıların İstanbul'da sivillere yönelik Havalimanı'nda gerçekleştirdikleri saldırının sonuçları henüz tam olarak açıklık kazanmadan, aynı ruh halini paylaşan ve bu psikoloji ile harekete eden sapkın meczuplar, Nizza da bir kamyonla sivil ve savunmasız insanların üzerine sürerek, insanları topluca katletmeyi amaçlamış, katliamın akabinde kendilerinin de, cennete gideceklerini düşünmüş ve inanmış olacaklar ki hemen herkesi öldürmeyi kendilerine asli bir görev olarak telakki etmiş olabilirler.
Bu vahşet hali gösteriyor ki, öldürmek ve katletmek bu isanlıktan çıkmış, canavarlaşmış haydutlar için çok sıradanlaşmış ve kanıksanmış bir tarz ve yöntemdir. Kendilerine benzemeyen ve bu faşist gerici ruh halinde ve psikolojisinde ayrışan veya tavır alan hemen herkes hedef alınacaktır. Bağnazlıktan ve fanatizmden zaten farklı bir şey beklenemez.
İstanbul Havalimanı'nda gerçekleşen saldırıda yaşamını yitirenlerin sayısının 45 kişi olduğu şeklinde açıklanırken, Fransa-Nizza da katledilenlerin sayısı ise yetkililer tarafından 84 kişi olarak duyuruldu. İstanbul ve Nizza da katledilen sivilerin sayısına Bağdat da katledilen sivileri de eklediğimizde, yaşadığımız tehlikenin boyutları ortaya çıkmış oluyor.
IŞİD'in Bağdat'ta bir pazar yerinde gerçekleştirdiği saldırıda katledilen sivil insan sayısının 250 nin üzerinde olduğundan hareketle, sürekli sivillere yönelik tekrarlanan bu terör yöntemi ve saldırıları insani güdülerini yitirmiş, kendinden olmayana eziyet etmeyi, işkence yapmayı, her haliyle yenilmiş, kaybetmiş insanın düşkün ve düşürülmüş kişiliksizliğin gücünü gösterme anlamında.oldukça nefret dolu, acımasız ve açgözlü, ganimet peşinde koşan bu çeteler, uyguladıkları şiddetle, terörle toplumu sindirerek, korku salarak teslim almak istemektedirler. Oysa bu çete zihniyetine karşı toplumun her kesiminde nefret ve tepkiler dalga dalga yükselerek yayılıyor.
IŞİD ve benzeri çeteler, Türkiye de çok rahat hareket ettikleri, Suriye sınırında giriş ve çıkışlarda ciddi bir zorlukla karşılaşmadıkları, Türkiye topraklarını adeta bir üs olarak kullandıkları bilindiği halde, IŞİD neden İstanbul Havaliman'nda sivil insanları hedef almış olabilir?
Bu saldırıların amacı, Irak ve Suriye de güç ve alan kaybetmiş olmalarının bir sonucu olduğunu söylemek ne kadar doğrudur. IŞİD ve benzeri çete gruplarına direk ve indirekt destek sunan, faaliyetlerine göz yuman devlet ve ülkelere yönelmesinin ve bu ülkelerin yurttaşlarına dönük katliamlardan bulunması, IŞİD`in artık bu devletler tarafından kıskaça alındığını ve bu girdabın içindeki çırpınışı olduğu söylenebilir.
Ne var ki, Erdoğan ve AKP rejiminden destek gören IŞİD, Kürt yurtsever ve demokratlarına saldırarak, sosyalistleri katlederek, Ortadoğu da alternatif bir güç olarak kalması ve varlığını sürdürmesi olası gözükmüyor. Erdoğan ve AKP rejimi müttefikleriyle ilişkilerinin bozulması, bu durum rejimin giderek daha fazla yalnızlaşmasına hizmet ediyor. Müttefikleri tarafından yakın zamana kadar Erdoğan'ın IŞİD`a karşı aşırı olduğu dolaylı olarak söylenirken, şimdi çok daha açıkca telafüz ediliyor.
Suriye iç savaşında, AKP desteğiyle yükselen ve öne çıkan IŞİD, Türkiye'de gerçekleştirdiği katliamlar ile bir bütün olarak devlet ve toplum içindeki çelişkileri derinleştirecek ve çatışmaları hızlandıracaktır. Bu durum, Erdoğan-TSK ittifakı etrafinda tüm gerici milliyetçi ve şoven kesimlerin bütünleşmesine ve ortaklaşmasına hizmet ederken, içine girdiği ekonomik dar boğazda çıkabilmesi ve daha sağlıklı rasyonel karar vermesini de zorlaştırıyor. Kürdistan da yürütülen kirli savaş, devlet içindeki paramiliter kontr-gerilla grup ve kliklerin birbirlerine karşı yürütükleri iktidar savaşında şiddetlenmektedir.
Türkiye böylesine devlet içinde güç ve iktidar çatışmalarına sahne olurken, TKS içinde geçen Cuma günü (l5 Temmuz 20l6) bir grup cuntacı çete gayri meşru yöntemler ile Erdoğan-AKP rejimine karşı çok zorbaca bir darbe teşebbüsünde bulundular. Bu darbeyi tetikleyen iç çelişkiler ve bu çelişki çatışma zemini olsa da, bu ortamın oluşmaşında Erdogan'ın küçümsenmeyecek katkısı söz konusudur.
Erdoğan kendi kontrolünde ve denetiminde karşıt güçleri çatıştrarak, konjüktüre göre ittifaklar oluşturduklarını da düşman ilan ederek, adeta iti ite kırdırarak,”kutsal dava” adına başlattığı ve başında yer aldığı tüm girişim ve hamlelerden teker teker vaz geçerek, Ergenekoncular ile İsrail, Rusya ile ilişkileri düzeltme yoluna gitti.
Ağustos ayında yapılacak askeri şura toplantısında, karşıtlarını tasfiye etmek için zaman kollayan Erdoğan, az kalsın postu darbecilere deldirtiyordu. Ancak atak davrandı, basının da kendisine sunduğu imkanlar ile darbe teşebbüsünü önleyerek, kendi baskıcı rejimini inşa etme yönündeki çabalarına hız verdi. Bu basın darbe konusunda halkı bilgilendirmek yerine, Erdoğan'ın yardımına koşarak, sahibinin sesi olarak, Erdoğan ve AKP'nin yanında yer alarak, bir zamanlar yücelttiği”mehmetçiği” yerlerden sürüklenmesi, kafasının, gözünün parçalanmasını, linç edilen askerine, ordusuna sahip çıkmayı bir yana bırakın bu iğrenç durum görmemezlikden gelindi.
Bütün bir gün boyunca yalnızca iktidar partisinin üyelerini, yakınlarını TV kanalarında ağırlayarak,”demokrasiye bağlılık”söylemi o günün en popüler demagojik söylemi olarak, uyguladıkları anti-demokratik pratikleri ve baskıları unutturmaya, yapabildikleri kadar üstünü örtmeye çalıştılar. Hepsi bir anda yeniden “demokratlığını”kefşetti. Birinin eli diğerine göre temiz olmadığı için basın üzerindeki ağır baskılar bir anda unutuldu.
Erdoğan, basını da yanına alarak kitleleri harekete geçirmiş, inşa edeceği rejimin altında tahkim edeceği bu potasiyeli, Darbeye ve Erdoğan-AKP rejimine karşı olan demokatik muhalefete karşı kullanılacak bu taban, HDP parti bürolarına ve Alevilerin yoğunluklu olarak ikamet ettiği mahallelere saldırı işaretleri verdi bile. Sokağa çıkan/çıkarılan bu güruh, "allahu ekber" nidalarıyla, "idam isteriz" diye bağırıp çağırmaları, demokrasi ve özgürlük diye bir dertlerinin olmadığı, sokağa çıkanların adeta “ AKP milisleri” gibi hareket ediyor olmaları, bayram çoşkusu içinde demokrasinin zaferinin kutlamadıkları çok açıktır.
Demokratik devrimini gerçekleştirmemiş ülkelerde, demokrasi kültürünün çok zayıf ve yetersiz olmasından dolayı bu gibi ülkelerde – Türkiye de- yaşanan krizin çapına ve boyutuna göre sürekli “yeni ideolojiler” adına yeni kavgalar ve çatışmaların yaratılması kaçınılmazdır. Çünkü buna uygun bir zemin var.
Mahir Çayan'ın ifadesiyle sürekli faşizmin icra ediliği Türkiye'de faşist darbelerin peş peşe tezgahlandığı şartlarda, koşulandırılmış kitlelerin inançları, önyargıları ve öfkeleri istismar edilerek öne sürülür. Bu istismar, aynı şekilde darbe girişiminde bulunan Ordu/TSK mensuplarına karşı da çok yoğun yapılıyor. Bu darbe teşebbüsünden önce “kahraman türk ordusu, kahraman türk askeri” söylemi ile göklere çıkarılan TSK, şimdi gözaltına alınan, tutuklanan ordu mensupları ile hepsi“vatan haini” oldu.
Bu hain olarak damgalanan askerlerin hepsi Kürdistan da halka karşı acımasız kanlı bir savaş yürütüyorlardı. Şimdi bu kahraman ordunun personalinin kaçta kaçı hain veya hepsi Fetullahçı olabilir ki ? TSK da darbe öncesinde farklı güç odaklarının varlığı biliniyordu ve farklı bu güç odaklarının iktidar savaşı basına yansıyordu.
Ama dikkat edilmesi gereken bu keşmekeş de ve kaosta, darbe teşebbüsünde bulunan ve bir fiil darbede yer alan askerlerden oluşan ağırlıklı bir sayı Kürt halkına karşı kirli bir savaş yürütüyordu. Bu savaş da görev almış bu darbecilerin iktidar düzeyinde ülke yönetiminde söz sahibi olmak gibi bir istek ve arzu ile harkete geçmiş olabilirler. Ancak planlanmış darbenin deşifre olmasıyla tarihini öne almaları, gerçekleşecek darbenin de akamete uğramasını beraberinde getirdi.
TSK`nın komuta kademesinde neredeyse yarısı bir şekilde bu darbe teşebbüsünde yer alıyor. Böyle olduğu için, başarıya ulaşmamış bu darbe teşebbüsü Erdoğan'ın elini her halükarda güçlendiyor. Başta TSK olmak üzere Eminiyette/Polis Teskilatında- Yargıda ve diğer kamu kuruluşlarında çok kısa bir zaman içinde 60 binin üzerinde kamu görevlisi/personalinin işine son verilmesini/görevden el çektirilmesi ve iş anlaşmalarının/iş akitlerinin feshedilmesi, Erdoğan'ın önceden hazırlıklı olduğu anlamına gelmektedir. Yıllardır çekmecelerde tuttuğu dosyaları, sırasına göre işleme tabi tutuyor.
Gerçekleşecek tasfiyelerden sonra “liyakata” göre değil,”bağlılık ve sadakat” ölçütlerine göre hazırlanmış kadrolar ile yaratılan boşluğu dolduracak, böylece “dindar nesillerin” yetişeceği yeni bir toplum düzenine geçiş için bir dizi gerici faşist düzenlemeyle saldırgan bir milis taban oluşturulacaktır. Bu yüzden olağanüstü hali, (OHAL) ilan ederek, ülkede yönetimi tek elden toplamayı, kanun üstü karanameler ile çok keyfi bir biçimde despotik yöntemlere baş vurmayı, merkezileşmiş militarist bu yapıyla tüm demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılma durumundadır.
Bu konuda AKP`ye yakınlığı ile bilinen Etyen Mahçupyan kısa bir zaman önce şöyle yazıyordu:”Erdoğan'ın hedefi partiyi ve ülkeyi tepeden, tek elden, hiyeraşik yapı içinde ve biat sistematiği ile yönetmektir." (Karar, 24.05.l6) Böylesi bir yönetimi, şenlik içinde bayram havasında karşılamanın bir alemi var mı? Bu muhitte bulunmanın ve yer almanın kime nasıl bir faydası olabilir?
Etyen Mahçupyan'ın tarif ettiği bu rejimde, demokratik muhalefet sistematik olarak baskılara maruz kalacak, demokratik kitle örgütleri üzerindeki baskılar daha da artacaktır.