Türkiye’de gerçek bir burjuva demokratik devrimi yaşanmadığı için, Türkiye, geçmişte politik krizlerden kurtulamayan bir tablo çizmiştir ve hala çizmektedir.
Türkiye’de çözülmeyen üç büyük temel sorun vardır: Birincisi, Kürt Sorunu; ikincisi, din sorun; üçüncüsü politik haklar sorunu.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar çözülmeden süregelen Kürt Sorunu, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir. Dönem-dönem en önemli ve acil sorun olarak gündeme gelen bu sorun çözülmediği müddetçe, Türkiye politik krizden, dolayısıyla sistem krizinden kurtulamayacaktır. Türkiye’nin en önemli politik dinamiklerinden birini oluşturan Kürt Özgürlük Hareketi, politik devrimin en dinamik bileşenlerinden biridir.
İkinci büyük sorun, din sorunudur. Bu sorun kendini çeşitli biçimlerde ortaya koymaktadır. Öncelikle, İslam dininin, ideolojik ve siyasal gücünü kıran gerçek bir aydınlanma hareketi tam anlamıyla yaşanmamıştır. Dolayısıyla bu durum, dini siyasal araç olarak kullanan partileri ortaya çıkarmıştır. Din sorununun bir başka biçimi, Alevi-Sünni ayrımı ve çelişkisinin sürüp gitmesidir. Bu sorunun çözülememesi, Türkiye’deki politik krizi sürekli tetiklemektedir. Din sorununun yarattığı üçüncü biçim, laik yaşama müdahalenin gündemde olmasıdır. Tam anlamıyla çözülmemiş olan laiklik sorunu, Alevileri ve toplundaki laik kesimleri politik devrimin öznesi haline getirmektedir.
Politik haklar sorunu günümüzün üçüncü büyük sorunudur. Erdoğan ve AKP rejimi, anayasaya ve temel politik haklara karşı bir konumdadır. Erdoğan, izlediği politikalarla Türkiye’deki sadece politik krizi derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda kendisine karşı güçlü bir politik hareketin tohumlarını bizzat kendisi ekiyor. Burada yaygın bir yanlış kavram kullanımına değinmekte yarar var: Türkiye’de istenen, esas olarak Başkanlık Sistemi değil, Tek-Adam Diktatörlüğü ve bu diktatörlüğe parlamenter bir kılıf bulmaktır. ABD’de olduğu gibi bir Başkanlık Sisteminin koşulları (‘bağımsız’ parlamento ,‘bağımsız’ yargı, eyalet sistemi) Türkiye’de yoktur. Dolayısıyla Başkanlık Sistemi kavramı yanıltıcıdır.
Sürekli anayasayı çiğneyen AKP rejimi ve Erdoğan, yeni bir anayasa ve politik haklar sorununu gündeme getirmiştir. Politik öznelerin karşı çıkışı ve müdahalesi sonucu bir HAYIR hareketi ortaya çıkarmıştır. HAYIR hareketi, belirli bir program ve stratejiye sahip olursa, Türkiye’de gecikmiş bir politik devriminin tohumlarını atıp yeşertebilir.
Yerel olarak ortaya çıkmış olan HAYIR hareketlerinin bir araya gelmesi ve giderek birleşmesi, AKP Rejimine karşı daha etkin politik bir baskı oluşturabilir. Bu konuyu Almanya örneğinde açıklamak gerekirse, HAYIR hareketleri, ilkin eyaletler düzeyinde Hayır hareketi bir araya gelip, meclisler oluşturabilirler. Bu meclisler de kendi aralarında ilişki kurarak, daha koordine edilmiş bir şekilde çalışabilirler. Böylesi meclislerin Türkiye’de yaratılması önemli gelişmelere yol açabilir.
HAYIR hareketinin güçlenmesi iki büyük gelişme ve sonuç yaratabilir. Birincisi, politik-devrime zemin olabilecek büyük bir kitle hareketinin ortaya çıkmasına neden olabilir; İkincisi sol-sosyalist hareketlerin güçlenmesine ortam hazırlayabilir. Ama şu olgunun bilincinde olmak gerekir: Kitle hareketlerine önderlik edecek, kitlelere hedef gösteren, kitle mücadelelerine önderlik edecek, ne istediğini ve nasıl yapılacağını bilen kararlı örgütler-partiler yoksa kitle mücadelelerinin başarısı sınırlıdır.