İnsanca yaşama hakkı diye başlayan kavramı önce kendimizde düşünelim.
Hatta bazı kişilerin yaşamlarında bir kerecik olsun gözlerini ve gönüllerini çevrelerine,(komşularına, işyerlerine, okullarına) çevirmelerine, kendileri dışındakileri görmeye, anlamaya, tanımaya çalışmalarını isteyelim. Bir kerecik düşünmeye çağıralım. Bu soruyu soralım, insanca yaşama hakkını neden başkaları için, farklılıklar için tanımak istemiyoruz?
İnsan gibi yaşama önce vatan millet midir? Dini bütün olmak mıdır? İnsan gibi yaşamak milliyetçilik ve dincilik midir?
İnsan gibi yaşamak önce bir maddi temele dayanır. Bu temelin esasını da gelir dağılımı teşkil eder. Adaletli yaşamın toplumun çoğunluğuna doğru gittikçe genişleyen, karşılıksız değil, emeğinin, katgısını, beyin ve kol emeğinin karşılığı olarak; sağlanmadığı ülkelerde, toplumun insan gibi yaşama hakkı için mücadele etmesinin meşru maddi temeli hazır demektir.
İnsan gibi yaşama yalnız karnını doyurma, iyi eşyalar alma, marka elbiseler giyme, üniversite bitirmek, oturacak bir evinin olması, arabanın ve telefonun bilmem ne markası, vb, gibi imkanlardan istifa de ile sınırlandırılamaz. Bu yarınından emin, geleceğini güzelleştirecek, kendini insanlaştıracak bir durum da değildir.
İnsan gibi yaşama, yeterli bir gelirin kazanması da değildir. Yeterli bir gelirin hazırlandığı maddi temel üstünde şekillenen insan ilişkisi de değildir.
İnsan gibi yaşama komşusunun derdine ortak oluyorsa, arkadaşını halini hatırını soruyorsa, farklılıklara kin ve nefret gütmüyorsa… Hatta ve hatta, vicdan sahibiyse, doğayı koruyorsa, başka bir dile saygısızlık yapmıyorsa, yapılan bir haksızlığı söylüyorsa, inançları ve fikirleri farklı olanlara şiddet uygulamıyorsa, demokrasi adına yoksun kalmıyorsa, iktidarın kötülüklerini görüp iktidarın borazanı olmuyorsa, bencil çıkarcılık ve makamcılık yapmıyorsa bunun adı insanlıktır. İnsana dair yaşamdır. İnsan sevgisinden yoksun değildir.
Bütün bunlar, getirdikleri sonuçlarla ölçülünce insan gibi yaşamla yüzleşilir. Peki Türkiye de son yıllarda yaşananları vicdandan, ahlaktan, insan çilesinden, demokrasiden bahsedenler; birazcık insan olmayı düşünmelidir. Ben insan mıyım?
Ortaya çıkan kindar ve tahammülsüz tablo kime mutluluk veriyor? Şiddeti ve korkuyu topluma dayatanlar anlaşıldığında, yaşananlarla ortaya çıkan kirlenmeyi nasıl değerlendirmeliyiz? İnsan gibi yaşamak nedir?
İnsan olma gerçeğini, insanca yaşama dönüştürmek kendi ellerimizdedir. İktidarlar gelip geçicidir. İktidarların yandaşı olanlar hak ve adalete karşı kindarlıklarını kusabilirler ama insani ve vicdani duygulara sahip olanların tepkileride var olacaktır. İnsanca yaşama ve farklılığa sahip çıkanlarda vardır.
İnsanca yaşama sevgiyle saygıyla sahip çıkıldıkca sosyal, adaletçi, demokratik hukuk kurallarında, insan hakları evrensel beyannemesinden yana yaşama sarıldıkca, herkesin insan gibi yaşama hakkına sahip olacaktır. Hepimizin insan gibi yaşamaktan ve insan olmaktan mutluluk duyacağımız kesindir.
Yaşamı salt çilelerden, yoksulluk edebiyatından, acılardan oluşan bir arabesk yorumla değil, sevgiyle, saygıyla dayanışmayla, bilgiyle bilinçle hem üretici, hem mücadeleci olmanın verdiği azimle daha erdemli, daha samimi algılamak gereklidir. Dolayısıyla ölüme karşı tahammülsüzlüğün irin aktığı bu günlerde, aslında yaşamın sonsuzluğuna olan güvenimizle dayanışmada gelişeceğine dair inancımızın olması gerekmektedir. İnsanın içende bi umut var olsun; yaşamla ölüm denge de.
Irkçı kafatascılar, dinci tahamülsüzler her yerde, her daim kin ve nefret ile kötülük yapmaya devam ediyor. Kötü her yerde kötüdür.
Söylenme söyle...