Berkin Elvan 15 yaşında katledildi; emri verenler, tetiği çekenler daha kaç yıl yaşar, ebediyete ne zaman intikal eder, ne zaman öbür tarafa geçip el etek öperler bilinmez. Az ya da çok sabır buyur, ne de olsa zaman kavramı olmayacak sizin oralarda, gelecekler elbet üç vakte kadar yanına.
Çok sevmezler ama çok kullanırlar ebediyete intikal etmeyi. Halkın gözünü böyle korkutulurlar ebediyetle. Sen de öyleydin. Öyle olmasa bu kadar yaşar mıydın? Erdal Eren’i, Behçet Dinlerer’i, Necdet Adalı’yı, Veysel Güney’i ve daha niceleri kara toprağa gönderip zevk-ü sefa içinde bir ömür sürdün.
“Altı da bir, üstü de birdir yerin” dizesini ezberlettin okullarda ama yerin altına hep bizim çocukları gönderdin. Ya zamane takipçilerin başka türlüsünü mü yapıyor? Haşa! Toprağın üstünü parselleyip yedi sülaleleriyle saltanat sürüyor, bizimkilerin kaderine ise hep yerin altı düşüyor.
Mirasına sahip çıkmak, seni ölümsüz kılmak bu olsa gerek: Sadece birkaç ay içerisinde, Ethem Sarısülük’ü, Hasan Ferit Gedik’i, Berkin Elvan’ı, Abdullah Cömert’i, Ali İsmail Korkmaz’ı, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Medeni Yıldırım’ı yerin üstünde rahat yaşamak için öldürdüler. Tıpkı senin yaptığın gibi.
Sen İlhan Erdost’u döverek öldürdün, bunlar Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldürdü.
Öyle ki, sen hukuk içi olsun diye, yaşını büyütüp astın Erdal’ı, aksi olsa kim hesap soracaktı ki. Şimdi yaşı bile sorulmadan vuruluyor çocuklar. İçini ferah tut, gözün arkada kalmasın! Seninkiler iş başında.
Yüzbinlercemizi toplayıp işkenceden geçirdin, cezaevlerine attın, cezaevlerini dur durak bilmeyen işkence merkezleri gibi çalıştırdın. Merak buyurma, zamane cezaevlerinin hem ismi değiştirildi hem de insan onurunu ayaklar altına alacak “naif” yöntemler geliştirildi. İçini ferah tut.
Nefes alanın bindin tepesine, okuyanın, yazanın düştün canına. Gazeteler, televizyonlar, köşe yazarları sana karşı tek bir kelam edemedi, el öpme kuyruğuna girdi hemen hepsi. Bırakalım eleştirmeyi, “yapıcı uyarıda” bulunan bile ekmek yiyemedi. Aç gözlerini paşa, bak ülkeye. Durum bıraktığın gibi.
“Komünizme panzehir olsun” diyerek İslami örgütlerin önünü açtın, din dersleri zamanında zorunlu hale getirildi. Senin açtığın yoldan yürüdü İslamcılar, yürümekle kalmadı iktidara el koydular. Din derslerinin zorunlu olması bir tarafa, eğitim bir bütün halinde gericileştirildi, bütün okullar İmam Hatip’e dönüştürüldü. Senin başlayıp bitiremediğini tamamladı evlatların.
Doğruya doğru, seçim meydanlarında kükredin, höykürdün, lakin Alevileri yuhalattığına tanık olunmadı hiç. Seninkiler bunu da yaptı.
Hatırla, sen bir mitingde “biz işbaşına gelmeseydik, Fatsa’dakiler gelecekti” demiştin. Şimdi Hopa hedef gösteriliyor mitinglerde.
YÖK’ü sen kurdun, HSYK’yı da. Partiler Yasası, seçim barajı senin eserindi. Şimdi eserlerine toz kondurulmuyor. Senin zamanında başlayan neoliberal uygulamalar öyle bir noktaya geldi ki, gözlerini açıp baksan sen bile şaşırırsın. Ne özelleştirmelerin hızına yetişmek mümkün ne de patronların kahkahası bir an olsun kesiliyor. Sadece şunu bil, satacak bir şey kalmadı memlekette.
Grev yasaklamak sana mahsus sanıyorsan aldanırsın, kamu güvenliği bahane edilerek grevler yasaklanmaya devam diyor. Merak etme, patronlar gülüyor, işçiler ağlıyor hâlâ.
Senin zamanında binlerce Kürt Diyarbakır zindanında tarifsiz bir mezalim altında yaşadı. Daha geçenlerde yaklaşık on bin Kürt, cezaevine atıldı. Senin “başkumandanlığın” döneminde başlayan kirli savaş, senden sonra gelenler tarafından da olanca ağırlığı ile devam ettirildi.
Her şey denetimin altında yani, sıkma paşa gönlünü!
Senin zamanında işkencede alınan ifadelerle oluşturulan iddianamelerle binlerce insan yıllarca hapiste tutuldu. Şimdi işler değişti biraz, bilgisayar icat edildi, “teknolojinin nimetleri” işkencenin yerini aldı, “büyük abinin” gözü ileri teknoloji marifetiyle üzerimize sabitlendi, sahte deliller yaratıldı, binlerce insan hapse atıldı. Yani yöntem farklılaşmasına rağmen, maksat hep hâsıl oldu sizin için, muhalifler zamanın ruhuna uygun şekilde etkisizleştirildi.
Senin zamanında Garbis Altınoğlu, Ermeni olduğu için özel işkencelerden geçirilmişti. Şimdikiler ise Hrant’a kıydı gözlerini kırpmadan.
“Yok öyle Evren, yaptığın kötülüklerin hesabı bir bir sorulana kadar ölmek yok” dediysek de, seni yaşattık, hesap sormayı beceremedik. Ardında kocaman bir yıkım bırakıp ebediyete intikal ettin.
Sen huzur içerisinde “tonton” bir dede olarak hayata veda ettin, biz gencecik çocuklarımızı “ebediyete” teslim ediyoruz. Sen faşizmin yasalarına yaslandın, biz şiirlere, türkülere adadık arkadaşlarımızı.
Senden önce başlayan, senle devam eden ve şimdi de hüküm süren faşizme karşı hayata tutunmaya devam etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Bu da bizim ayıbımız olsun. Ayıbımızı biliyor, çaresini bulmaya çalışıyoruz.
Faşizmin yasaları da, bizim şiirlerimiz de varlığını sürdürüyor. Bakalım hangisi bir diğerine galebe çalacak.
“Bir ülkenin türkülerini yapanlar kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür” sözü elbet bir gün kuvveden fiile geçecek. Ölümüne sadece bu yüzden üzülüyoruz. Büyük kavgada karşımızda olmanı bilsen ne çok isterdik.