Dün MHP’nin başbuğu Devlet Bahçeli partisinin referandumda neden “evet” diyeceğini, galiba kendisinin bile inanmadığı gerekçelerle savunurken önemli bir vurgu yaptı:
“Eğer Doğu Perinçek ile Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle Sayın Erdoğan’ı tercih edebileceğimizi herkes bilmelidir.”
Doğu Perinçek’in Devlet Bahçeli’ye cevabı gecikmedi:
“Erdoğan’ı da tercih etseler Doğu Perinçek’i tercih etmiş olurlar. Çünkü Sayın Erdoğan’ın başında bulunduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, birçok konuda Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in savunduğu siyasetlere gelmiştir.”
Acaba hangisi haklı?
Doğu Perinçek mi, Devlet Bahçeli mi?
Bence her ikisi de haklı.
***
Önce Bahçeli cephesine bakalım. Yazının başlığında “Askersiz generaller” dendi.
Siyaseti biraz yakından izleyenler hatırlayacaktır. Başbuğ’un başbuğluğu beceremediğini ileri süren MHP muhalifleri birkaç ay önce partili delegelerin çoğunluğunu kendi saflarına çektiler ve olağanüstü kurultay çağrısı yaptılar. Eğer Bahçeli parti içi demokrasinin gereğine uyup da kurultay toplansaydı, şimdi kendisi “mütekait siyasetçiler” müzesinde yerini alacak; MHP yeni bir liderle yoluna devam edecekti.
Gel gör ki “bağımsız” (Efendim?) yargı olağanüstü kurultayın önünü kesti. Bağımsız (Efendim dedik di mi?) yargının bu hizmetini Bahçeli ve kendisine bağlı kalmış bir grup (“Bir avuç” mu deseydim acaba?) Tayyip Erdoğan’a başkanlık yolunu açan bir anayasa değişikliğine canla başla destek vermeyi kabul ederek Meclis’te ödedi.
Referandumda da ödeyecek(miş).
Peki, ödeyebilecek mi?
Referandum seçmen niteliğine sahip yurttaşların oyları demek. Peki, Bahçeli’nin dediğine “Hı” diyecek kaç seçmeni kalmıştır dersiniz?
Olağanüstü kurultaya gidilseydi Bahçeli’yi oturduğu iskemleden aşağı indireceği hemen hemen kanıtlanmış olan delegeler partinin tabanı demek. O tabanın eğilimi de belli.
Bu durumda Devlet Bahçeli bir “askersiz general”den öte nedir?
Sorunun cevabı bugünden belli gibi. Referandumdan sonra Bahçeli için de “belli” olacak...
***
Gelelim Doğu Perinçek’e...
15 Temmuz öncesinden de yeterince kanıt vardı. Darbe girişiminden sonra kanıtlar hem arttı, hem de “kuvveden fiile” geçmeye başladı; yani somut sonuçlar vermekte...
2002 öncesinde iktidara yürürken de 2002’den sonraki tek başına iktidar dönemlerinde de Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile Fethullah Gülen’in “Cemaat”i resmen değil ama fiilen birer koalisyon ortağı idiler. Cemaat AKP için kamu kuruluşlarına yerleştirilecek kadroların “kaynağı” idi.
Gülen’in 70’li yıllarda verdiği siyasal vaazını hatırlayın. Kendi tayfasına dönmüş “Maliye’ye, Adliye’ye, Hariciye’ye, Dahiliye’ye, Harbiye’ye gireceğiz. Hedefimiz budur” buyurmuştu.
Öyle de oldu. Öyle olduğu 15 Temmuz darbe girişiminden sonra devletin bütün kurumlarında yürütülen dev çaplı “FETÖ operasyonu” bunun kanıtı.
Cemaat 17/25 Aralık’ta başlayan ve 15 Temmuz sonrasında çok keskinleşen bir ayıklama süreciyle devletten uzaklaştırıldı. Büyük koalisyon bozuldu ve siyasal İslamın bu iki gücü arasındaki köprüler bir daha kurulmasına olanak kalmamacasına atıldı...
Şimdi yeni bir koalisyon kurulmakta. Siyasal İslamın partisi AKP ile Türk milliyetçiliğinin devlet deneyimli kadrolarını saflarına katan bir başka askersiz general’in, Doğu Perinçek’in partisi arasındaki bu koalisyon “Sırtı AB’ye, yüzü Avrasya’ya, Şanghay Beşlisi’ne dönük” bir siyasal çizgide buluşuyorlar.
Neden ve nasıl?
Yerim bitti. Cevabı yarına kalacak...