"Eskiden hayallerimiz vardı, gerçekleştirmeyi umduğumuz.
Şimdi bırakın gerçekleştirmeyi, umabilmek en büyük hayalimiz oldu."
(Pablo Neruda)
İki yıl önce yapılan bir röportaj, sosyal medyada tartışılır oldu. Kendisinden küçük 6 kardeşi olan çalışan çocuk, röportajı yapan muhabire şu yanıtı veriyor: "Hiçbir hayalim yok."
Röportaj bugün yapılsa bu yanıtı verecek olanların sayısı kat be kat artar. Gençlerin hayal kuramıyor noktaya getirilmeleri, üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir durum.
Bu noktaya nasıl getirildiğimizin kökeninde, 1980 yılı 24 Ocak Kararları var.
12 Eylül faşist cuntası getirildiğinde, TİSK Başkanı Halit Narin, "20 yıl işçiler güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde," demecini vermişti.
Halit Narin haklıydı, çünkü 12 Eylül Cuntası, 24 Ocak Kararları'nın sıkıntısızca uygulanmasını sağlayacaktı. izin vermeyecek sol güçlerin yok edilmesi misyonuyla işbaşına getirilmişti. 12 Eylül ülkemiz solunun üzerinden silindir gibi geçerken, tekelci sermaye kesimi gülme krizine girdi.
12 Eylül ile birlikte, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, partiler dahil tüm kurum ve kuruluşlar kapatılarak, 24 Ocak Kararları eksiksiz, gediksiz uygulandı. Gelir uçurumunda, tekelci sermayenin aldığı pay yükselirken, işçi, emekçilerin, köylülerin payı hep geriledi. Bugün en yüksek gelir düzeyine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde elliye tırmanmışken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay sadece yüzde 6.
Güvenilirliğini yitiren TÜİK, 2018 yılında yoksulluğun yüzde on beşe yakın olduğunu açıklamıştı. Yoksulluk ve işsizlik oranı pandemi döneminde çığ gibi büyüdü. Dövizdeki artışın önüne geçilemiyor. İç ve dış borçlar ödenemez noktaya tırmandı. Merkez Bankası'nın döviz rezervi eksilerde.
Sanayileşememiş ülkemizde tarım ve hayvancılık çökmüş durumda. Son 10 yılda ekilen ve dikilen tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 8,2'si, toplam tarım alanlarının da yüzde 5,22'si kaybedilmiş durumda. 1980’de hayvan sayısı 85 milyon iken, bu rakam 2015’te 59 milyondur.
1980 Ocak ayında başlatılan serbest piyasa ekonomisi, ülkemizi acı sonuçlarla karşı karşıya getirdi. Üreten değil, tüketen bir toplum yaratıldı. Toplumun yüzde 70'ten fazlası borç içinde.
Eğitim, sağlık gibi temel alanların nereye doğru gittiğini görmek için uzun yılların geçmesine gerek kalmadı. Pandemi sürecinde gizlenmeye çalışılan olumsuzluklar açığa çıktı.
Üniversite diploması olanların işsizlik rakamı, pandemi öncesinde yüzde 25 idi. Şu anda yüzde kaça çıktığını açıklayabilecek, güvenilir devlet kurumu yok. Yurtdışına gidiş çabasındaki gençlik bu ülkede kalmak istemiyor.
12 Eylül, idealleri olmayan, hedefsiz bir toplum yaratmaya çalıştı. Büyük oranda başarsa da, tüm çabalarına karşın, istedikleri türden bir gençliği yaratamadıklarını Gezi Direnişi'nde gördüler. İktidarın karabasanı olan Geziciler hedef tahtasına oturtuldu. Gezi sonrasında, bu dinamik kesimden yurtdışına çıkışlar olduğu yazıldı.
Diğer kesimleri bir yana koyarak sadece gençliği ele alacak olursak, geleceklerinden kaygılılar, umutsuzlar. En acısı örgütsüzler. Güvenle sırtlarını yaslayabilecekleri güvenilirlikte gençlik örgütlenmeleri, sendikalar, odalar, meslek örgütleri... yok.
"Gençlik gelecektir," gerçeğine inanıyoruz. Ancak geleceğimizi yaratacak olan gençliğin şu anki durumu kanayan bir yara.
Yaşadıkları derin sorunlara en iyi çözümü bulabilecek güç gençliktir. Umudu, idealleri, ütopyaları çalınmak istense de, gençlik Gezi Direnişi'nden çıkardıkları derslerle daha güçlü yeni Gezileri yaratacaktır.
Genç Yakuplar hayal kuramaz noktaya getirilmiş olsa bile, aydınlık gelecek hayalleri yok edilemez.
Emma Goldman, "Artık hayal kuramadığımızda ölürüz," diyor.
Geleceği yaratacak gençlik, "Başka bir dünya" kurma hayallerinin, ütopyalarının peşinden koşarak, mücadelenin odağındaki yerini alacaktır.