Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu on yıl boyunca „İslam İşbirliği Teşkilatı“ (İİT) Genel Sekreteri olarak görev yaptığı kurumun amaçlarını ve ilkelerini korumakla yükümlü olan bir isimdir. Buna göre, Ekmeleddin İhsanoğlu‘nun siyasi kimliğine ve hayatını verdiği değerlere bakınca ‚barışçıl‘, ve ‚herkesi kucaklayan bir kişi‘ olmadığı hemen anlaşılacaktır. Nasıl mı?
Anlatayım
1967 yılında gerçekleşen Arap - İsrail Savaşı ve Kudüs’teki Al-Aksa Camii’nin kundaklanması üzerine güya bu camiyi „Siyonistlerden“ kurtarma ve İsrail´e karşı ortak biı tavır alınma maksadıyla bir araya gelen „müslüman ülkeler“ 25 Eylül 1969 tarihinde Sudi Arabistan ve ABD‘nin güçlü desteği ile Rabat’ta gerçekleştirdikleri „İslam Zirve Konferansı“ dolaysıyla adına „İslam Konferansı Örgütü“ (İKO) dediklerı siyasi bir örgütü ´kurdular. 38. Dışişleri Bakanları toplantısında alınan bir karar gereği İKO „İslam İşbirliği Teşkilatı“ olarak ad değiştirmiştir.“ Türkiye İİT içinde başından beri yer almıştır. İİT üyesi olan ülkelerin tümünün ortak paydası „İslami kurallara" ve „Şeriat“a uyma ve uygulama zorunluluğudur.
İİT´nin 1990 yılında 19. Dışişleri Bakanları Konferansında alınan karara ek olarak bir de bugün bile halen yürürlükte olan „İslam’da İnsan Hakları Kahire Bildirisi“[2]dir. Bu Kahire Bildirisi (KB)´nin temel özelliği, İİT üyesi ülklerin tümünün İslam hukukunu ve dinini insan hakları alanında ortak payda olarak benimsemiş olmalarıdır. Bu KB’nin 24 ve 25 maddelerinin Türkçe çevrileri Türkiye Cumhuriyetinin resmi makamlarınca yayımlanmış bir türü mevcut değildir. Bunun için bu KB Almanca metninin tümünü [3] ve bu bildirinin en son 24 ve 25 maddelerinin Almanca şeklinin tarafımdan yapılan Türkçe çevirisi ile içeriği şöyledir:
Artikel 24: Alle Rechte und Freiheiten, die in dieser Erklärung genannt wurden unterstehen der islamischen Scharia. (Madde 24: Bu bildiride anılan hak ve özgürlüklerin tümü İslam Şeriatına tabidirler)
Artikel 25: Die islamische Scharia ist die einzig zuständige Quelle für die Auslegung oder Erklärung jedes einzelnen Artikels dieser Erklärung (Madde 25:İslami Şeriat, bu bildirideki maddelerin tümünün yorumunda ya da açıklanmasında baz alınacaka tek yetkili kaynaktır).
Böylelikle, Birleşmiş Milletlerin üyesi olan Türkiye, 1948 tarihli Birleşmis Milletler Teşkilatı tarafından benimsenen „Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi“ ne taban tabana zit olan İİT`nin ve Şeriat normlarına uyacak şekilde dayatılan ve sadece Şeriat'ın izin verdiği ölçüde özgürlük „garanti altındadır“ hükmünü kabül etmiştir. Buna göre her müslüman oruç tutmak, her müslüman camilerde namaz kılmak ve bu ibadetinden evvel de bir çok yerde yaşandığı gibi, imamların ajitasyon içerikli miting havasında geçen konuşmalarını dinlemek zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılmıştır. Hani dinde zorlama yoktu? Şeriat adına saymakla bitmeyecek kadar çok olan dayatma ve zorlamalar bireysel özgürlüğü dinamitlemenin yanı sıra toplumsal barışı ve huzuruda zehirlemektedir. Bu tür zorlamalar ile ilgili yapılan yorumlardan biri de profösör ünvanlı Servet Armağan´ın şu değerlendirmesidir: „İslam Hukuku temel esaslarına göre, yani Kuran'da yer alan hükümlere göre bir insanın İslam dininden çıkması suç teşkil eder. Buna irtidat veya ridde adı verilmektedir. Bir diğer değişle İslam Hukuku açısından bir kimsenin hiç bir dini inanca sahip olmaması diye bir hürriyet söz konusu değildir. Yani ateist veya inkârı uluhiyet dediğimiz bir anlayış islam hukukunda bir hürriyet olarak kabul edilemez“[4]. Türkiye‘ nin güya tam üye olmak istediği Avrupa Birliği üyesi hüç bir üllkede, bir bireyin ait olduğu dinden çıkmasını suç olarak görlülmemektedir. Türkiye´nin İİT tarafindan 1990 tarihinde yayımlanan KB‘ ne uyulması yukümlülüğünü ve 2003 yılında yaşanan bir olaya nedeni ile CHP´ye de yollamada bulunan Mustafa İslamoğlu şöyle yorumluyor " Bunun kararı daha 3 Kasım 1999'da örgütün Cidde'deki merkezinde alınmış. Türkiye bu kararı Almatı'daki bir toplantıda 1 Eylül 2003'te imzalamış. Şimdi imzalanan bu anlaşmaya uygun yasal bir düzenleme yapılıyor. Meclis'e gelince CHP ve malum medyanın gürültü kopardığı yasanın hikayesi bu. Neymiş efendim, "Şeriat ilkelerine uygunluk şartı" varmış. Elbette olacak. Şeriat, yani "İslam hukuk ilkeleri" bu örgütün varlık sebebi olan İslam'a dayanılarak oluşturulmuş kurallardır... İslami kuralları formel anlamıyla da olsa esas almasından daha doğal bir şey olamaz“.[5] KB ile ilgili yapılan bir başka değerlendirmede ‚Ak Raydo‘ adlı bir kurum tarafindan şöyle yapılmaktadır: „Kahire Bildirisi, başlangıç kısmında "İslam’daki temel haklar ve evrensel özgürlüklerin dinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve onların "Allah tarafından son Peygamber aracılığıyla gönderilmiş... ilahi emirler" oldukları, böylelikle "onlara uymanın ibadet, uymamanın ise çirkin bir günah" olduğu belirtilerek, Batı kökenli seküler insan haklarının farklılığı ifade edilmiştir. Bu ifadelerle, Allah'ın hakların kaynağı olarak kabul edildiği açıkça belirtilmiştir“[6]. Yani bir müslüman her an herhangi bir gerekçe ile, kendi özgür iradesi sonucu bir eylem içinde olursa, bunun İslam dışı olarak algılayan bir kişi ya da kurum tarafından Şeriat üsüllerine göre (kırbaçlama, diri diri toprağa gömme, taşlama, el, kulak, dil kesme gibi) cezalandırılacaktır.
Şimdi laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna temel teşkil eden ve bunları yaşatma ülküsüne sahip olduğunu söyleyen CHP´nin MHP ile beraber kamuoyuna duyurdukları „Çatı Aday“ nın altı ay öncesine kadar hangi görevi ifa etiğini ve Genel Sekreterliğini yaptığı örgütün insan hakları ile ilgili temel yaklaşımını öğrenmiş olduk. Hani Türk Anayasasında değiştirilemez ve hatta değiştirilmesi bile teklif dahi edilemez dedikleri ilk üç maddesinde tanımı tapılan „Türkiye Cumhuriyeti; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti“ idi? Yapılan bu tanıma uyma ve bu temel ilkeyi savunma, kollama ve koruma görevi CHP‘ nin yükümlülüklerinden olması gerekirken nasıl oluyor da CHP, Sudi Arabistan ve ABD´nin gölgesinde kurulan ve faaliyet gösteren bir siyasi örgütün on yıl Genel Sekreterliğini yapmış birini Cumhurbaşkanı adayı olarak önerebiliyor? Ve bu durumda ne yapmalı? 10 Ağustos 2014 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl bir tutum içinde olunmalı?
Özetleyeyim
Siyasl İslamcıların temel istemi her zaman „ Şeriat düzeni yaratma“ ve buna karşı olan laik müslümanları, demokratları, yurtsever ve çağdaş evrensel değerleri savunanları katlemek, Alevileri yakmak, katliamlara tabi tutmak, gavur, dinsiz, kafir vb, türünden suçlamak olmuştur.
Tüm Orta Doğu´da olduğu gibi Türkiye´de de laik cumhuriyeti kanlı ya da kansız ortadan kaldırmak ve bunun yerine gerçekleştirmeyi arzuladikları Şeriat düzenini yaratmanın önünde engel teşkil eden yasama, yargı ve yürütme erkini ortadan kaldıracak rejim değişikliklerine gitmek hep gündemde olmuştur. Şeriat istemi ve bununla paralel yürütülen rejim değişikliği planları, sadece Orta Doğu´da değil, Afganistan ve Pakistan´a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kan gölüne çevirmiştir. Recep Tayyip Erdoğan (RTE) sayesinde Türkiye´de adım adım bu kanlı tablonun bir parcası haline dönüştürülüyor. Dolaysıyla karşımızda Türkiye´yi Orta Doğu'nun kanlı sahnesini ortasına sürüklemek, laik ve çağdaş hukukun üstünlüğüne bağlı bir sosyal hukuk devlet yerine, kendisine sadaka kültürü ile biat edecek, bunu başarmak içinde ne kadar entrika, yalan, iftira, kalleşlik varsa hepsini kendi halkına karşı uygulamadan çeknimeyen bir RTE var. RTE´in bu emeli kursağında kalmalı. Güzel Türkiye´nin güzel insanlarının barış, kardeşlik, özgürlük ve refah icinde bir arada yaşamaları için RTE`in önü sandıkta mutlaka kesilmelidir.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP-MHP çatı adayı olarak önerilmesi hususunda, Lenin’in ünlü deyimi ile ‚ne yapmalı‘ sorusuna ben de sayın Deniz Baykal´ın sergilediği tutumu çerçevesinde yaklaşıyorum ve destekliyorum. Sayın Baykal´ın dediği şudur: “Siyasal İslamcı birinin aday gösterilmesinden kaynaklı arkadaşlarımın duyduğu rahatsızlığı anlıyorum. Evet, ben de rahatsızım, yanlış yapıldığını düşünüyorum. Ancak partinin zarar görmesini de istemiyorum. Başka bir aday çıkartılması düşüncesinin doğru olmadığını belirttim”[7].
Sayın Kılıçdaroğlu tarafından tarifi verilen Cumhurbaşkanı adayı ile, adayın ömrünü verdiği siyasal İslamcı kimliği ve Şeriatçı kafa yapısı bir biri ile örtüşmediği çok net ortadadır. Bundan dolayı olsa gerek ki, CHP´nin sayın sözcüsü Prof. Dr. Haluk Koç, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP’nin adayı olmadığını, CHP’nin kendi içinden kendi ilkeleri ile aday çıkaracak büyüklükte bir parti olduğuna dikkat çektikten sonra, şunları aktardı: "Ama karşımızda Türkiye’yi kamplara bölmüş, yetki elde ettiğinde parlamenter sistemi askıya alacak, bunu açıkça beyan eden, demokrasiyi rafa kaldıran, başkanlık sistemi etrafında Türkiye’yi otoriter bir rejime sürükleyecek, kuvvetler ayrılığı ilkesini tanımayacak, kendi başına buyruk politikalarla Türkiye’yi dış politik alanlarda başını belaya sokacak bir kişiye karşı tüm toplumun ortak yönlerini temsil yeteneği yüksek, herhangi bir siyasi parti ile temaruz etmemiş bir kişiyi ifade ettik." [8]
Öte yandan, sayın Kılıçdaroğlu sadece namuslu ve dürüstlüğ ile değil, aynı zamanda kendi inancı dolaysıyla da yer yer Emevi zihniyetinin Türkiye temsilciliği olan RTE tarafından dile dolanmaktadır. Türkiye´nin bugünkü konjuktüründe sayın Kılıçdaroğlu gibi Hz. Muhammed (sav) soyundan gelen bir Alevi´nin Şeriatı insan haklarının izahında, uygulama ve gözetmesinde temel kılavuz alan siyasal islamci birini Cumhurbaşkanlığına aday göstermesi, Türkiy´de iç barışın, kardeşliğin, dostluğun ve eşitlik temelinde her T.C. yurttaşının özgürce yaşadığı ortak bir vatan özlemini hayata geçirmede temel bir direk, güzellik, hoşgörü ve fedekarlık örneği olduğu bilince çıkartılmalıdır. Olaya tersinden bakarsak şöyle bir tablo ile karşı karşıy da kalınır; Siyasal islamcı bir gelenekten gelen birinin, Şeriatı insan haklarının kurunup kollanmasında temel klavuz olarak kabül eden birinin, Alevi inacına sahip bir insanı bırakın Cumhurbaşkanlığına aday göstermeyi, muhtar bile yaptırmaz ve elinden gelse rızkını bile keserek onu da kendisine sadaka kültürü ile biat ettirecektir. İşte sayın Kılıçdaroğlu´nun bu tutumunu bir şans ve iyi bir başlangıç olarak değerlendirmek, Türkiye adına büyük bir kazanım olarak algılanmalı ve yorumlanmalıdır.
20 Haziran 2014
[1] Kılıçdaroğlu, Kemal, „Risk aldım“,http://sozcu.com.tr/2014/gundem/kilicdaroglu-cati-adayini-anlatiyor-537227/, 19.06.2014.
[2] Ayrintili ek bilgi icin bkc.”THE CAIRO DECLARATION ON HUMAN RIGHTS IN ISLAM”, http://www.oic-oci.org/english/conf/fm/19/19%20icfm-political-en.htm#RESOLUTION%20NO.%2049/19-P, 19.06.2014
[3] Die Kairoer Erklärung der Menschenrechte im Islam (İslam’da İnsan Hakları Kahire Bildirisi), http://www.dailytalk.ch/wp-content/uploads/Kairoer%20Erklaerung%20der%20OIC.pdf (19.06.2014)
[4] Servet Armagan, „İnsan Hakları Beyannamesi-İslam Hukuku –II“, http://profservetarmagan.blogcu.com/insan-haklari-beyannamesi-islam-hukuku-ii/1003574 (19.06.2014)
[5] Musfafa Ismaioglu, Bu ülkenin ayibi”,http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_555_8_bu-ulkenin-ayibi-.html
[6] „AKRA FM“, ‘Birleşmiş Milletler’in Yapısı Değiştirilmelidir!’ http://www.akradyo.net/2876317011,69201,9,Birlesmis-Milletlerin-Yapisi-Degistirilmelidir.aspx (19.06.2014)
[7] Baykal, Deniz, 'Arkadaşlar rahatsız ben de rahatsızım' http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26632319.asp, 18.06.2014.
[8] Haluk Koç. İhsanoğlu, CHP'nin adayı değil, bu milletin ortak adayıdırö http://gundem.bugun.com.tr/herkesi-mutlu-edemeyiz-haberi/1150476ö (18.06.2014)