Hey gidi yüreği daima genç devrimci Yüksel ağabeyim!

Gökten bir yıldız daha kaydı. Mersin’de yaşayıp da Yüksel Burkutoğlu’nu, değerini fark edecek ölçüde derinlemesine tanıma fırsatı bulamayanları şanssız addederim. Çünkü o, eşine az rastlanacak kadar sıradışı, aykırı, renkli bir kişilikti. Bizim kültürümüzde insanların öldükten sonra kıymeti bilinir; bazen de burnumuzun ucundaki değeri göremeyiz. Çoğu kez bakarız ama görmeyiz.

Nedir Yüksel Burkutoğlu’nu böyle özel kılan? Neden tüm Mersin’in ağabeyidir? Aslında onu anlatmak benden eski dostlarına daha çok düşer ama ben de kivrem, en az 40 yıllık aile dostum, baba yadigarım, mazimin ayrılmaz parçası, biricik Yüksel Ağabeyimi özellikle genç kuşaklar için anmak isterim. Onun benimle paylaştığı babamla ortak anılarını başka zamana saklayarak, öncelikle sevgili dostu Mehmet Avcı’nın Yüksel Ağabeyi özetlediği şu sözlere kulak verelim:

Yakın dostu Fikret Otyam'ın deyimiyle, ''Hey gidi koca yörük hey". Deniz Gezmiş'in yakın dostu, Gülnar da yapılan nohut mitinginin örgütleyicisi… 12 Mart faşizmine direnmiş, Denizlere yoldaşlık yapmış. KURTULUŞ davasından 12 Eylül diktasının zindanlarında yatmış. Ömrünü sol mücadeleye adamış, partimizin büyükşehir belediye başkanı adayı olmuş. Mersinimizin sol, demokrat, devrimci simgelerinden…”

12 Eylül sonrası cezaevindeki yoldaşlarından Cemal Karakaya da, o kara günlerdeki Yüksel Ağabeyini şöyle anlatır:

12 Eylül darbesinden dört-beş ay sonraydı, göz altında tutulduğumuz çıkarma filosuna Yüksel Ağabey’i de(E/94) getirdiler. Üzgündü, bizleri gördüğünde daha çok üzüldü. Birkaç gün hiçbir şey yemedi. Bizlere yememizi söylüyordu, moral veriyor, anılarını, 1960'ları, 12 Mart'ları, Deniz Gezmiş'leri, Mahir Çayan'ları eylemlerini anlatıyor, bize sabır ve direnç aşılıyordu.
İşkenceden gelenlerimizi tedavi ediyor, o şartlarda yine doktorluk yapıyor; "sağlıklı olmalıyız" diye sürekli telkinde bulunuyordu.
Bulunduğumuz yerin fiziki koşulları yaşanacak gibi değildi, ambardan bozma(üçe on) 30-35 m2 yerde, üç katlı 25 tane ranzada 70-75 kişi kalıyor, yatıyor, ortada sabit banklarda iki grup halinde "karavana" yemek yeniyordu. Tuvalet ihtiyacı; "seyyar" bidonlara, utana sıkıla gideriliyordu. Banyo ihtiyacı; 15-20 günde bir, yan tarafta bulunan, derme çatma ufak bir yerde dört kişi birlikte yıkanıyorduk.
Görüş, radyo, televizyon, gazete, kitap ve kağıt kalem yasaktı.
Yemeklerden çoğumuzda ishal, dizanteri, mide bulantısı oluyor, sık sık hastalanıyorduk.
Hepimiz gençtik. 17-25 yaşlarında "tutsaktık".
Yüksel Ağabey, gece uyumaz gönüllü nöbetçi olur, üstümüzü örter, acısı, ağrısı olanlarla ilgilenir, acil durumda olanları isyan edercesine hastaneye revire göndertirdi.
Hıçkırıklarımızı duysa, göz yaşlarımız aksa, canımız sıkkın olsa, baba, anne şefkati ile başımızı okşar teselli eder, dertlerimizin sahibi olurdu.
Susuz kalan toprak için yağmurdu; karanlıkta yıldız; pervanelere karşı uçan kelebeğimizdi.
Devrimciliğinden hiç ödün vermedi.
Halk adamı ve doktoruydu.”

Resmi tarihler ve akan zamanı yaşamakta olan toplumlar genelde gücün yanındadır. Üstelik resmi tarih sadece makamları ve isimleri adeta nesneleştirircesine, adeta bir çetele tutar gibi duygusuzca kaydetmekle yetinir. Oysa her kentin tarihinde saklı kalan, belki bir kuşak sonra unutulacak gizli kahramanları vardır.Böyle değerler, toplumdan ve siyasetten bir şeyler alan değil, bilakis kendisini, ailesini, servetini, hayatını topluma adayan sessiz kahramanlardır. Yazılmadıkları sürece bir iki kuşak sonra unutulurlar.

Yüksel Burkutoğlu da bu özel insanlardandı. Onun bir çırpıda tanınacakmış kadar sade görünüşünün altında çok yönlü, enteresan bir kişiliği vardı. Bir yanı çılgın dağ doruğu, mücadeleci, devrimci, sözünü esirgemez, ele avuca sığmaz, sanki dünyayı kurtaracağına inanan asi bir delikanlı; bir yanı mazlumların yardımcısı olmaya kendini adamış bir hekim, çevreci, hümanist,alçakgönüllü bir halk çocuğu; diğer bir yanı ise resim sanatına, şiire, edebiyata, tarihe sevdalı, derin bilgi birikimine sahip bir entellektüel..

Annem onun için “Siyaset sevdası olmasaydı, hekimliği kazanç olarak görseydi altından direği olurdu” der. Çocukla çocuk, gençle genç..Daima yüzünde muzip, sevecen gülümseme..



Daima gözünde parlak bir umut ışığı.. Ona kızmış birisi bile görüp, sesini duyduğunda hemen yumuşar. Kendisi de ne yaşanırsa yaşansın sizi bağrına basacak kadar olgun insan.

Işıklar içinde uyu “hey gidi yüreği daima genç Ağabeyim!”. Allahın rahmeti üstüne olsun. Bedenin gitse de gönlün bizimle kaldı biliyorum.

Sana yol arkadaşlarından değerli Özcan Yılmaz Ağabeyimin şu sözleriyle veda ediyorum:

12 eylül faşizminin yenemediği Yüksel Abi, Azraile yenik düştü.Bir ışığımız daha söndü. Karanlık günlerde, kapkaranlık gecelerde, el yordamıyla, aydınlık yollara nasıl çıkacağız Yüksel Abi?

Sana ait olduğun LUVİ lerde, geçici görevle geldiğin ve geri döndüğün yıldızlarda sonsuza dek mutluluklar diliyorum. Bizleri yalnız bırakmayacaktın Yüksel Abi..

Sana çook çok kırıldım Abi…"