İran’da Yasın Rengi

- Ünlü matematikçi, haritacı, meteorolog, tıpçı, etnograf ve filozof E’bul-Reyhan El Biruni, astronomi üzerine çalıştığı kitabını, geleneğe uyarak bir sultana, Gazne Hükümdarı Mesud’a armağan eder. Gazne Hükümdarı Mesud da Biruni’ye bir fil yükü dolusu gümüş gönderir. Biruni, çoğu insanın gözlerini kamaştıracak bu paha biçilmez hediyeye bakar durur önce. Sonra mı?
---- Bu armağan beni baştan çıkarır. Gümüş harcanıp biter, bilim kalıcıdır. Bilimin zenginliğini gümüşün bayağı parıltısına değişmem, diyerek bir fil yükü gümüşü geri gönderir.

Sırtını iktidara, egemen güce dayayarak bir şey ürettiğini sanan sanatçı ya da bilim adamlarının haberi ola. Nobel’i elinin tersiyle iten Sartre büyüktür bu nedenle. Değil mi Orhan Pamuk? Buruni, şimdi yattığı yerden kalkıp baksa insanlığımızın geldiği yere, asıl o an ölür. Medet der, medet!

- Şulamit, çoban sevgilisini Hz. Süleyman’a yeğlemişti.

Sevginin parayla pullla ve dahi makamla takas edilmeyeceğini bilmeyenlere ithaf olunur. Eskidendi değil mi Murathan Mungan? Çok eskiden…

- Andre Breton : ‘’ Ben aşkta da mutluluğu değil, aşkı ararım.’’ demiş.

Aşkın özünde başka şey arandığı için aşk, alışkanlığa ve sığlığa yol alır. Oysa aşk, salt kendi olandır. Başka şey arandığında kirlenir.

- Savaş, desteklendiği an, tarih de çirkinliği meşrulaştırır.

Bir diktatör savaşı sever ve savaş adına da her şeyi yapar. Vicdanın kırıntısı olmadığı için de onların tarihi, karanlığı yazar; çirkini üretir. Bir savaşın sonu kimin içini acıtmaz ki? Yenen da yenilenen de savaştan yara almadan çıkmadı hiç. Her kazanan aslında daha çok kaybetmiştir. Aristo, Hindistan’ı alev topuna çevirip de sevinmeye kalkan Büyük İskender’e ne de güzel ders verir. Savaşın zaferi olmaz değil mi Aristo?
- ’’ Ah Kalbim ‘’ şiirinde Enver Ercan: ‘’Galiba bir tek kalbim sağlam/ O da pek fazla kullanmadığımdan ‘’ diye yazmış.

Oysa kalbini kullandığını sanan herkesten daha çok duygu vermiyor mu bu iki dize? Kim yok diyebilir ki?
- Bir ülkenin bekası, eğitime biçtiği değerle oluşurmuş.

Doğru yanıtlardan çok doğru sorular soran, sorgulamaları olan bir eğitimimiz neden yok öyleyse? Neden çocuklarımız iyi eğitim almıyor? Çocukların düşünmelerinden korkulduğu için mi, sorabileceği, sorgulayabileceği bir gizlenenin olduğu için mi düşünmelerini, felsefeyle tanışmalarını istemiyoruz? Hayatın uzağında olan bir eğitim, hangi çocuğu kucaklayabilir? Çocuğu kalbinden, aklından değil de elinden tuttuğu için hangi eğitim masum olabilir?

Senin elini de, aklını da, kalbini de tutan olmadı mı? Sen Berkin, sahi sen çocuk yaşta başından vurulup öldürüldün değil mi? Ah, Camus, ah bilge Camus! Berkin’i görürsen ona sen göz kulak ol. Sen ders ver ona. Medet senden Camus, Berkin sana emanet. Annesi her gün ağlar ona; ama deme sen Berkin’e bunu. Daha sabi o, bala, çocuk… Beddua ederse yattığı yerden sorumluları cehennem bile kabul etmez. Bilge Camus, sen yine de bedduayı öğretme Berkin’ e. Aklından tut, kitap ver, felsefe öğret, insan olmayı öğret, silahı öğretme, ölümü öğretme. Ah Camus, Ah Berkin…

- Tarih, var olan sınıfın eskidiğini anladığı an, yeniyi ilerici kılar. O da bir sonraki ilerici sınıfın gelmesine dek sürer; sonra gerici bir konuma düşer;kendini, hayatı üretemeyen her şey gibi.

Bir gül, bir yaprak, bir toz gibi tarih de diyalektiğini yaşar. Tarihin nefes almadığını kim iddia eder, kim tarihin gücü karşısında durabilir?

- Bir toplumun özgürleşmek adına ürettiği her şey elinden alınıp tutucu güçlerin eline geçiyorsa, doğmalar da meşrulaşır; hak, nahak olur.
O zaman, baktığınız boşluk da size bakarmış artık? Değil mi Nietzsche?

- Celal Şengör’ e sorarlar: ‘’ Rakibinizin düşüncesi hakkında ne düşünüyorsunuz ?‘’ Celal Şengör, rakibinin düşüncesi karşısında şaşkın bile değildir:
---- Yanlış bile değil, der, yanlış bile değil.

İçinde düşünce kırıntısı olmayıp da düşünce ürettiğini iddia edenlerin bilgisine…
- Şirin Ebadi, İran’ın ilk kadın yargıcıdır. İslam devriminin yarattığı kaostan o da nasibini alır. İlkin başını kapatmak zorunda bırakılır; daha sonra yargıçlıktan kâtipliğe memur edilir; kendi arzuhalini kendi yazar. Ebadi yılmaz, direnir, mollalarla kavgaya girişir. O artık, kadın ve çocuk haklarının savunucusudur. Aydınlar, İran’ı terk ederken Şirin Ebadi, güzelim memleketinden ayrılmaz. Yaşadığı baskı, umrunda bile olmaz. Hukukun güce göre düzenlendiği bir dünyada, o, şimdi mor fistanını giymiş mücadele ediyor. Aş Ebadi, ah Şirin Ebadi !Kendi yazgısını, kendi arzuhalini yazmak, hele İran’da yazmak nice bir şeydir onca molla arasında?

İran’da kadınlar yas zamanı mor giyerler de.
- Afrika’da kölelerin önünde yürüyen beyaz efendi, kölelerden sorumlu görevliye seslenir:

---- Neden yavaş yürüyor bu köleler, söyle de hızlansınlar.

Görevli, koşarak gider, kölelere hızlanmalarını söyler. Beyaz efendi, yanına gelen görevliye sorar:

---- Ne dediler hızlı yürümelerini söylediğinde?

---- Hızlı yürürsek, ruhumuz arkamızda kalıyor, dediler, der görevli.

Bu, dünü ve yarını olmayan, salt günü yaşamayı öğütleyen arsız burjuvaziye, sığ efendiye bilgece bir yanıttır.