Yorum yazmak can sıkıcı. Nelerin söyleneceği belli! Yarım bardak su misali. Bardaktaki suyu görüp, bunu çok olumlu, büyük bir adım olarak değerlendiren ve tarihî falan diyenler olacak. Muhtemel kalben hükümete yakın ve bu alanda fazla eziyet çekmemişler takımından gelecek bu tür sözler. Hele bir de liberal etiketleri varsa bu kişilerin, hafif bir “yeme de yanında yat” durumunun ortaya çıkacağı kesin.
Öte yandan, bardağın boş tarafına bakıp beğenmeyenler olacak! “Tayyip’in yeni oyunu”; “hiçbir şey söylemeden bir şey söylüyormuş gibi yapma”, diyenler olacak. Ya da “niye şimdi”ciler veya “asıl niyeti nedir”ciler kuyruk olacaklar! Bu tür sözler de muhtemel AKP ve Erdoğan’a yüreği soğumuş çevrelerden gelecek, söylenenler beğenilmeyip, dudak bükülecek!
Elbette arada- derede bir yerde duranlarımız da olacak, “yetmez ama evet” usulü... Bu kesimin de karamsar ve iyimserleri olacak. Belki de daha önceki özellikle Alevi ve de Kürt açılımı deneylerinden ağzı yananlar, bu açıklamayı üfleyerek değerlendirmeyi tercih edecekler.
Ben sanki bu son kesime daha mı yakınım nedir?
Hayır, öyle değil! Çerçevesi yukarda çizilmiş bir tartışmanın epey can sıkıcı olduğunu düşünüyorum.
Merkezine bu açıklamanın kendisini koymak ve ne anlama geldiğini anlamak dışında bir şeyler arıyorum...
Peki, bu mümkün mü? Belki!
Ama önce, açıklamayı “çok yeni ve tarihî” olarak niteleyenlere ufak bir not: aslında Başbakan tarafından söylenmesi dışında bu söylenenlerde çok yeni bir şey yok. Bunların hepsi ama hepsi, hele şu Çanakkale ve Sarıkamış kayıplarını, soykırım ile eşitlemek için kullanılmış “adil hafıza” incisi de dâhil, daha önce Davutoğlu tarafından değişik vesilelerle, defalarca ama defalarca dile getirilmiş düşüncelerdir.
Elbette bir başbakanın resmen bunları tekrar etmesi önemli. Ama tarihî diye havalara sıçramaya gerek yok.
Hakkını vermek isterim; açıklamada birkaç kuvvetli fikir var: birincisi, “farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması” ve “karşıdakini dinleyerek anlamaya çalışma(k)”... Bu açıklama ile 1915 konusunda artık zaten var olan özgür tartışma ortamı resmen kabul edilmiş oluyor ki bu önemli. Ama 21. yüzyılda zaten olması gerekene sevinmenin biraz tuhaf olduğunu da kabul etmek gerek.
İkinci önemli fikir, “acıları anlamak ve paylaşmak”; “ne bir acılar hiyerarşisi kurulması ne de acıların birbiriyle mukayese edilmesi ve yarıştırılması”... Dudağımda hafif bir gülümseme... 1993’te Türkiye’ye ilk geldiğimde, üstüme dikilmiş öfke dolu gözlere --ki içlerinde çok sayıda solcu da vardı-- korkarak bu cümleleri tekrar ettiğimi hatırlıyorum. 21 yıl sonra Başbakan’dan böyle bir cümle duymak tuhaf bir duygu! Beğenelim, beğenmeyelim, 21 yılda kat ettiğimiz yolu gösteriyor!
Üçüncü önemli fikir, “20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi diliyoruz” cümlesi... 1915 yılını anmamış, katliam vb. kelimesini kullanamamış ama belki de açıklamanın en önemli noktası bu. Daha önce hiç söylenmemiş insani bir boyut var. Bu açıdan bir yenilik ve bunu inkâr etmek hoş kaçmaz ama fazla yorum yapmak bana düşmez, ataları imha edilmiş insanların nasıl algılayacakları önemli.
Açıklamada arada gürültüye gittiğini gördüğüm açık bir de yalan var; “arşivlerimizi bütün araştırmacıların kullanımına açtık,” deniyor. Başbakan açıkça yalan söylüyor.
Ermeni soykırımı ile ilgili en önemli arşivlerden birisi Genelkurmay arşividir, bu arşiv ne doğru dürüst tasnif edilmiştir, ne de araştırmacılara açıktır. Böyle bir açıklamaya bu tür bir yalan hiç hoş değil.
GÖRÜŞLERİMİZ ‘İHANET’TEN FİKİR DÜZEYİNE TERFİ ETTİ
Eğer Fehmi Koru’nun, “tarihe ilişkin özür dilendi artık” gibi son derece gayrı ciddi ve “ayıp” sayılması gereken tutumunu bir kenara bırakırsak, açıklamanın anlamı ne? 2002’den bu yana T.C’nin geleneksel politikalarında bazı değişiklikler yapan AKP, Ermeni soykırımı konusunda da bir dil değişikliğine başvurdu.
Başbakan’ın açıklaması ile birlikte artık 1915 üzerine toplumu açık konuşmaya davet edenlerin üzerine “hain”, “pis Ermeni” diye saldırılmayacak; “sözde” diyerek onlarca hakaret yapılmayacak. Yusuf Halaçoğlu, Şükrü Elekdağ ve Gündüz Aktan döneminin artık resmen sona erdiğini söyleyebiliriz.
Gerçi Hrant’ın öldürülmesi sonrası bu hava zaten kırılmış idi ama gene de resmiyet kazanması önemli.
Açıklamanın bir anlamı da şu: Hükümet artık “resmî görüş” karşıtlarının fikirlerini de, fikir olarak kabul ediyor ama 1915 hakkındaki kanaatini hiç değiştirmiyor. Eski düşünce aynen korunuyor. “Herkesin acısını anlamak” çizgisi ile, Çanakkale, Sarıkamış, Dünya Savaşı kayıpları ve Ermenilere yapılanlar bir torbaya dolduruluyor. Yıllarca söylenen de zaten buydu.
Eğer kullanılan dili büyük bir değişiklik diye yorumlayacaksanız, bir şey diyemem ama 1915’in içeriğine yönelik ortada çok yeni bir şey olmadığını söylemek istiyorum.
Asıl bundan sonra atılması gereken adımların atılıp atılmayacağına bakmak gerekiyor!
Bana göre, asıl soru, Başbakan’ın ne söylediği değil, ona bunları kimin ve neyin söylettiğidir. 2015 yaklaşırken, hükümetin, özellikle uluslararası arenada sırtını duvara dayanmış hissettiği ve içine düştüğü sıkışıklıktan kurtulmak istediği biliniyor. Daha dün, Türkiye’nin ABD’deki en büyük savunucusu olan AJC (Amerikan Yahudi Komitesi) soykırım kelimesini resmen kullandı ve Türkiye’yi soykırımı tanımaya davet etti.
Bir an düşünün, uluslararası desteğini kaybetmiş Başbakan’ın, içinde bulunduğumuz şu koşullarda, kendisine ait, daha önce defalarca sarf ettiği “Müslümanlar soykırım yapmaz”, “atalarıma soykırımcı diyemezsiniz” türünden sözleri tekrar etmiş olsaydı ne olurdu?
Başbakan mecburdu, o sadece kaçan bir treni yakalamak telaşı içinde. Bu sözler bir değişim dinamiğinin değil, geç kalmışlığın habercisi olabilir belki. 2015’e girerken bir zarar tanzim operasyonu yapıyor Türkiye.
Bana göre artık keramet Başbakan’da değil, keramet bizde, Hrant sonrası sokaklara dökülen binlerde... Ve dışarıdan Türkiye’ye yapılan baskılarda... Türkiye’deki insanların direnci, Ermeni diasporasının çabaları ile birleşmeye başlıyor. Bu birliktelik Başbakan’a fikrini değiştirtemedi ama dilini değiştirtmiş gözüküyor.
VE BİZ ÇOK DEĞİŞTİK
Başbakan’a bu sözleri söyletenlerin göremediği anlayamadığı bir şey var. Biz artık eski biz değiliz. Bizler, yani 1915 Ermeni soykırımı konusundaki asırlık yalana karşı yıllardır uğraşan ve çabalayan insanlar çok değiştik.
Eğer Başbakan bu sözleri, bundan 10 yıl önce söyleseydi, gerçekten söylediklerini bir “devrim” bile sayabilirdik. Ama artık köprünün altından çok sular aktı. Derimiz kalınlaştı, pır-pır atan yüreğimiz acılarla doldu, başımıza gelenleri “tecrübe” altında toplamayı öğrendik. Bundan 10 yıl önce büyük değişim olarak sunulabilecek şey şimdi sadece içimizi buruyor! Dudağımızda hafif bir gülümseme, ağzımızda hafif ekşi bir tat bırakıyor!
Başbakan da dâhil, bundan sonra 1915 soykırımı üzerine konuşmak isteyenler, eğer söylediklerinde bir anlam bulmamızı, biraz olsun heyecanlanmamızı istiyorlarsa, artık çıtanın çok yükseklerde olduğunu görmek zorundalar. Bu açıklamayı “tarihe yönelik işler bitti” hafifliği ile karşılayanların bilmesinde fayda var. Ben ve benim gibiler, çok ama çok somut bazı adımlara bakacaklar. Bazı şeylerin yapılıp yapılmadığının çok yakın takipçisi olacaklar:
a)Bu ülkede 90 yıldır bir inkâr politikası yaşandı; bu inkâr 2002 AKP iktidarı sonrası da devam etti. 2014’te, 1915 üzerine konuşmak isteyenler, sanki bugüne kadar hiçbir şey olmamış gibi, kendilerinin de olanlarda hiçbir payı yokmuş gibi konuşamazlar. Eğer 1915 konusunda politik bir değişiklik olacaksa, ilk önce kendinizden başlayarak, onlarca yıldır süren inkâr politikalarının yanlışlığı konusunda bir şeyler söylemeniz şart!
b)1915’in açık bir insanlık suçu olduğunu kabul etmeden, “herkes acı çekti”, “herkesin acısını anlayalım” ile gidilecek bir yer yoktur. Savaş kayıpları ile soykırım gibi bir insanlık suçu arasında ayrım yapmayı öğrenmedikçe hiçbir şey çözülemez. Önce cinayete cinayet demeyi öğrenmeniz gerekir. Artık çıtanın bundan aşağıya düşmesi mümkün değil!
c)Yapılacak en anlamlı başlangıç, Ermenistan ile sınırları açmak ve diplomatik ilişkileri geliştirmektir. Bundan iki yıl önce Hocalı mitingine İçişleri bakanını yollamış, “Ermeni yalanına kanma” diye afişler asmış bir hükümetten söz ettiğimizi biliyoruz.
Hrant’ın gerçek katillerinin derin dehlizlerden bulunup çıkartılmasından söz etmiyorum bile...
Bana göre,1915 konusunda değişimin dinamiği hükümetin elinde değil artık! Onlar, kaçırmakta olduklarını bildikleri bir trenin son vagonuna can havliyle atlamak istiyorlar. Ama, 2015’e doğru, tarihî bir cinayeti kabul etmekten, bu cinayet için özür dilemekten ve yaratılan yıkımı telafi etmek için Ermenistan ve diaspora ile görüşmeye başlamaktan başka bir seçenek yoktur. Bu yolu açan her girişim iyidir ama sadece yolu açacağı için... Bitireceği için değil... Bunun görülmesi gerekiyor. Bunların yapılması için çok mu bekleriz? Acelemiz yok ki!
tanerakcam@gmail.com