Bugün Katar’da 2022 Dünya Futbol Şampiyonası başlıyor. Sadece bir oyun olmayan, aslında çoktan büyük bir sömürü aracı ve sermaye birikim mekanizması hâline gelmiş profesyonel futbolu irdelemek için iyi bir fırsat. Bunu elbette diyalektik materyalizm metoduyla yapacağız, çünkü toplumsal fenomenleri ve işlevlerini ancak onların özgün tarihsel oluşma koşulları üzerinden anlayabiliriz.
İnsanlık toplum olarak var olduğu andan itibaren birlikte oyun oynamaya başlamıştır. Tarihçilere göre futbol oyunu da farklı biçimlerde ve neredeyse bütün kıtalarda beş bin yıldan uzun bir süredir oynanmaktadır Örneğin Mahmut el Kaşgari’nin Divanü Lugâti’t-Türk adlı eserine göre, Orta Asya’daki Türk boyları 11. Yüzyıl’da “Tepük” adlı bir oyunu kadınlı-erkekli oynamaktaymışlar. Benzer bir oyun bugün dahi 15. Yüzyıl’dan bu yana İtalya’nın bazı kentlerinde oynanmaktadır. Günümüzün modern “erkek” futbolu ise İngiltere’nin erken sanayileşme döneminde yaygınlaşmıştır. Futbolun kitleselleşmesini sağlayan da bizzat burjuvazinin kendisi olmuştur.
Uzun bir süre amatör ruhla ve kitle sporu olarak oynanan futbol – ne de olsa işçilerin ertesi gün fabrikaya gitmeleri gerekmekteydi – bilhassa 1974’te João Havelange’ın FİFA başkanı seçilmesinden sonra ticarileştirilmeye başlandı ve bugün dünya çapında milyarlarca Euro üreten bir ticaret dalı hâline geldi. Örneğin FİFA sadece 2022 üçüncü çeyreğinde 5,7 milyar Euro kâr yaptı. Katar’da düzenlenen şampiyonadan ise toplam 6 milyar Euro daha alacak.
Dünya Şampiyonası’nın Katar’da yapılması kararı alındıktan hemen sonra Avrupa kamuoyunda tepkiler oluştu ve tartışmalar çıktı. Bu tartışmalarda özellikle sol liberal kesimlerin iki yüzlü tavırları da görünür oldu. Katar’daki insan hakları ihlalleri nedeniyle şampiyonanın boykot edilmesini savunan sol liberaller, nedense gene Katar veya Suudi Arabistan’la güçlendirilen enerji iş birliğine ve bu ülkelere yapılan silah satışına ses çıkarmıyorlar. Ayrıca 200 milyar dolarlık tesis inşasında 6.500 göçmen işçinin iş cinayetine kurban gitmesi söz konusu olduğunda, bu göçmen işçilerin geldikleri Endonezya, Kenya, Bangladeş, Pakistan veya Hindistan gibi ülkelerdeki sömürü ilişkileri ve kötü yaşam koşullarına hiç değinilmiyor.
Katar’da hâlihazırda spor tesislerinin inşasındaki ölümlerin haricinde mahkemelerin devamla kırbaçlama veya idam cezası vermeleri, evlerde çalıştırılan kadın göçmen işçilerin, ki sayıları hayli yüksek, köle gibi tutulmaları ve Katar’ın bölgede ABD emperyalizminin ana üslerinden birisi olması haber değeri dahi taşımıyor. Halbuki Katar kendi insan hakları ihlallerinin ötesinde ABD’nin bölgedeki savaş yönetim merkezi ve doğrudan uluslararası hukuka aykırı işgallerin komuta alanıdır. Katar’daki Dünya Futbol Şampiyonası haklı olarak skandalize edilirken, bu gerçeklerin verilmemesi, kamuoyunu aldatmanın bir aracıdır.
Spor olarak futbola dönersek: Futbol, tüm ticaretleştirme çabalarına ve FİFA ile diğer ulusal birliklere yönelik haklı eleştirilere rağmen, kitleleri heyecanlandıran ve harekete geçiren bir spor dalıdır. Taraftarlar hem tüketici hem de profesyonel futbolun pazarlama ürünü olarak ikili bir rol oynamaktadırlar. Ama aynı zamanda da Gezi direnişinde görüldüğü gibi, toplumsal protesto hareketlerine ivme katma potansiyeline sahiptirler.
Kapitalist sömürü için sermaye tarafından gasp edilen kitle sporu olarak futbolun yeniden halkların eline geçmesi, hiç şüphesiz toplumsal ve ekonomik koşulların radikal, yani devrimci değişimi sonucu olacaktır. Ama o zaman kadar bilhassa futbol taraftarları – Amedspor veya Almanya’daki St. Pauli örneğinde görebildiğimiz gibi – eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi mücadelelerine kazanabilirler, kazanılmalıdırlar da.
Nihâyetinde temel amaç futbol sporuna siyasi ve ahlaki görevler yüklemek değil, aksine bu spor dalını daha iyi bir gelecek için verilen mücadele ile bağlantılı hâle getirmek olmalıdır. Dünya çapında bunun birçok örneği vardır. Hem bu şekilde futbol seyretmek çok daha keyif verici hâle gelebilir.