Ordu komutanı faşist Faik TÜRÜN'ün (Kardeşi Tevfik TÜRÜN de Kızıldere katliamını yöneten kişidir) keskin nişancısı Deniz Binbaşı Cihangir Erdeniz‘in suikast silahıyla, 1 Haziran 1972 tarihinde vurduğu devrimin gözbebeği Hüseyin Cevahir’i, sadece anmakla sınırlı kalmak, onu yakından tanıyan biri olarak affedilmez bir hata olurdu.
Bu nedenle onu hem tanıtmaya hem de onun gibi olabilmenin yol ve yöntemlerini dilim döndüğü ve bilgim yettiğince aktarmaya çalışacağım.
Nereli olduğumuzu değil, nasıl biri olduğumuzu gözleyen 68 döneminin bakışıyla aktaracak olursam; Cevahir-Sabo-Hüdai-Kazım-Ulaş gibi arkadaşlar komünist özellik adına ne varsa onu taşıyan, bulunmaz yoldaşlarımızdı. Eylemlerden kaytarmayan, merkezin verdiği kararları harfiyen yerine getiren, yanlış gördüklerini ise, herkesin içinde iş bittikten sonra tartışan, asla yalan söylemeyen, ölümü göze alan, okuyan, yanlışları olursa bunu itirazsız kabul eden-kibirden uzak-mütevazı-paylaşmayı ve dayanışmayı içselleştirmiş dönemin ileri militanlarıydılar. Dahası abartma ve şişirmelerden nefret eden, birilerin, özellikle de arkadaşlarının arkasından konuşmayan, eğer konuşulacak bir şeyler varsa bunu yüzüne karşı söyleyen, sevgi yüklü, inanılmaz derecede gözü kara gençlerdi bu arkadaşlarımız. Cevahir ise bu özelliklere ilaveten okuyan-yazan-tartışan bir kültürü de taşıyordu. Tabii herkesin bu özellikleri taşıdığını söyleyemem. Ayrıca birçok olumsuzluklarımızı da aktarmam gerekiyor: yukarıdaki olumlu özelliklere sahip fakat düzenli okumayan, kadınlarla ilişkide geri, etnisite-çevre-cins vb. çoğulculuk değerlerini geliştirmemiş, şiddet konusunu çözememiş vb. gerilikleri taşıyanların da olduğunu bilmemiz gerekiyor. Örneğin ben bunlardan biriydim!
Sonuçta Hüseyin Cevahir’i tanıtmaya çalıştığımda olumsuzluklarını pek görmediğim bir militan çıkıyor karşımıza!
FKF(Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve Dev-Genç üyesi gençler olarak bizler; 1970 sonu 1971 yılına kadar sayısız antifaşist, antiemperyalist eylemler içinde olduk. Ayrıca bu eylemlerin dışında, bana göre özeleştiri yapmam ve yapmamız gereken işlerimiz de oldu. Bunlar, bir takım insanımıza polis diyerek işkence etmek, TİP ’den kopuş sürecinde partinin binaları ve toplantılarını basmak gibi az sayıda da olsa kabul edemeyeceğimiz eylemlerdi bunlar. Ben Cevahir’i, 19 Mayıs Samsun yürüyüşünde, Tuslog’un basılmasında, Ulustaki eski meclisin İşgalinde, Köy çalışmalarında, gerilla savaşımızda vb. eylemlerin içinde gördüm ama hiçbir zaman olumsuz etkinliklerimizin içinde görmedim.
Bugün, tartıştığım veya ele aldığım birçok teorik konuda, onun o yaştaki entelektüel duruşunun izlerini görüyorum. Özellikle, entelektüel seviye ve tartışma üslubundaki gelişmişliğe Cevahir’in20 küsur yaşlarında ulaştığını söyleyebilirim. 1971 yılı öncesi bazı dergilerde siyaset ve sanat üzerine yazılar yazan, Sovyetlerde ki bürokratik sosyalizmi kritik eden ve Küba üzerine değerlendirmeler yapan, devrimci mücadelenin merkezinde mütevazı ve olağanüstü bir kişilik bulunuyordu. O, okuyan, düşünen, sorgulayan ama tüm birikimlerini halkının kurtuluşu için, ölümü göze aldığı devrimci mücadeleye taşıyan bir entelektüeldi! (Sonradan öğreniyorum ki Eşber Yağmurdereli’yle de ortak dergi bile çıkartmışlar).
Evet, onu 1969 yılından itibaren, Siyasalın yurdundan tanıyordum. Özellikle 1970 yazında Dev-Genç’liler olarak köy çalışmaları için, ülkenin dört bir yanına dağılmıştık. Onun da Ege taraflarına bu çalışma için gittiğini ve bunun üzerine konuşmalar yaptığımızı da hatırlıyorum! Fakat bu süreçte, pek yakınlığım olmayan bu arkadaşımı, 1970 sonunda Basın Yayın Yüksek Okulun da yapılan ve sonradan THKP-C ismini alacak olan örgütün kurulduğu toplantıda yakinen tanımış olacaktım.
Bu toplantıda askeri komiteye üç kişi seçilmişti: Ulaş, Hüseyin ve ben. Böylece 1970 Kasım-Aralık 1971 Ocak ve Şubat sonuna kadar birlikte olacağımız süreç başlamıştı. THKP-C’nin ilk iki kamulaştırma eylemin içinde olduğum bu arkadaşımın soğukkanlılığı Ulaş’tan aşağı değildi! Fakat bu süreçte onun entelektüel yanına da şahit olmuştum.
Genellikle Çankaya, Küçükesat, taraflarında ki örgüt evlerinde kalıyorduk. O günlerin tadını ve canlılığını yitirmedim. Merkez, bizi Çankaya taraflarında bir eve çağırmıştı(H. Ergün’ün evi olabilir!). Teorik hazırlıklarından bir bölüm bitmiş ve bunu bizlere okuyacaklar ve görüşlerimizi alacaklardı. Sanırım Kesintisiz Devrim-I adlı çalışmaydı bu! Ben teoriye fazla önem vermeyen biri olarak, okunanları kös dinlemiş ve üzerinde herhangi bir yorum vs. yapmamıştım. Ulaş’ta konuşmamıştı. Fakat içimizden biri bu okunan metin ile ilgili ya sorular sormuş ya da görüşlerini açıklamıştı. Bu kişinin Cevahir olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Hatıralarımdan hiç silinmeyen ise veda toplantısıydı. Sıhhiye taraflarında, Mahir, Ulaş ve Hüseyin bir evde buluşmuştuk.
Mahir’in anlamlı gülüşü, Ulaş’ın sıcak bakışı ve Hüseyin’in güven veren duruşu ve ince uzun olağanüstü biçimli sanatçı elinin sıcaklığıyla hepsini özlemle yad ediyorum.