İNSANSIZLAŞTIRILMIŞ TOPLUM ve GENÇLİK

Kapitalizm koşullarında insanın bir kurtlar toplumu hâline getirileceği, daha XVII. yüzyılda yaşayan İngiliz materyalist düşünür Thomas Hobbes tarafından öngörülmüş: “İnsan insanın kurdudur”. Bunun 21. yüzyıla gelindiğinde somutlandığı sahnede ise, kurtlar sofrasının dışında kalanlar hayli azalmış bir vaziyette!

Mülk edinmenin neredeyse kişiliğin tek kriteri haline getirildiği, insanın sahip olduklarıyla değer gördüğü, insanın gerçek değerinin bir “meta” haline gelişinin insan beyninde mesken eylediği sahne ise; XIV. yüzyılın materyalist düşünürlerinin tespit ettiklerinin fersah fersah ötesine geçmiş vaziyette.

Yani Marks’ın: “Özel mülkiyet çerçevesinde şeyler, özel mülkiyetten kaynaklanır. Herkes bir başkasına yeni bir gereksinme yaratıp onu yeni bir bağımlılığa sokmaya, yeni fedakârlıklara sürüklemeye, yeni bir doyum yoluna alıştırmaya, herkes başkasının üzerinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinimlerini doyurmaya bakar. Her yeni ürün, karşılıklı dolandırıcılık ve karşılıklı soygunculukta yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan, insan olarak yoksullaşır...” dediği zamanlardan bu zamanlara, daha da yoksullaştırıldık, daha da insansızlaştırıldık...

***

Bir süre önce, Hessen Eyaleti’ndeki Dannenröder Ormanı İşgali’nde yeralan, Alman gençlerin yanısıra bir Kürt gençle de karşılaşıverip, şaşırmıştım:

“Bu dijitalleşmeyi basitsiyoruz. GÖZLERİMİZİN FOTOĞRAFI ÇEKİLDİ! Parmak izi yerine gözlerimizle damgalayacaklar bizi. Nasıl onur kırıcı bir şeydi” deyip, ormanda yaşadıklarını, okuduğu yazıları anlatmanın ateşindeydi. “Bizim gerçekleştirdiğimiz mitingler, konuştuğumuz konular hep aynı. Cirit attığımız Facebook sayfaları hep aynı. Oysa bu ülkede neler değişiyor. Yeni yeni yasalar çıkarılıyor, hiçkimsenin umurunda bile değil. Yaptığımız işler hep aynı, böyle olmaz, değişmeliyiz...” demişti.

Bugün yine o gençle karşılaştım. Ateşliydi hâlâ, ateşi sönmemişti: “Oh be, iyi ki bu çocuklar var” diyerek, nasıl bir oh çektim. Ormandan ayağını çekmemişti, hem de bu soğuklarda: “Çok okumamız lazım çok. Yüzlerce yıl öncesini okumamız lazım, ki bizi ne hale getirdiklerini gerçekten anlayabilelim. Bu ülke her şeyin uzmanı var ya! Sözde radikal sağcılara yönelik yasalar çıkardılar! Palavra hepsi, bizi biçiyorlar... sessizce bizi biçiyorlar. Sadece başına gelen bu işlerin ciddiyetine varıyor. Başka da hiçkimsenin ruhu duymuyor. Düşünmeye-öğrenmeye önem vermeliyiz var ya! Gençlere, işsizlere dahi kredi verilecekmiş. Onun yasalarını tartışıyorlar. Dijital tekeller birbirleriyle yeni anlaşmalar yaptılar. Yeni paketler çıkacak, artık hayatımız oralardan yürütülecek. Herkes sürü gibi, sürü gibi ya...”, deyip başladı yine okuduklarını ve ormanda yaşananları anlatmaya. Treninin saati geldi: “Kaçsın bu tren, sonrakine binerim. Düşündüklerimi paylaşacak birini bulmuşum, bu anı kaçırmayayım” deyince, dünyalar benim oldu...

“Eyaletlere sınırlı test malzemesi verilmiş. Testi pozitif çıkan bir insan, karantinaya alındıktan 15 gün sonra aramızda. Ve tekrar test yapılmadan! Burası da Almanya! Yani her tarafta koronaya yakalanmış insan geziyor şu anda. Daha ne anlatayım!! Sürü gibi herkes ya, deliriyor insan!!!”, diyerek nasıl çırpınıyordu. Sonra koca bir kahkaha attı: “Ormanda üzerimize yüzlerce polis salınması, bize hangi ülkede-dünyada olduğumuzu farkettiriyor her gün galiba”, diyerek kendikendisiyle dalga geçmeye başladı...

Gençlerin bir kısmının da olsa; böyle bir çırpınışı olduğunu, bir kez daha onun sayesinde tecrübe ettim. Dünyalar benim oldu!

***

Yaşadığımız ülkede, Almanya’da; bu çocuğun anlattıklarının çok daha fazlası gerçekleşiyor. Ve hepsi dünyanın diğer ülkeleriyle bağlantılı olarak yasallaştırılıyor, yasal olarak gerçekleştirilmeye devam edilecek.

Bu salgın bitip de, hayatta kalma imkânımız olursa; bambaşka bir dünyaya uyanacağız. Uyandığımız dünyanın farkında olup olamayacağımız, henüz meçhul!

Kuşaklar arasında sağlıklı bir paylaşımın gerçekleşip-gerçekleşemeyeceği, henüz meçhul!

Ancak bizler, salgın öncesi de ifade edilen; “Sevgi ve paylaşım, yerini rekabet ve hırsa bıraktı” kaba tanımlamasının, yaptığımız en ufak işlere dahi yansımasının muazzam hastalıklarındayız. Başka insanlarla yaptığımız ortak bir dizi iş, tıpkı herhangi bir işe gidip-gelme gibi rutinleşmiş vaziyette. Ve bu hal; sevgiyi, paylaşımı kelepçeledikçe kelepçelemekte.

Dijital dünya; herkesi kendi tenceresinde bir aktivite sarmalında döndürmekte. Bu tencerelerde de algılar hapsedilip, rekabet-hırs tabana kuvvet koşuşturmakta.

Bütün bunlardan arınmaya çalışmak dahi, sistem içerisinde bize farketmeden bulaşan, adeta doğallaşan; sahtekâr, hesapçı, çıkarcı yanlarımızdan temizleyecektir.

Ortak değişimlere kulaç atmak; az bildiğimizi kabul edip, öğrenme heyecanını kuşanmakla, kendimizi değiştirmekten vazgeçmemekle mümkün.

***

Zaten maskelenmişti insan yüzleri, zaten gergin insan yüzleri arasındaydık sokaklarda.

Şimdi ise gerçekten maskeli yüzlerde; kalbin aynası olan, garip garip gözleri okumaktayız sokaklarda.

Bu çocukların maskeli yüzlerinde okunan gözleri hâlâ ışıl ışıl; tıpkı kalpleri gibi!

İnanıyorum ki bu; sadece yanıbaşımızdaki değil, dünyanın dörtbir yanındaki gençlik için böyle. En azında haber fotoğraflarında gördüğümüz gençlerin gözleri de böyle!!!

“Kuşatılmış Gençlik”ten bahsetsek dahi; onlar bizlerden daha az kuşatılmışlar. İnsanın “kirlenmişliği”nden bahsetsek dahi; onlar bizlerden daha temizler.

Onlar: Bir şeyler öğrendiklerinde ve değiştiremediklerinde, ciddi ciddi canları yananlar!

Onlar: İnsansızlaştırılmış bu toplumu henüz kanıksamamış olanlar!

Ve iyi ki varlar!