Bir süredir Batılı emperyalist güçlerin Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik politikalarını irdeliyoruz. İrdelemeye devam etmeliyiz, çünkü Pasifik’teki ihtilaf, sıcak savaşa dönüşmesi hâlinde Ortadoğu’yu gölgede bırakacak bir potansiyel taşıyor. İhtilafın illa ki bir sıcak savaşa dönüşeceğini iddia etmiyoruz elbette, ancak yılda 700 milyar dolardan fazlasını silahlanmaya harcayan bir ülkenin nükleer cephanesinin Trump gibi bir insanın kontrolünde olması insanı tedirgin ediyor doğrusu. Bu, meselenin biraz da duygusal yanı diyelim.
Analitik açıdan konuya baktığımızda, ABD-Çin-Ticaret Savaşı görüngüsündeki ihtilafın emperyalist cephedeki sermaye fraksiyonları arasındaki çelişkileri açığa çıkardığını ve G7 ülkelerinin neden farklı politikalar izlediklerini görebilmekteyiz. Derdimizin salt jeostratejik varsayımlar olmadığını, ama jeostrateji-jeopolitika çerçevesinden faydalanıp emperyalist-kapitalist dünya düzeni içerisindeki çelişki ve çıkar çatışmalarına ışık tutarak gelişmeleri okumak istediğimizi belirterek, irdelemeye devam edelim.
Geçen haftaki yazımızda Avrupa’nın -henüz- çözüm bulamadığı bir ABD-Çin-İkilemi ile karşı karşıya kaldığını vurgulamıştık. Bu noktadan devamla Almanya örneğinde egemenlerin bu ikileme nasıl yanıt vermeye çalıştıklarına bakalım.
Daha önceki yazılarımızda Almanya’daki sermaye fraksiyonları ile siyasî temsilcilerinin, bir tarafta ABD ile sıkı iş birliğinde kalmayı savunan “Transatlantikçiler”, diğer tarafta da ABD’ne rağmen Fransa ile birlikte AB çatısı altında düzen kurucu güç olmak isteyen “Avrupacılar” olarak iki kampa ayrıldıklarına dikkat çekmiştik. Uzun vadeli hedeflerinde herhangi bir fark bulunmayan kamplar, tekel çıkarları ve orta vadeli politikalar konusunda ayrışıyorlar. Bu ayrışma bilhassa ÇHC’ne yönelik politikalarda belirginleşiyor.
İki tarafın temsil edildiği ve Şansölye Merkel’in “moderatörlüğü” üstlendiği F. Hükümet, “ABD ve Çin arasındaki çıkar çelişkilerinin aşılmaz olması ve dünyanın Amerikan-Çin etki alanlarına bölünmesi AB’nin çıkarına değildir” gerekçesiyle AB’nin ihtilafta arabuluculuk rolü üstlenmesi gerektiğini savunurken, Liberaller ve Yeşiller ÇHC’ne sert yaptırımlar uygulanmasını talep ediyor.
Bu noktada özellikle Yeşiller Partisi militarist şahinler olarak öne çıkıyor. Kuruluş köklerinden tamamen arındırılmış olan Yeşiller, Hong Kong’daki gelişmelerle bağlantılı olarak, AB’nin ÇHC’ne karşı “küresel çapta etkin bir yaptırım mekanizmasına ön ayak olmasını” istiyorlar. Gerek Federal gerekse de Avrupa Parlamentosu’ndaki Yeşil milletvekilleri, Alman askerî-sınaî kompleksiyle tam uyumlu biçimde ABD’nin yanında “Çin’e karşı Hong Kong’da insan hakları” savunuculuğuna (!) soyunmuş durumdalar.
Ancak Avrupa ve ÇHC arasındaki ticaretin çıplak sayıları Alman hükümetini “diyalog” taraftarı olmaya zorluyor. Almanya ve ÇHC arasındaki ticaret hacminin yılda 200 milyar euroyu aştığını belirten hükümet temsilcileri, Almanya’nın 2020 Temmuz’unda üstleneceği AB Dönem Başkanlığını, 14 Eylül 2020’de Leipzig’de gerçekleştirilecek AB-ÇHC-Zirvesinde “Çin piyasalarının daha çok açılmasını ve ortak Afrika politikalarının kabul edilmesini sağlamak için kullanması gerektiğini” vurguluyorlar.
Görüldüğü kadarıyla Alman hükümeti, iktisadî çıkarların zorlamasıyla, makul (!) davranmaya çalışıyor. Barış hareketinin içinden doğan Yeşiller ise, Avrupa Parlamentosu’nda ÇHC’ne karşı yaptırım açıklamalarını ırkçı-faşist partilerle birlikte imzalamakta bir beis görmüyorlar.