Bu yazımda kıskançlık konusunu biraz irdeleyeceğim.
Bazı göçmen kökenliler arasında kıskançlık ve çekememezlik oldukça yaygındır. Öyle ki bazıları, komşusunun edindiği şeyleri dahi çekemez hale gelmiştir.
Kıskançlığın ve çekememezliğin tarihi muhtemelen insanlık tarihi kadar eskidir. Bu, kişinin karşılaştırma yapma tercihinden kaynaklanabilir. Her insan; sosyal, hiyerarşik, yaşla ilgili veya başka bir şekilde kendine, birbirine benzeyen insanlar arasında bir kıyaslama eğilimi gösterir.
Hakim ulus toplumunda isim yapmış göçmenlerin başarıları, göçmen toplumu içinde aşırı bir kıskançlık ve çekememezlik yaratmaktadır.
Göçmen azınlık arasında; “Kimin daha çok parası, evi var ve hangi marka arabası var” sorusu sürekli gündemdedir. Ve; kıskançlık ve çekememezliğin boyutu, göçmen toplulukları içerisinde insanların yeteneklerini, bilinç seviyelerini de devamlı tartışılır hale getirmiştir.
Kıskançlık duyan bir kişi, önce reddetmeyi ve devamlı eleştirmeyi düşünür. Bununla birlikte, çoğu zaman kıskançlık ve çekememezlik çok daha ince bir şekilde yansıtılır ve herkesi daha etkili bir şekilde kızdırmayı başarır.
Göçmenler içerisinde diğerlerine nazaran zengin olmuş sayılan insanlar hakkında, gece gündüz demeden konuşmakla zamanını geçiren insanlara rastlamak hemen her yerde mümkündür.
Yanısıra, sığınmacı konumunda olanlar genelde kendilerinden daha önce gelmiş olanlar tarafından aşağılanır ve hor görülürler. Sanki sığınmacıların ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlarmış gibi, paralarını kendi ceplerinden ödüyorlarmış gibi, onları aşağılama hakkını kendilerinde görürler.
Sığınmacılarla tanışan Almanya'da, uzun senelerdir yaşayan kız ve erkek çocuklarının, kendi tercihleri dışında bir hayat arkadaşı seçtikleri durumlarda ise; bu kişiyi sırf yasal durumundan dolayı küçümseyen davranışlar sergileyerek, böylesi ilişkilere karşı çıkarlar. Sığınmacılara ikinci sınıf insan muamelesi yaparlar.
Kıskanç insanlar, kendilerini sürekli başkalarından daha üstün görürler. Bunlar; belirli bir konuya yeterince kafa yorma zahmetine dahi katlanmadıkları gibi, devamlı kendi fikirlerinin ve düşüncelerinin doğru olduğuna inanırlar. Karşı tarafın kendileri hakkında neler düsündüğünü dikkate almazlar veya bunu hiç umursamazlar.
Bu durumlarda psikoloji alanı; eğilimsel kıskançlıktan, yani bazı insanların kıskançlığa diğerlerinden daha fazla yatkın olduğundan bahsetmeye başlar. Öte yandan hastalık boyutuna gelen kıskançlıktan kaynaklı, göçmen azınlık içerisindeki bazı insanların birbirlerini şikayet etmeyi kendilerine meslek edindiklerini söylersek, bu hiç de abartı olmaz.
Bazı göçmenler bilinçsiz bir şekilde, sosyal yardım ve işsizlik parasıyla geçinenleri devamlı aşağılarlar. Sosyal yardım veya işsizlik parası alan bir kişinin, bir yerde izinsiz çalıştığını gördüklerinde onu hemen şikayet ederler. Sanki bu sosyal yardım ve işsizlik parası kendi ceplerinden çıkıyormuş gibi hareket ederler.
Kendilerine şu soruyu hiçbir zaman sormazlar; acaba sosyal yardım ve işsizlik parasıyla geçinenler olmasa, kendi çalıştıkları iş yerinde daha fazla bir gelire mi sahip olacaklar? Sosyal yardım ve işsizlik parası alanlar olmasa dahi, çalıştıkları iş yerinde aynı parayı kazanacaklar.
Sosyal yardım ve işsizlik parası alanların bir yerde izinsiz çalışmasını şikayet etmenin, insanlık dışı bir suç işlemek olduğunu hiç düşünmezler. En azından bunun nedenleri üzerine hiç kafa yormazlar. Ki bu nedenlere biraz kafa yorsalar, onları asla şikayet edemezler.
Devletin yetkili kurumları sosyal yardım ve işsizlik parası ile geçinenleri zaten yeteri kadar, hatta çok sıkı bir şekilde kontrol ediyor. Onlardan her zaman banka hesap kuponu ( hesaba giren çıkan para bilançosu) istiyor. Hesaplarında fazla para görürlerse nereden aldıklarını ispat etmek zorunda bırakıyorlar. Kontolarından para çekilmemişse, bu parayı neden harcamadıklarını dahi soruyorlar.
Böyle sıkı bir kontrol varken, başkasını kıskanarak şikayette bulunmanın ne anlama geldiği daha iyi düşünülmelidir.
Özellikle orta yaş göçmen azınlık grupları arasında sık sık gündeme gelen birbirini kıskanma durumu, ne zaman ki yerini dayanışmaya bırakır, işte o zaman ortak sorunlar ve baskılara karşı da birlikte mücadelenin önü açılır. Yoksa kendi içindeki kısır döngülerle uğraşan bencil gruplar veya bireyler olmaktan öteye gidilemez.
Yani göçmenler, yaşadıkları Avrupa ülkelerinde günlük yaşamda zaten ezilip horlandıkları bir durumda, en azından kendi aralarandaki dayanışma kültürünü geliştirmek için, memleketlerinden binlerce kilometre uzaklarda ekmek ve yaşam kavgası verdiklerinin nedenlerini düşünmelidir. Ancak bu gerçekleşirse, zaman içerisinde getto yaşamdan da kurtulunacak ve birlikte yaşanan toplumla bütünleşmenin de kapısı aralanacaktır.
Göçmenlerin yaşadığı birçok ülkedeki mevcut baskıcı ve dıştalayıcı yasalara, kendi aramızda da yeni duvarlar örerek destek sunarsak yaşam tamamen çekilmez olur.
Din, dil ve kültür farkına rağmen dayanışma kültürüne önem vererek çekememezlik ve kıskançlıktan uzak durmalıyız. Aramızda bu tür eğilimlere yer vermemeliyiz. İşte o zaman yaşamak güzel be kardeşim diyebiliriz.