Geçmişe yolculuk: Asılı kaldı yıldızlarda gençlik anılarımız

"13-14 yaşlarında sevdanın ne olduğunu bilmeden sevdalanmak, paylaşmanın ne olduğunu bilmeden paylaşmak ve de dünyayı bilmeden, onu değiştirmek için sokak aralarında Devrimi tartışmak için kitap kurdu olmak, sahi neydi o günler?"

Yaşlanmış olmaktan mıdır, nedense geceleri uyku tutmuyor. Yatakta Maratona çıkmış bir delikanlı gibi bir sağa, bir sola yuvarlanıp duruyorum. Çocukluğum ve çocukluktan gençliğe savrulan günler beni tutsak almış, geçmişe uzun bir yolculuğa götürüyor.

Geçmişin o en saf ve Munzur suyunun duruluğu kadar temiz duygularla Dersim'de geçirdiğim o yıllar her gece beni uyandıracak kadar tutsak almış, uyanıyorum...

Acaba bir ben miyim uykusuzluğa mahkum olan, yoksa benim yaşıtım olanlarda mı uykusuz gecelere mahkum, aynı duygularla ayrı ayrı mekanlarda olsalar da anılarıyla sabahlamakta mıdırlar?.

Yaş 65'in kapı zilini çalarken. Geçmişe bir yolculuğa çıkıyorum her gece. Neydi o çocuk yaşta bağıra çağıra, bağıra çağıra sokak aralarında deli taylar gibi top koşturduğumuz günler?

13-14 yaşlarında sevdanın ne olduğunu bilmeden sevdalanmak, paylaşmanın ne olduğunu bilmeden paylaşmak ve de dünyayı bilmeden, onu değiştirmek için sokak aralarında Devrimi tartışmak için kitap kurdu olmak, sahi neydi o günler?

Gökyüzünden yıldız indirirken geceleri, ölümü hiç mi hiç düşünmeden sabahlamak bize bir oyun gibi gelmişti. İnanmıştık güzel günlerin geleceğine, kardeşçe paylaşacağımız ekmeğin adilce paylaşılacacağı ve özgürlüğün devrimle geleceğine inanmıştık. Daha mutlu bir gelecek için en saf duygularımızla  birbirimizle yarışıyorduk. Daha çok kitap okumak için yarışıyor, birbirimizi kitaplardan alıntılar yaparak ikna etmeye çalışıyorduk. Bugün kitapta okunmuyor artık o günlerdeki gibi.

Kimimiz adıyla değil, yeteneğiyle çağrılıyordu. Kiminin adı "teyip..." kiminin "cavcav..." , kiminin ise "karateci..." kimimiz ise "doktor" veya "mühendis" olarak devrime adamıştık kendimizi. Hele içimizde bazıları yazın kırk derece sıcağında giydikleri uzun mantoların altında taşıdıkları 14'lü tabacalarıyla attıkları o havayı bir görsen. Kendilerini Western filmlerindeki devrimin kovboyları olarak görüyorlardı. Kardeşin kardeşe vurdurulduğu o kara günler bir gölge gibi hayatımıza sinmiş aydınlatılmayı bekliyor.

14-15 ve 16O yaşlarında dünyayı değiştirmeye ant içmiştik. Kavgalarımızda oluyordu aynı evde, bir somun ekmeğini bölüşürken, zaman zaman yumruk yumruğa kavgaya tutuşup kimin daha iyi bir devrimci olduğunun tartışmasını yapardık. Anne ve babalarımız çaresizlik içinde bizleri ayırmaya çalışırlardı, lakin bizleri yatıştırmaya güçleri yetmezdi. Çoğu aramızdan ayrılalı uzun yıllar oldu.

Yürüyüşlerde kim daha çok insan yürüttü? havasını atardık, kim hangi köyde daha örgütlü, kim daha çok yayın organı sattı, kim daha çok grevlerde önde yürüdü, kim hangi şantiyede daha iyi örgütlü tartışmaları hayatımızın bir parçası olmuştu. İşçi sınıfı adına biz işsizler olarak grevlerde söz sahibi olmuştuk.

Her şeye rağmen o çocukluktan yeni çıkmış gençliğimizle tertemizdik. Duygularımız Munzur'un suyu kadar duruydu, inançlıydık, kardeşçe ölümü paylaşırcasına hayal ettiğimiz ve bir türlü gelmeyen özgürlüğe aşıktık. Aşk derken, aşık olduğumuz kız arkadışımızla devrime hizmet etmenin pazarlığını yapardık. Aynı örgütten olması önceliğimizdi. Önce devrim, sonra aşk. Gerçek yaşamda aşkın ne olduğunu bilmeden aşık olmak.Hele örgüt içinde bir kariyerin varsa, en güzel yoladaşına aşkını ilan etmen doğaldı. Karşılığı var mıydı, bilinmeyen bir bulmaca gibiydi. Bu tür soruları sormazdık kendimize. 

Bizler kapıda devrimi beklerken, bir kabus gibi çöktü karanlık üstümüze. Kimimiz zindanlara, kimimiz ölümü kucakladı, kimimiz fırtınanın getirdiği bozgunla birlikte savrulduk dünyanın dört bir yanına.

Yıllar geçti... gençliğimizde paylaştığımız ekmeği paylaşmaktan, ortak duygularımızı bölüşmekten uzaklaştık. Hayata tutunmanın kavgasına mahkum olduk, kimimiz işveren oldu, patron oldu bir zamanlar kol kola yürüdüğü yoldaşlarımıza. Sömürmek kavramını kaldırdık, söktük attık tuttuğumuz defterlerden. 

Yol aldık, yol yürüdük. Yaşlandık. Çocuklarımız oldu. Baba olduk, anne olduk. Dede olduk, nene olduk.

Ama o gençlik hayallerimiz gökyüzünde yıldızlar gibi asılı kaldı. Yaşadığımız o günler binlerce yıldız oldu. Hikayeler yazıldı gençliğimize dair. Her gece gökyüzünden bir yıldız indirir gibi bir hikaye indirirken uykusuzluğa mahkum olduk. Şimdi hikayelerimizle yaşıyoruz geceleri. Kimi hikayeler acılarla dolu, kimi hikayeler ise insanlığımızı sorgularcasına sorguya çekmekte bizleri. Yaşlandık, her şeye rağmen geçmişi unutmadan geleceğe gülümsercesine kırık bir kalple veda ediyoruz yıldızlara asılı hikayelerimizi birlikte alarak....