16. Nisan referandumu sadece ortaya çıkarttığı tarihsel sonuçla sınırlı olarak ele alınmamalıdır. 16 Nisan referandumu, aynı zaman da özgün bir sosyo- politik deney olarak ta anlamlı ve değerlidir.
Ancak, 'hayır'cılar arasındaki politik farklılıktan dolayı bu deney, hak ettiği ölçüde ele alınıp tartışılmadı. Tam tersine alışılmışlığın rahatlığı ve pratik sorunların yoğunluğu içinde, bu önemli olgu ele alınamadı, tartışılamadı. 16 Nisan referandumunda ortaya çıkan 'hayır' enerjisine karşı bu ilgisizliğin doğmasında, 'hayır'cıların politik farklılıklarının önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Gerçekten de 'hayır'cıların içinde, birbirinde farklı bir çok parti ve çevrenin bulunduğu bilinmektedir. Başta HDP'liler ve devrimci demokratik kesimler olmak üzere, MHP'lilerin muhalif kesimi, CHP'ye oy verenlerin kahır ekseriyeti, Saadet Partililer, AKP'ye oy verenlerin bir kısmı 'hayır'cıları oluşturmaktadır. Bu durumda, sayısal olarak demokratik bilinçle 'hayır' diyenlerin sayısının, %10'ların biraz üstünde olduğu, 'hayır'cıların geriye kalan %30'lara yakın bölümünün ise belirtilen kesimlerde oluştuğu hesaplanmakta ve görülmektedir. Bu verileri çıkış noktası yapan kimi birey ve çevreler, buradan hareket ederek, 'hayır'cıların ortak hareket edebilecekleri ve beraber toplumsal bir güç ve değer üretebilecekleri konusunda kuşkulu davranmaktadırlar.
Bu yaklaşım, soyut-sübjektif düşünce ve kabullerin, objektif olguların yerine ikame edilmesinin tipik bir örneğidir.
Öncelikle bilinen bir gerçeği bilince çıkartmak, göz önünde tutmak gerekir. Toplumsal hayatta büyük değişimler ilgili toplumun yüzde yüzünün ayağa kalktığı durumlarda yaşanmamaktadır. Tarihte yaşanmış hiç bir devrim, ilgili toplumun tamamının harekete geçtiği zaman ve an'larda olmamıştır. Devrimler ve büyük toplumsal dönüşümler, bunları talep eden toplumun en militan kesimlerinin, apolitik veya geri kesimleri harekete geçirmesinin sonucunda gerçekleşmiştir.
Yani Çin devrimini, Sovyet devrimini ve diğer bütün devrimleri gerçekleştiren kitle, adı geçen ülkelerin ezilenlerinin tamamı değillerdi. Aynı şekilde devrim için ayağa kalkan ve devrimi gerçekleştiren bu kesimlerin hepsi aynı politik partinin mensupları, tek bir politik görüşe sahip insanlar değillerdi.
Bu durum bugün gözümüzün önünde gerçekleşen Kürt devriminden de yaşanmaktadır. Özgürlük için ayağa kalkmış olan Kürt halkının büyük bir kısmı, bugün savundukları politik partiyi değil, başka partileri destekliyor ve savunuyorlardı. Dünün sistem partilerini savunan Kürt, bugün özgürlük için mücadele eden, beden ödeyen Kürt olmuştur.
Böyle durumlarda, devrimleri veya toplumsal dönüşümleri gerçekleştiren kitlelerin o an içinde bulundukları siyasal görüşleri, sosyal konumları, etnik ve dinsel kimlikleri hiç bir anlam ifade etmemiştir. Aslolan o anda ortaya koydukları devrimci pratik olmuştur.
Demek ki 'hayır'cı seçmenin bir kısmının , AKP, MHP, ve CHP seçmeni olması 'hayır'dan ortaya çıkan sonucun 'hayır'lı olması gerçeğini ve 'hayır'ın objektif olarak yarattığı demokratik sonucu değiştirmez. Yani bu insanların ortaya koydukları güç ve enerjilerini politik kimliklerine aitmiş gibi ele almak klasik bir alışkanlıktan kurtulamamanın sonucudur ve doğru değildir.
Elbette bu oyların bir kısmına sahiplik etmeye çalışan partilerin yönetim kadrosunu, onların çıkar hesaplarını, halkın objektif olarak ortaya koyduğu muhalif tutumun dışında tutmak gerekir.
Dolayısıyla hayırla ortaya çıkan sonuç, hangi siyasal partiye oy vermiş olurlarsa olsunlar, objektif olarak devrimcilerin ve demokrasi güçlerinin lehine bir sonuç olarak tarihe kayedilmiştir.
Bilindiği gibi hayır'da ortaya çıkan durumun benzeri bir durum, Gezi'den de açığa çıkmıştı. Ancak oradan da farklı politik görüşlerde olmak, sonuç itibarıyla yapılan eylemin muhtevasını değiştirmemiş, Gezi'nin devrimci içeriğini sulandırmamış, değiştirmemişti. 16. nisan referandumunda ortaya çıkan hayır enerjisi de aynı şekild ele alınmalıdır.