Saray'ın, Güney Kürdistan'da yapılacak olan referandumu engelleyemeceğini bir önceki yazımızda ifade etmiş.
Referandum öncesi ve sonrası yapılan tüm öfkeli tehditlere rağmen Barzani referandumdan vazgeçmemiş, referandum ile ilgili tüm resmi açıklamaların bir savaş histerisine dönüşmüş olması, referandum yapılan bu resmi savaş cığırtkanlığına ve iletilmek istenen mesajlara rağmen ve bu savaş histerisinin altında sonuçlanmıştır.
Erdoğan, yaptığı her konuşmada, Barzani'yi aşağılıyor,” elindeki mevcutta olursun” şeklinde kendince “uyarılarda” bulunuyor. Böylesi bir tehdit ve santajla, milliyetci şovenist dalgayı köpürtmeye çalışıyor. Bu sırada, Bahçeli de beş bin ülkücünün Kerkük için hazır olduğunu kamuoyuna duyuruyor. Saray tehditle savaş çığırtkanlığı yaparken, Bahçeli de bu savaş çığırtkanlığını bir adım ileriye taşıyarak işin filiyata dökülmesini istedi. Çünkü Barzani ile yapılan anlaşmalar ile çok ciddi paralar kazanılıyordu. Saray özellikle petrolde nelerin elde edildğini herkesten çok kendisi daha iyi bildiği için “petrolün vanasını” kapatırım tehditiyle Barzani'yi referandumda caydırmak istiyordu.
Referandum Barzani'nin, dolaysıyla KDP'nin siyasi geleceği ile çok yakından ilgisi olduğu için Barzani'nin bu konuda çok büyük riskleri göze alacağı biliniyordu. Barzani bölge dinamiklerini hesaba katmadan,Meclisi by pass ederek iç dengelere oynadığı gözleniyordu. Irak merkezi yönetiminin gücü oldukça zayıflamış, bölge devletleri (Suudi, Körfez ülkeleri ve İsrail) Barzani'yi bu konuda cesaretlendiriyorlardı.
Bu koşullarda Washington referanduma karşı olsa da, zamanlamasına itiraz ediyordu. Bu yüzden, Erdoğan da gelecek itirazları pek önemsemedi; Erdoğan'ın Esad ile yaşadığı hayal kırıklığının bir benzerini de Barzani ile yaşayacaktı. Ama koalisyon ortağı Bahçeli bastırınca, işgalci zihniyeti çileden çıkarmaya yetti. Zira Akşener korkusuyla altı boşalan Bahçeli bayrağı hemen açıverdi.
Kaldı ki, islamcı ideoloji çoktandır İslamcı – Türk sentezine dönüştüğüne göre Saray çareyi referandumu Türk – İslam ideolojisini dayanak yaparak gayrimeşru ilan etmekten buldu.
Erdoğan'ın tehditleri bir işe yaramayınca, bunun için kendi çevresini teselli etmek için “vana bizde, bakalım petrolünü nereye akıtacak” demekle yetindi. Buna ek olarak “Askeri seçenekler kadar her şey masada” demeyi de ihmal etmedi. Kısaca, Erdoğan bu yarattığı gerinlikle,attığı savaş nutuklarıyla, kuşkusuz ki,dolaylı ve dolaysız bir müdahaleye baş vuracağını açıklamış oluyor ve bu nedenle diplomasiyi harekete geçirdiği görülüyor. İran ve Irak'ı harekete geçirmek için bu ülkelerin toprak bütünlüğünü korumayı kendisine vazife edinerek, en kötü ihtimalle bir federal/federatif yapının ortaya çıkacağını şimdiden engellemek istiyor. Oysa bu sınırlar yüz yıl önce emperyalistler tarafından çizilen yapay sınırlar olduğu için ABD ve Rusya'nın Ortadoğu da nüfuz alanlarını korumak için vakelet savaşına (özellile ABD ) baş vurarak, öngörmediği sorunları yaratmış oldular.Türkiye ve İran gibi bölge devleri ise bu kaotik ortamda yararlanarak yeni nüfuz alanları yaratmak, ekonomik ve siyasi çıkarlarına uygun bir bölge düzeni/dengesi kurmak istemektedirler.
Bu nedenle KDP'nin Türkiye ile daha doğrusu Saray rejimi ile kurduğu ilişkiler başından beri problemli ilişkilerdir ve bu problemi taviz vererek aşmak istediği ve bu yönlü bir ilişki izlendiği bilinmektedir. Aksi halde, Erdoğan “yatrımlar başladığında, yiyecek bulamazsınız” aç kalırsınız demeye getirdiği aşağılayıcı bir sözü sarf edemez.
Bir hakın yaşadığı topraklar üzerinde kendi kaderini belirlemesi, bağımsız yaşamak istemsi ve bu isteği referanduma/halk oylanmasına götürmesi kadar doğal, meşru ve demokratik bir şey olamaz.
Ne var ki, Barzani başından beri yanlış ata oynamış, aşırı tavizler vererek bölge devletlerinin kendi aralarında yaşadıkları çelişkilerden faydalanarak, Güney'deki iç dinamikleri dikkate almadan çok hazırlıksız bir dönemde kendi iktidarını korumak amacıyla referanduma gitmiştir. Aslında bölge devletleri kendi aralarında yaşadıkları çelişki, bölgede – Güney'de – bu çelişkilerin altında kalmaktadır. KDP Meclisi dahi işlevsiz bırakması, özünde kimsenin karşı olmadığı bir sorunu tek taraflı halk oylamasına götürmesi, KDP dışındaki siyasi güçleri etkisizleştirmek suretiyle kendi iktidarını güçlendirmek istemiştir.
Bu dönemde, Kuzey Irak Kürt Yönetimi bayrağını göndere çekmesini adeta unutmuş olan Erdoğan, şimdi sıkı bir kuşatma ve izolasyonla en önemli müttefikini “aç bırakmakla” tehdit etmektedir. KDP 2005 den itibaren komple enerjisini Erdoğan-AKP üzerinde bir yatrıma dönüştürmek yerine ve bu enerjisini iç dinamikleri harekete geçirmek ve merkezi Irak yönetimini temel alsaydı, Erdoğan bölgenin güvenliğini tehdit edecek tavızler(1) vermemiş olsaydı, referandum içtenlikle desteklenebilir, bölgenin ( Güney'in) siyasi güçleri de bu referandumu daha aktif ve içten katılabilirlerdi. Ancak halkın referanduma zorunlu bir katılımı söz konusu,bölge devletlerinin (Türkiye ve İran) gerçekleştirdikleri dış kuşatmaya karşı da nasıl bir tavır alacakları da yakın bir tarihte daha açık görülecektir.
Bu nedenle denilebilir ki, KDP boş arazide cürümeye yüz tutmuş bir meyva ağacına benzmektedir. Bu olası saldırıları nasıl göğüsleyeceği ne gibi tepki vereceği tam bir muammadır. Yapılan açıklamalara bakılırsa, daha aşığıda alma daha itidalli bir dil kullanmaları, yaşanan saldırganlığın tam olarak anlaşıldığı anlamına gelmektedir.
Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin verdiği tepkiyi anladık da, CHP'nin bu saldırganlığa katılmış olması, Tezkereye olumlu oy vermeleri ”TSK'nın elini güçlendirmek” için verdiklerini açıklanması, KDP yöneticileri, Türkiye'yi yalnızca AKP den ibaret olarak görüyorlarsa, çok fena bir halde yanıldıklarını göreceklerdir.
PYD'yi IŞİD'le aynı kefeye koyan, ülkeyi OHAL pratiği ile yöneten Saray rejimi sadece Ortadoğu da değil, Kürt meselesinde, Avrupa ile ilişkilerinde, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve çevrede tam bir çözülme ve çürüme yaşamaktadır. 7 Haziran seçimini geçersiz sayan, MHP'yi yedeğine alarak ulusalcılığı köpürten, milliyetçi şovenizmle şehitliği yücelten, parlamentoda üst üste Tezkere çıkartan, Kuzey de (Türkiye Kurdistanı) Kürt halkının canını, yaşam alanlarını yakıp yıkan, yurtsever devrimcileri vahşice kalt eden,belediyelere el koyan,milletvekillerini tutuklayan, tecriti yaygınlaştıran,yasak bölgeler ilan edilen,halkı göçe,açlığa ve yoksulluğa mahkum eden, 2014 yılından bu yana çok yoğun ve sistematik olarak Güney topraklarını sürekli havada bombalayan Saray rejimi, Kurdistan da yaşanan bu dramtik durumun Kürtlerin bir “iç sorunu” olmaktan çıkarmıştır. Keza bu olumsuzluğa KDP'nin bir tepkisi ve itirazı da olmamıştır. Ve referandumu da bu amaçla kendi iktidarını ihdas edilmesi için kullanılacaktır.
Bölge ülkelerinin devrimci-demokratları da Kürt halkının özgür, demokratik ve eşitlik temelinde kendi kaderini belirleme hakkından yana olup, demokratik ilerici güçleri destlemek olmalıdır. Saray faşizminin öldürmek üzere kurulu saldırganlığının önüne ancak böyle geçilir ve başka halkların topraklarına tecavüz açıktır ki böyle önlenir.
D.Ali Behrin
1 ) Güney'de Türkiye'nin askeri üs sayısı 8 kadar olduğu biliniyordu. Son bilgilere göre bu sayı 18 kadar olduğu söyleniyor. Bu üsler askeri amaçla kurulduğu gibi istihbarat amaçlı da kullanılıyor.