Dünyanın ve insanlığın en kritik dönemini yaşadığını söylemek ne kadar doğru veya yok oluşa bu kadar yakın olunan bir başka dönem yaşandı mı, bilmiyorum. Ancak şu anda, herbiri kendi alanında otorite olan bilim insanları ve bilimsel çok sayıda veri, dünyanın ve insanlığın tehlikeli bir hızla yokoluşa doğru gittiğini, dünyanın ve insanlığın korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu söylemektedirler. Buna dair bir çok senaryo yazılıp çizilmektedir.
Emperyalistlerin ve sömürü tekellerinin dünyaya ve insanlığa saldırılarının bu kadar tehlikeli bir boyutta bulunması, sorunun basite alınabilecek, ertelenebilecek bir sorun olmadığını göstermektedir. Dünyanın gerçek sahipleri olan emekçilerin ve ezilen halkların, bu soysuz barbarlığa karşı, örgütlü bir müdahalesine acil ihtiyaç bulunmaktadır.
Bütün değerleri yaratan emeğin sahibi milyarlarca yoksulun, kanı emilmekte, emeği gasp edilerek, hayatı zindan, kişiliği rencide edilmektedir. Dünyada Asya, Ortadoğu, Afrika, Güney Amerika ve bütün yoksullaştırılmış coğrafyalarında ezilen halklar, emekçiler, aç-susuz,yersiz-yurtsuz, topraklarından ve değerlerinden kopartılarak insanlıktan çıkartılmakta, köleliğe mahkum edilmektedirler. Geçmişinden ve geleceğinden kopartılmış bu yığınların sermaye sahiplerine ucuz emek satan ve tüketerek onları zengin eden, iddiasız ve edilgen bireyler olmaktan başka hiç bir özelliğinin olması istenmemektedir.
Günlük yaşamın sorunları altında ezilen insanın iradesi her durumda ve ortamda kırılmakta, hayalleri ve yaratıcılıkları ellerinde alınmaktadır. Bugün aç ve çaresiz bıraktıkları milyarlarca insanın, insan olmaktan kaynaklı hak ve özellikleri gasp edilmektedir. İnsanı ve insanlığı bu günlere taşıyan hayal kurma, yaşama bağlılık, cesaret, kendine güven ve üretme yetenek ve özellikleri hızla yok edilmektedir.
Bugün yedi milyar nufüsu olan dünyada bir milyara yakın insan açlık sınırında yaşamaktadır. her yıl 11 milyon insan açlıktan ölmektedir. Dünyada her on kişiden biri temiz suya ulaşamamaktadır. Dünyanın gençlerinin ve kadınlarının yaşadığı işsizlik ve ayrımcılık, uyuşturucu bağımlılığını artırmaktadır. Kapitalist tekellerin ürettiği zararlı gazlarla ozon tabakası delinmiş, dünyanın havası bozulmuş, küresel ısınma diye bir dert peydah edilmiştir. Teknoloji ve sanayinin yarattığı çevre kirliliği dünyayı yaşanamaz kılmıştır. Dünyanın ve insanlığın emeğini ahlaksızca gasp eden zenginler, dünyayı kirli bir çöplüğe, cehennemsi bir zindana çevirdiler.
Daha kötüsü de, kapitalist tekellerin, dünyaya ve insanlığa verdiği bunca kötülük konusundan en küçük bir sorumluluk bile almamalarıdır. Ortaya çıkan bu vahim sonuçların faturası, dünyanın yoksullarına çıkartılmak istenmektedir.
Bu devasa sorunlardan kurtulmak için, 'büyük insanlık,' meşhur ezgi de söylendiği gibi, 'birşey yapmalı'.
Aslında insanlığın karşı karşıya bulunduğu bu kadim ve tarihi çıkmaza ve bu çıkmazdan nasıl çıkılacağına dair tartışma,insanlığın gündeminden hep olmuştur. Sadece tartışması değil, somut çözümleri de olmuştur. Ancak ne yazık ki egemenler, bu tartışmaların ve çözümlerin, ya önünü kesmişler, ya sulandırmışlar veya her türlü baskı aracıyla bastırmışlardır.
Bilindiği gibi, 1840'lardan Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden başlayıp, 1960'larda Fidel Castro ve Che Guvara önderliğinde gerçekleşen Küba devrimine kadar olan dönem içinde, insanlığı ve dünyayı bu sorunlardan kurtarmak amacıyla, devrimler yapıldı, sosyalist sistemin değişik uygulamaları yaşandı. Ancak tekelci kapitalistler, bir defa daha, halkların ve ezilenlerin bu büyük devrimlerini, kapsamlı deney ve kazanımlarını etkisizleştirdiler, bastırdılar.
Söz konusu deneyler, insanlığın yaşadığı milyarlarca yıllık tarihi açısında çok kısa, ama yarattığı sonuçları açısında çok büyük sonuçlar yaratmıştır. En azında geleceği kazanmanın olanaklarını ve yolunu göstermiştir. Canileşmiş haramilerin bütün manipolüasyonlarına, şeytanlaştırma çabalarına ve baskılarına rağmen, milyarlarca ezilen yoksul emekçi, ne bu devrimleri, ne de bu devrimlerin sağladığı kazanımları unutmamış, onların verdiği güvenle geleceğe dair umudunu canlı tutmuştur. Bundandır ki haramilerin her zulüm ve sömürü planlaması yaptıkları 'toplantı'lar, ezilenlerin öfkesiyle karşılanmıştır. Bu 'toplantı'larda, halklar umut ve inançla, isyanlarını kuşanarak meydanlara dökülmekte, haramilerin saltanatlarına meydan okumaktadırlar.
Ancak milyonların bu öfke ve isyan dolu ayaklanmaları, ihtiyaca uygun bir örgütlülüğe ve perspektife sahip olmadığı için, istenen sonucu vermemektedir. Ve bu haliyle de daha ileri bir sonuç beklemek doğru değildir.
Bugün hiç bir biçimde atlanamayacak olan bu sorunların karşısında, kazanılmış deneylerin ve edinilmiş bilgilerin ışığında, tarihsel bir sorumlulukla hareket edilmesi, bir zorunluluk olarak dayatmıştır, artık. Lakin ve ne yazık ki dünyanın vicdanını temsil edecek, dünyayı bu haramilerden kurtaracak olan güçler, bu saldırılara karşı yeterince örgütlü ve hazırlıklı değillerdir.
Yıllardan beri süren bu yetersiz ve örgütsüz durum, ne yazık ki değiştirilememektedir. Halkların ve ezilenlerin yeri gögü inleten çığlığını, güce, iradeye kavuşturup bu enerjiyi örgütlü bir mücadeleye dönştürmesi gerekenler, henüz bu görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmiş değillerdir.
Bu anlamda dünyanın bütün devrimcilerinin, ilericilerin ve ezilenlerin temsilcilerinin, bir araya gelmesi, mevcut durumun aşılmasını sağlayacak pratik yol, yöntem ve araçlar üretmesi, kaçınılmaz bir görev olarak ortada durmaktadır.
Bu amaçla insanlığın önünde, büyük ölçekli kitlesel etkinliklerin örgütlendirilmesi, bunların ortak hedefe yönlendirilmesi, bu aktivitelerle sistemin değişmesini sağlayacak sonuçların yaratılması, dünya çapında ezilenlerin ortaklaştığı, güçlü, etkili ve bir bütün olarak mevcut sistemi değiştirmeyi amaçlayan bir organizasyonun yaratılması gibi bir görev ve sorumluluk bulunmaktadır. Yani geçmişte yaratılmış enternasyonal örgütlülüklerin günün koşullarına uyarlanmış benzerine acil ihtiyaç bulunmaktadır. Yoksa halkların ve ezilenlerin öfkeli gösterilerinin istenen sonucu vermesini beklemek bir gaflet olur.
İnsanlığın önündeki bu zorunlu acil ve hayati görev için, Türkiye devrimci hareketinin ve özellikle Kürt özgürlük hareketinin daha ileri bir rol üstlenmesi, somut bir ihtiyaç ve tarihin dayattığı bir görev durumundadır.
Bu belirlemeye kuşkuyla bakılabilinir. Doğrusu böyle düşünmek, önemsiz bulunamaz. Ancak, Türkiye ve Kürdistan devrimciliğinin bulunduğu düzey, ortaya koyduğu performans, yarattığı siyasal, örgütsel ve toplumsal değerler göz önüne alındığında, bu düşüncenin gerçekliği daha kolay ve net anlaşılacaktır. Bu nedenle bu gün insanlığın ve dünyanın kurtuluşu konusunda Kürt hareketine de Türkiye devrimci hareketine de ciddi roller, görev ve sorumluluklar düşmüştür.
Tarih, kişisel veya örgütsel iradelerle belirlenmiyor. Tarih, çoğu zaman öznel isteklerden farklı gelişiyor. Bugün insanlığın ve dünyanın karşı karşıya kaldığı bir yok oluş sürecinin yaşandığı doğruysa, buna karşı insanlığın ve doğanın savunusunu yapacak dinamikler yeterince örgütlü ve güçlü değillerse, öte yanda ve belirtilen nedenlerden dolayı, Türkiye devrimci hareketi ve Kürt özgürlük hareketi, bu konuyla ilgili bir sorumlulukla karşı karşıya kalmışsa, bundan kaçınmaya gerek te yok doğru da değil.
Buradan hareketle, Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye devrimcileri, dünyanın ve insanlığın kurtuluşunu sağlamak gibi yakıcı bir sorunun muhatabı durumundadırlar. Bu sorumluluğun gereğine uygun bir pratik üretilmesi, yapılıp yapılmamasından bağımsız, kaçınılmaz acil bir görev olmuştur.
Esasında Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye devrimci hareketi, bu görevi yerine getirebilecek büyük bir özgüvene ve bu özgüvenin arkaplanında bunu hak eden tarihsel bir pratiğe ve büyük bir teorik birikime sahiptir.
Ayrıca bugün Kürdistan da ve Türkiyede sürdürülen 'özgür Kürdistan ve demokratik Türkiye' mücadelesi, aynı zamanda insanlığın ve dünyanın kurtuluşuna katkı sunan büyük bir mücadeledir. Dünya halklarının bu gerçeğe uygun olarak, sürdürülen bu mücadeleye gereken desteği vermesi, aynı zamanda insanlığın sorunlarının çözümü için ortaya koyduğu bir pratik olacaktır. dolayısıyla şu an Türkiye'de ve Kürdistan'da sürdürülen mücadele ve bu mücadeleyi sürdüren güçler, zaten fiilen bu sorumluluğun bir parçası durumundadırlar.
Bu nedenle, bugün insanlığın ve dünyanın kurtuluşu mutlak gerekli ve mümkün olduğuna göre, istenen bu sonuç için, Kürt yurtseverlerinin ve Türkiyeli devrimcilerinin katkısı çok önemli olacaktır. Tarih, Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimcilerin önüne böyle büyük bir görev koymuşsa, bundan ancak onur duyulur.