2000 yılında Birleşmiş Milletlerin ilan ettiği Göçmenler Günü, 2013 yılında Türkiye’de de kabul edildi.
Son yirmi dört yılda bölgesel savaşlar, sınır değişikleri iç savaşlar, ne kadar çok yaşandı.
Emperyalizmin Afganistan’ı işgaliyle başlayıp ardından Irak’ın işgaliyle devam eden süreçte, Türkiye ne kadar da çok istiyordu bu işgalin askeri olarak bir parçası olmayı. Askeri olarak olmasa da sürece dahil olmayı başardı. Irak toprak bütünlüğünü kaybetti parçalı yapılar oluştu. 'Arap Baharı' olarak bilinen başlangıçta yoksulluğa, yolsuzluklara karşı öfkeyle sokaklara dökülen halklar, bunun devamında kendi talepleri ve çıkarları ortaklaştıracak bir programla buluşamayınca emperyalizmin bölgeyi şekillendirmesin de kullanışlı bir araca dönüştüler.
Tunus, Mısır, Libya, Suriye bu ülkelerdeki yaşanan siyasi krizler emperyalistlerin istediği şekilde sonuçlanırken bir tek Suriye’de uzun yıllara yayılacak bir iç savaş başlayacaktı.
Türkiye sermaye sınıfının bölgedeki emperyal güç hayali Suriye’de ayağına dolaşırken milyonlarca Suriyelinin Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldığı bir dönemi yaşadık. Şu an resmi rakamlara göre üç milyondan fazla Suriyeli Türkiye’de yaşamaktadır. Bunların yarısı 18 yaş altında olduğu yine bu çocukların yarısının da eğitime erişemediği MEB tarafından açıklandı. Göçmenlere geçici sığınmacı hakkı tanıyan hükümetin mültecilik hakkını vermemesi bu insanların kayıtsız, ucuz iş gücü olarak çalışmalarında önemli bir sebep. Yoksulluk tabi yine bu çocukların çalışmasında da başa yazılmalı.
Okula gidemeyen çocukların sokaklarda, küçük atölyelerde özellikle tekstil sektöründe yoğun olarak kayıtsız ve çok az ücretlerle çalıştırıldığı biliniyor. Okula giden çocuklarında arda kalan zamanlarında yine enformel işlerde kısa zamanlı çalıştıkları görülüyor. Bu çocukların savaşta ya da göç esnasında yitirdikleri ebeveynlerinin yerine ailelerinin geçimini sağlayacak, bireyler olarak zorunlu nedenlerle çalışmak zorunda kalıyorlar.
Yerli çocuklarla birlikte, daha ağır çalışma koşullarında çalışan mülteci çocuk işçiler toplumun en korumasız kesimini oluşturmaktalar. İSİG meclisinin kasım ayı iş cinayetleri raporunda çalışırken ölen yedi çocuğun birisi mülteci çocuk. Bu çocuk sanayide çalışırken yaşamını yitiriyor.
Çocukların göç esnasındaki durumu tamamen kendi inisiyatifleri dışında yaşanıyor. Türkiye’de yaşama gözlerini açan bu çocukların karşılaştıkları dışlayıcı, ırkçı yaklaşımlar bu çocukların psikolojik gelişimlerine de zarar veriyor. Uyum süreçlerini de yavaşlamasına neden oluyor.
Suriye’deki son gelişmelerden sonra Türkiye’deki göçmenlerin yeniden döneceğine dair tartışmalar sürerken Suriye’de bundan sonrası için siyasi istikrarın ve huzurun olacağı beklentisi gerçeği yansıtmıyor. Birçok siyasi yapının bulunduğu şu anda El Kaide örgütünden ayrılan HTŞ’nin Şam’da iktidar görüntüsü vermesi bundan sonrası için ülkenin bütününde bir barış için umut vadetmiyor.
Türkiye’deki yaşayan Suriyelilerin ve çocuklarının 13 yıla yaklaşan geçici sığınmacı durumu bitirilip mültecilik hakkı tanınmalıdır. İşçi sınıfının görünmeyenleri arasında yer alan bu çocukların yerli çocuklarla birlikte devletin ve toplumun sorumluluğun da bugünlerinin ve yarınlarının garanti altına alınacağı bir yaşam ortamı sağlanmalı.