FUTBOL FELAKETİ[*]

“Futbol, tanrıya ne yönüyle benzer?

Hemen söyleyeyim:

Birçok insanın ona inanmasıyla

ve entelektüellerin

ona kuşkuyla yaklaşmasıyla.”[1]

 

“Futbol: Güzel Oyun,”[2] derler; inanmayın![3]

“Futbolu Seviyoruz, Metalaşmayı Sevmiyoruz,”[4] maruzatlarına itibar etmeyin!

“Futbolun ne kadar kirli bir iş dünyası olduğunu bilmeme karşın gene de bağımlısıyım,”[5] diyen bölünmüşlüklere aldırmayın!

“Futbol olmasa, dünya çok daha gri, kurşuni ve acımasız olurdu!.. Haydi maça maça!”[6] saçmalıkları ile uğraşmayın!

“Neden” mi?

Bertolt Brecht’in, “Kendi dışında bir amacı olmayan spordan yanayım,”[7] uyarısını asla unutmayın!

“Cinai Şebeke: Spor Endüstrisi”[8] vurgusu eşliğinde Terry Eagleton’ın, “Futbol: Kapitalizmin Candostudur,”[9] notunu “es” geçmeden ve bir an dahi duraksamadan soru(n): “Futbol Kimin?”[10] ve “Ne İçin?”

Yerkürenin de, coğrafyamızın da her daim gündemidir; afyondur; iyi kafa yapar; kitlelerin uyuşturucusudur. Ezilenlerin dev aynasıdır!

Futbol, kötü bir komedidir. Üstünlük taslama ya da aşağılama gibi toplumda pek de hoş karşılanmayan duyguların geçit törenidir. Kimlikler yaratıp, insan(lar)ı gereksiz düşmanlıklara sürükleyen bir virüstür. Öyle bir “oyun”dur ki, bağımlılık yaratır. Bir gruba ait olma duygusunu tatmin eder.

Futbol artık bir eğlence aracı olmaktan öteye gitmiş, kapitalist dinamiklere dayanan bir kültürel kimlik hâline ge(tiri)lmiştir.

Kapitalizm koşullarında futbolu “devrimcileştirme” komikliğine düşenlere “Futbol-Siyaset Odaklı” araştırmadan çıkan sonucu aktarmakla yetinelim: “GS’lilerin yüzde 48’i, FB’lilerin 46’sı BJK’lilerin 42’si, TS’lilerin de 65.5’i AKP’ye oy veriyor. CHP en fazla oyu BJK’lılardan alıyor. MHP de Trabzonspor’lulardan”![11]

Kimse inkâra kalkışmasın! En basit hâliyle “bir oyun” diye sunulsa da kapitalist bir endüstridir; savaş oyunudur. “Modern zamanlar”ın gladyatör dövüşü; futbolcular da bu “oyun”un gladyatörleridir. Gladyatör dövüşleri sizce devrimcileştirilebilir mi?

Tuğrul Akşar, ‘Futbolun Ekonomi Politiği’ başlıklı yapıtında, ticarileşen futbolun, paylaşım ve gelir dağılımına ilişkin soru(n)larının altını çizerek şöyle der: “Bizler artık sadece futbol izlemiyoruz, aynı zamanda onu tüketiyoruz. Futbol sayesinde hepimiz birer taraftar tüketiciye dönüştük.”[12]

Evet, evet “Futbol”...

Büyük bir çoğunluğun hayatındaki, “masum” ve “olağan” bir eğlenceymiş gibi sunulsa da, “sadece futbol” değildir, olması da mümkün değildir...

“İyi de, öyleyse ne” mi?

Nereden yanıtladığınıza bağlı...

Örneğin Celâl Üster gibi, “Futbolun, daha doğrusu ‘top oyunu’nun, beş bin yıl önceye giden kökenleri”nden de söz edebilirsiniz; veya Haluk Sunat gibi, “Futbol bir oyundur. Hayat da. Futbol sadece futbol değildir, artanı hayata dahildir. Herkes hayatını ve futbolu kendi meşrebine göre yaşar,” da diyebilirsiniz!

Veya hem “sosyalist” ve hem de fanatik bir FB’li, GS’li, BJK’li, TS’li, Ankaragüç’lü, Gençler’li olup, futbola “güzellemeler” de düzebilirsiniz...

Onlar bir yana; kendi hesabıma hâlâ (çok “dinozor” bulunsa da) futbolun kesinlikle masum bir oyun olmadığını düşünüyorum!

Popüler kültür içerisinde yer edinen üç temel alandan (medya-spor-müzik) biri olan spor/futbol, özellikle XX. yüzyıldan itibaren toplumsal yapı üzerindeki belirleyiciliği ile toplumbilimcileri düşündüren bir sorunsal olagelmiştir. Toplum düzenine ilişkin yansımalar alanı olarak görülmesi sporu, özelde ise futbolu kültürel etkinlikler içerisinde ele almayı zorunlu kılmaktadır. Sıradan bir eğlence ve oyun etkinliği çerçevesinde algılanan spora/ futbola aslında siyasi, ekonomik ve sosyal boyutları da içeren daha geniş bir perspektiften bakmak gerekmektedir. Buna göre futbolun, boş vakit aktivitelerinin ve beden-ruh terbiyesinin ötesindeki analizleri ve de tartışmaları zorunlu kılan bir süreci içerdiği söylenebilir.

Diyalektik çözümlemelerin odağında değerlendirildiğinde spor/ futbol; kapitalist yapılanmanın ve sosyal sınıflar arasındaki kaçınılmaz çelişkilerin belirlediği ideolojik, politik ve kültürel mücadeleler alanı içinde yer edinmektedir. Öyle ki, kapitalizmin reklam ve yönlendirme aracı hâline getirilen sporun/ futbolun, endüstriyel alana dönüştürülmesiyle son derece etkili bir sömürü kanalına dönüştürüldüğü görülmektedir. Ayrıca kapitalist hegemonyanın sürekli kılınması bağlamında, toplumu yönlendirmeye dönük mesajlarıyla, ideolojik ve kültürel araç işlevini de yüklenmiş bulunmaktadır.

Bu açıdan birey/ toplum: kapitalizmin yarattığı beğenileri, mutluluk formlarını, dünya görüşünü, dolayısıyla değerler sistemini kabullenmekte ve kendi sosyal gerçekliklerinin dışında yaratılan, yabancılaşmanın hâkim olduğu bir yaşam alanına hapsedilmektedir.[13]

SPOR (MU?)

Öncelikle şu göz ardı edilip, unutulmamalı: Spor, bilimsel şekilde rekorları zorlayan, bütünsel ve devamlılık isteyen bir endüstridir. Bunun için de para önde geliyor![14]

“Nasıl” mı?

Kapitalizmin spordaki temel meselesi, sporu yapanla izleyen arasında kesin bir ayrım yapmaktır. Çünkü kitlelerle sporcular arasına çizilen sınır, sporu üzerinden para kazanılabilecek bir meta hâline getirir. Zira çit çekmek mülkiyeti, mülkiyet metayı, meta rantı getirir. Mülkiyeti belirlenmemiş bir şeyi satamazsınız. Seyirci, kendisiyle sporcu arasında bir fark görmez, sporu görkemli bir temaşadan ziyade kendisinin de katılabileceği insanca bir uğraşı olarak görürse spor satılabilir bir şey olmaktan çıkar. Bu yüzden kapitalizmin sporunda insanüstülük vazgeçilmez bir temadır. İnsanların onlar gibi olabileceğine kolay kolay kanaat getiremeyeceği devlerin varlığı gerekir. Bu devlerin büyüklüğü, amacı gereği, insani kriterlerle değil, insanüstülükle çizilir. Bu nedenle spor kapitalizmi için saha içindeki insanüstü başarı fetiştir. Sporun egemenleri sıradan insanlara, “olağanüstü”yü satarak para kazanır.[15]

Tam da bunun için “Olimpiyatta Kim Ne Kazanır?”[16] sorusu eşliğinde “Olimpiyat(lar)ın Karanlık Yüzü”ne[17] kafa yorarak, “Olimpiyat Sadece Olimpiyat Değildir”[18] gerçeğini kavramaya gayret edelim.[19]

Bu konuda “Olimpiyat kardeşlik ve barış mı yoksa öldüresiye rekabet ve savaş mı? Olimpiyat aslında siyasete bulaşmış bir zengin sporu aktivitesidir. Sonuçta nüfusu kalabalık, ekonomisi güçlü, kişi başına geliri yüksek, kısacası zengin ve sanayileşmiş ülkeler madalyaları toplarlar, yani savaşı kazanırlar,”[20] belirlemesi gerçeğin özeti olurken; “Spor, yöresel dürtüler içine sıkıştırılıp, ahlâki yozlaşma ile tanımlanırsa şiddet ve kaos kaçınılmaz olarak alan bulur,”[21] saptamasını da eklemeden geçmeyelim!

Bu arada elbette sporun sınıfsal olduğu bir an dahi “es” geçilmemelidir.

Hatırlansın: Dünyayı, iki sınıf arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın ışığında okumanın demodeleştirilmediği dönemlerde spor da burjuva ve proletaryaya ait hâlleriyle ikiye ayrılıyordu. Bugünün, spor endüstrisini kontrol eden IOC, FIFA gibi kurumları ve onların organizasyonları XIX. yüzyılın ikinci yarısında atılan temellerle sahneye hızlı bir giriş yaptı. Ancak işçi sınıfı da ondan aşağı kalmadı. İlk işçi kulüpleri, 1800’lerin ikinci yarısında Amerika ve Avrupa’da kuruldu. İşçi sınıfı içindeki örgütlülük durumuna paralel biçimde Avrupa’nın Almanca konuşan halkları kısa süre içerisinde hareketin direksiyonuna geçti. Bu merkezlerin başında Viyana kenti geliyordu.

İlk işçi jimnastik kulübü, 1891’de, 30 sene sonra “Kızıl Viyana” olarak anılmaya başlanacak olan kentte kuruldu. Kulüp, 1894’te ‘Genel Jimnastik Kulübü/ Allgemeiner Turnverein’ adını aldı ve birçok sporun icra edildiği bir merkeze dönüştü. İlerleyen yıllarda yeni kulüplerin kuruluşuna tanıklık edildi. Bu kulüpler, 1910’da ‘Avusturya İşçileri Jimnastik Birliği/ Österreichischer Arbeiter-Turnerbund’ adı altında birleşti. Kulüplerin toplam 70 bin üyesi vardı. 1924’e gelindiğinde ‘Avusturya İşçileri Spor ve Beden Eğitimi Birliği/ Arbeiterbund für Sport und Körperkultur in Österreich-ASKÖ’ adını alan organizasyon bünyesinde jimnastik, bisiklet, yürüyüş, yüzme, kayak, futbol, hentbol, judo ve hatta burjuvaziyle özdeşleşen tenis gibi sporlar dahi yapılıyordu.

1920’lerde faşist hareketlerin güçlenmesiyle sosyalist/komünist partilerin sporu antifaşist mücadeleyle birlikte ele alması aynı döneme denk gelir. Bu, elbette bir tesadüf değil. Paramiliter örgütlenmelerden fazlasıyla beslenen faşistlerle fiziksel karşı karşıya gelişler rutin hâle gelirken her iki taraf da üyelerini bu alanda eğitme ihtiyacı hissediyordu.

Avusturya’da “Wehrsport” yani “Paramiliter spor/ savunma sporu” Julius Deutsch’un öncülüğündeki ASKÖ’nün temel yönelimlerindendir. Wehrsport, kır koşusu, atıcılık sporları ve savunma sanatları gibi temel askeri eğitimle bağlantılı sporları içerir. Aynı zamanda Spor İşçileri Enternasyonali’nin (SWSI) de başkanı olan Deutsch, organizasyonun 1927’deki kongresinde şu önergenin kabul edilmesinde başrolü oynamıştır:

“Kapitalist sınıf, proletaryaya karşı savaşında demokratik ve cumhuriyetçi iktidar biçimlerine karşı faşist saldırı yöntemlerini kullanmaktadır. İşçileri sindirmek için silahlı çeteleri istihdam ediyorlar… İşçi sınıfı kendisini ancak savunma birlikleri kurarak başarıyla savunabilir… Proletaryanın fiziksel gücünün gelişmesine yardımcı olan organizasyonlar olarak tüm ülkelerdeki işçi sporları kurumlarının görevi bu savunma birliklerini mümkün olan her şekilde desteklemektir… Bu tip, birliklerin var olduğu ülkelerde işçi sporları kurumları onlarla iş birliği yapmalıdır. Karşılıklı destek sağlanmalıdır.”[22]

ASKÖ, ülke şartları ve dönemin Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nin de desteğiyle kısa sürede geniş kesimlere ulaşan, Viyana merkezli güçlü bir kültürel hegemonya aracına dönüştü. 300 bine yakın üyeye sahip olan organizasyon, nüfusa kıyasla dünya üzerindeki en büyük işçi sporcu örgütüydü.

Julius Deutsch, 1927’de Sosyalist İşçilerin Spor Enternasyonali’nin (SWSI) başkanlığına getirildi. 2 milyona yakın üyeye sahip olan SWSI, büyük bir ideolojik rekabet içerisinde olduğu, SSCB merkezli Kızıl Spor Enternasyonali (RSI) ile birlikte işçi sporlarının iki lokomotif örgütünden biriydi.[23]

1931 Viyana Olimpiyatları, işçi sporları tarihinin zirvesiydi. 2 bin 500 işçi sporcunun katıldığı oyunlar, 4 bin emekçinin, işçi sınıfının tarihini canlandırdığı gösteriyle başlamış, performans kodaman bir kapitalistin dev başının parçalara ayrılmasıyla sona ermişti. Sosyalist Viyana Konseyinin inşa ettiği stadyum, 100 bin kişiye ev sahipliği yapıyordu. Viyana’da oyunların futbol finali, 65 bin kişi tarafından izlenmişti.

2 milyona yakın üyesi olan SWSI’nin düzenlediği ilk işçi olimpiyatı olan 1925 Frankfurt’ta olduğu gibi, proletaryanın şöleninde milliyetçiliğe yer yoktu. Ulusal bayraklar taşınmadı, ulusal marşlar okunmadı.

1931 Viyana İşçi Olimpiyatları da epey politikti. İşçi sınıfının mesajı taşıdıkları “Faşizm Kızıl Viyana’da asla gol atamayacak” pankartında olduğu kadar netti.

Ne yazık ki görkemli kapanış seremonisinde taşınan “Dünyanın tüm proleterleri sporun etrafında birleşin” mesajı, fiiliyatta hayat bulamaz hâldeydi. Burjuvazi, işçi sınıfının üzerine faşizmi salmaya hazırlanırken dünya genelinde işçi sınıfı siyaseti bölünmüştü. Bu bölünme spora da yansıyordu.[24]

NEDİR (Mİ)?

Buradan bir “spor” olarak “Futbol Nedir?” sorusuna geçersek!

Kapitalist sistemde futbol, 3F formülüne içkindir. Yani Futbol + Fado + Fiesta…

Bu konuda Portekiz’i 40 yıl boyunca 3F ile yönettiğini söyleyen Antonio Salazar’ın itirafını asla unutmayın!

İspanya Diktatörü Francisco Franco da, Barnebau stadı için “150 bin kişilik uyku tulumu” benzetmesini yapmıştı!

1986 Meksika’daki Dünya Kupası’nda stadyumun her tarafına‚ “Gol değil, fasulye istiyoruz” yazan Meksika halkına sorun bir de sorunlarını manipülede futbolun işlevini!

Sonra da 1978’de Arjantin’deki Dünya Kupası ile askeri cunta bağıntılarını![25]

Öncelikle futbol taraftarların, dolayısıyla kitlenin afyonudur! Bir manipülatif illüzyon aracıdır...

Futbol bir rant kurgusuyken; egemen medya da, tüm illüzyonun baş failidir. Tetikçidir…

Statlar/ arenalar bu kurgunun pazarlarıdır.

Kolay mı?

“Stadyumlar birer toplum maketidir. Futbol, içerisinde yapıldığı toplumun bir aynasıdır. Futbol ilk oynandığı andan itibaren ideolojik bir oyundu ve hep öyle kaldı.”[26]

İnsanlar mesai saatinden artan zamanlarda bir şeylerle uğraşması gerekir. İnsan zihni meşguliyet ister. Peki insan boş zamanlarını yeme-içme ve uyuma dışına ne ile geçirecektir?

Kapitalist sistem bu boş zaman için yarattığı alternatifler muazzam derece çoktur. Hepsi tüketime dairdir. Bunlardan biri şüphesiz futboldur. Futbolu elbette yalnızca tüketimle değil bir afyon olarak da açıklayabiliriz.

Futbolun ilk çıkışı ile bugüne gelene kadar kazandığı nitelik birbirine zıttır. Futbol artık tamamıyla rekabete dayalı endüstriyel bir hâldedir. Adeta karşı karşıya gelenler futbolcular değil de milyon dolarlık banknotlardır. Profesyonel futbol bu hâldeyken taraftarlar ne hâldedir?

Artık profesyonel futbol, Çarşı gibi taraftar gruplarıyla da meşrulaştırılacak bir zeminde değildir. Sonuçta destekledikleri takım da milyon dolarlık şirket-kulüptür...

Her şeyi metalaştıran kapitalizm, futboldan da çok yüksek kazançlı bir kitle gösterisi yaratmıştır.

Yaşamlarındaki çıkış yolları tıkanmış insanlar, özellikle genç erkekler de statlara doluşarak, ellerinde takım bayraklarıyla, gürültü çıkaran ses araçlarıyla yapay takım kimliklerini haykırarak bu gösterinin bir parçası olmaktadır.

Eski Roma gladyatörlerinin günümüzdeki ardılları olan futbolcular da bu gösterinin hem ilahı hem de kurbanı olarak rollerini oynamaktadırlar. (Siz siz olun, “Bir ‘savaş modellemesi’ olarak futbol”[27] hakikâtini “es” geçmeyin!)

Her yanı alınır satılır meta olmuş futbol ve piyasası OECD’ye göre kara para aklama alanlarına dönüşürken; suç örgütleri de futbola yatırım yaparak bahis, gayrimenkul gibi sektörlerde hâkimiyet elde ettikleri gibi iktidarla ilişki kuruyorlar.

Yeri gelmişken anımsatalım: Dünyanın en güçlü “mafyası” durumuna dönüşen FIFA’nın söz geçirmediği ülke var mı?

Kirli bir kurum bu FIFA. Dünya Kupası organizasyonunu bu kurum yapıyor. Kirli bir geçmişi var ama asıl bomba 2015’te patlamıştı. FIFA kongresi için İsviçre’de bulunan FIFA yetkililerinden altısı, ABD’nin isteği üzerine tutuklanınca büyük bir skandal ortaya çıkmıştı. 2018 Dünya Kupası’nın Rusya’da, 2022 Dünya Kupası’nın da Katar’da düzenlenmesine karar veren bu altı yönetici kara para aklıyorlarmış meğer. Sadece bu değil tabii. Dünya Kupası’yla ilgili yayın hakları, pazarlama gibi konularda tam 20 yıldır yolsuzluk yapılıyormuş FIFA’da; tutarı 100 milyon dolar bu yolsuzluğun. Suçlamalar arasında tehdit, şantaj, dolandırıcılık da var.

FIFA’nın futboldan başka eğlencesi olmayan yoksul ülkelere, kendi olanaklarını asla sunmamasının nedeni, o ülkelerden rüşvet verecek kimse bulamamaları. O denli yoksul çünkü o ülkeler. Kupa’nın Brezilya’da gerçekleşmesi için aldıkları rüşvetten FIFA’nın Brezilyalı yetkilisi Jose Hawilla’ya da pay verdiklerini bilince insan, Brezilya’lı muhaliflere hak veriyor.

Bu skandal dünyayı sarsarken bir haber de İngiltere’den geldi. Başta HSBC olmak üzere birçok banka FIFA’nın paralarını aklamışlar meğer.

Dibine kadar siyasete de gömülmüş bir kurum bu FIFA. Çok sayıda önemli politikacıya ya da adlarına kurulmuş kurumlara para dağıttığı ortaya çıktı. Bunlar arasında Clinton Vakfı da var.

ABD Adalet Bakanlığı, FIFA’yı bir suç örgütü olarak değerlendiriyor. FIFA’nın 2001-2014 arası toplam 5.7 milyar olan gelirinin yüzde 70’inin Brezilya’da düzenlenen 2014 Dünya Kupası’nın televizyon ve pazarlama haklarından geldiği, burada büyük yolsuzlukların döndüğü belirtiliyor.

FIFA yöneticilerinin 2026 ve 2030 Dünya Kupası’nın yayın haklarını rüşvet karşılığı Globo ve Televisa kanallarına verdiği iddiaları da vardı. Konuyla ilgili açılan davada suçlanan isimler arasında Jorge Delhon adlı biri de bulunuyordu. Buenos Aires’te kendini bir trenin önüne atarak intihar etti.

FIFA yöneticileri rüşvet iddiasını kabul edip savunma yaptıklarında ne dediler biliyor musunuz? “Rüşvet verilen ülkelerde rüşvet bir alışkanlıktır”![28]

Bunlara ek alarak: ‘The Black Sea’ sitesinde yayımlanan ‘Football Leaks’ belgeleri, futbolun nasıl yozlaştırıldığını; federasyonların, yetkililerinin, menajerlerin ve yatırımcıların yaptığı gizli anlaşmaları belgeleriyle ortaya çıkarttı. 3.4 terabaytlık 70 milyondan fazla elektronik belgenin aylarca incelenmesinin ardından, başta FIFA Başkanı Gianni Infantino olmak üzere, birçok üst düzey futbol yöneticisinin de dahil hileli işlemleri barındırıyor. Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’lı sermayedarların sahibi olduğu Paris Saint-Germain FC (PSG) ve Manchester City kulüpleri de finansal doping yoluyla Finansal Fair Pay (FFP) kurallarını ihlâl etme iddialarıyla karşı karşıya kalmış durumda.[29]

Her kim ki “futbol güzellemesi” yaparsa, önceden durup “Endüstriyel futbolun en ileri aşaması: Finansal futbol” gerçeği üzerine düşünmelidir![30]

Futbola “endüstriyel” demek yeterli mi? Hayır! Çünkü Tuğrul Akşar’a göre, “2000’den itibaren UEFA’nın organizatörlüğünde futbol artık finansal bir nitelik kazandı. Futbolda topun şeklinden başka neredeyse her şey değişti.”[31]

Evet futbol bir piyasa yatırımına dönüştü. “Forma renkleri” yerini giderek piyasaların çıkar dünyasının parasal renklerine bıraktı; formalar, şortlar, stadyumlar, futbol liglerinin adları bir çırpıda sponsor firmaların ve çokuluslu şirketlerin adları ile anılır oldu. Futbol (ve her spor) işsiz, umutsuz ve dışlanmış kitlelerin tepkilerini dışa vurabileceği kitlesel arenalara dönüştü(rüldü.) Futbolda yükselen şiddet eğilimi bozulan gelir dağılımının bir yansıması olarak ortaya çıktı.

Sosyologlar tribünlerde ırkçılığın ve milliyetçiliğin yaygınlaştırılmasına dikkat çekerken; taraftarlık da sorunlu insan kalabalığından oluşan patolojik bir vakaya dönüştü.[32]

İŞLEVİ

Yuval Noah Harari’nin, “Milletler ve dinler hormonlu futbol kulüplerine benzer,”[33] saptamasıyla müsemma futbol eğlence, etkinlik ve kapsayıcılık ile birliktelik duygusunu içerir. Ancak sınıfların, yönetimlerin elinde tutsak alınan bir oyundur.

Bilindiği üzere futbol, toplumsal yaşamın sosyoekonomik kaynaklı uyaran-tepki veren sinir uçlarını törpüleyip, duyarsızlaştıran etkili bir afyon/ uyuşturucudur.

Daha çok da ezilen sınıfların kendilerini iyi hissetme ihtiyaçlarından birisi olarak “aidiyet bağı” oluşturma yöntemi ile sınıf çelişkilerinin törpülendiği futbol ile kapitalizm insanları nasıl etkisi altına alabileceğini çok iyi biliyor. Sporu, insanları uyutmak için kullanıyor. Oyuncular, takımlar, yönetimler kendi içerisinde milyarları çevirirken, ezilenleri uyuşturmak için kullanıyor.

Spor yazarı Ali Fikri Işık, “Herkes, işi futbolun imkânlarına dayanmadan masa üstünde kurtarmaya çalışıyor… Stadyumlar paramiliter güçlerin kontrolünde… Statlar hâlâ ‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ sloganları ile çınlıyor. Dünyanın hiç bir yerinde yok ama Türkiye’deki mahalle maçları bile İstiklal Marşı ile açılıyor. Oysa ulusal marşlar sadece ulusal turnuvalarda okunur. Türkiye’de ise şovenizmi, askeri vesayetin egemenliğini diri tutmak, sürdürmek amacıyla bu yapılıyor,”[34] derken; futbol sadece bir oyun değildir. “Bir Mühendislik”[35] ve sermaye sınıfının gelir kaynağıdır aynı zamanda. Dünyanın birçok ülkesinde insanlar açlıktan ölürken, endüstriyel futbol piyasasında bir oyuncu için milyonlar dönüyor.

“İçinde barındırdığı ‘rant’ ve toplumu de-politize etme kurgusu, onu aynı zamanda sıkışan toplumsal muhalif birikimi bir topraklama alanı hâline getirmektedir… Devletin bu kadar stad yapması futbol adına değildir. Onlar için buralar birer uyku tulumudur.”[36]

Yani kafeslenen insan(lık)ın deşarj mekanizması, kitlesel boşalma zeminine dönüş(türül)en futbol sermayedarların oyuncağıdır.

EKONOMİK GERÇEK

“3.5 yılda 443 milyon avroluk transfer”[37] yapılan ve 2017’de “Süper Ligin 1.1 milyar dolar değere koştu”ğundan[38] ya da 2018’de “Süper Lig ekiplerinin 392 milyon avroluk zarar”ından[39] söz edilen veya Süper Lig takımlarının 2017-2018 sezonu yaz transfer döneminde 3 ayda 402 milyon harcadıkları[40] bir sektörden söz ediyoruz.

Uluslararası denetim, vergi ve danışmanlık şirketi PricewaterhouseCoopers (PwC), 2009’da değeri 114 milyar dolar olan dünya spor endüstrisinin, 2013’te değerinin yüzde 3.8 oranında büyüyerek 133 milyar dolara çıkacağını belirttiği endüstrinin 114 milyar dolarlık değeri, 129 ülkenin milli gelirinden daha fazla olduğunu belirtti.[41]

Türkiye’de futbol pastasının on yılda yüzde 290 büyürken;[42] “Arap-Çin sermayesi el ele vererek dünya futboluna yön vermeye başladı.”[43]

Söz konusu hâle ilişkin ‘Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği’ (FIFA), BM ile ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ (OECD) raporlarında futbol için “Yasadışı kazanç peşinde koşanlar ile kara para aklayıcılarının sektöre girdiği”ne dikkat çekiliyor.[44]

Bu tabloda ‘Uluslararası Profesyonel Futbolcular Birliği’nin (FIFPro) ‘Futbolun Kara Defteri’ araştırmasına göre kariyerini Avrupa’da sürdüren her 4 futbolcudan biri, oynadığı ligde şike yapıldığından haberdar![45]

İş bu merkezdeyken; kimse “güzel oyunun” ekonomi-politiğinin anlattığı gerçeğe sırt dönemez, dönmemelidir de!

VE COĞRAFYAMIZ

Eduardo Galeano’nun, “Bugün ne yazık ki, asilce kaybetmektense şerefsizce kazanmanın çok daha iyi olduğunu düşünen taraftarların ve yöneticilerin sayısı oldukça fazladır,”[46] notunu düşmeden edemediği futbolun “Siyasetin Gölgesinde”[47] olduğu inkâr edilemez.

Örneğin coğrafyamızda bir “Futbol federasyonu değil, inşaatçılar birliği”nden söz edilebilir. Futbol Federasyonu, 2009’daki kanun değişikliği ve 2011’deki genel kurul müdahalesi ile futbol dışındaki tüm kesimlerin “boy gösterdiği” mecra hâline geldi.

AKP iktidarının, “futbolu da yönetelim” sevdası, TFF Genel Kurulu’nu müteahhit, holding sahibi, AKP denetimindeki kamu kurumları ve yine AKP’li belediyelerin arka bahçesine çevirirken, 2008’e kadar yaklaşık yüzde 40’lık oy oranına sahip taban birlikleri, yasa ve yönetmelik değişiklikleriyle güçlerini büyük ölçüde yitirdiler. Eski TFF başkanları ve UEFA’daki görevleri nedeniyle genel kurulda “ismen” yer alan futbol insanlarının dışındaki hakem, futbolcu, teknik direktör, amatörler ve engellilerin oy oranı yüzde 12’lere kadar düştü.

TFF’nin yönetim kurulunda holding sahipleri, inşaat ve gayrimenkulle uğraşanlar ön plandayken;[48] ‘Türkiye Futbol Adamları Derneği’ Başkanı Sinan Vardar, “Türk futbolu uçurumun eşiğinde değil, artık uçurumdan yuvarlanmış hâldedir,”[49] demeden edemiyor!

Haksız da değil!

Yani iktidar, yancı sermaye medyası, belediyesiyle, üst yönetimiyle bir takıma bu denli yaklaşırsa, doğal olarak ülkede futbolu yönetenler de o kulübe sıcak bakıyorlar...

“Türkiye’deki mevcut iktidarın bir takımı var mı?”, var! Devlet kaynaklarıyla o takıma modern bir stat yapıldı mı, yapıldı! Devletle iş yapan müteahhit firmalarla Bakanların sahibi olduğu kuruluşlar o takıma sponsorluk adı altında maddi destek sağlıyor mu, sağlıyor! Ve hakemler, neredeyse tüm kural ve teamülleri yerle yeksan etme pahasına, Başakşehir’e sahada kazandırma yarışındalar mı, yarışındaydılar![50] Öyle de oldu!

Erdoğan’ın oğlu Bilal Bey’in Başakşehir’in şampiyonluk atkısı ile stada gelmesi[51] ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Başakşehir’i biz kurduk” diyerek destek verdiği[52] Medipol Başakşehir FK bir AKP eseridir![53]

Arda’yı maç başı, bonus ve diğer ödemeler dahil yaklaşık 10 milyon Avro’ya transfer eden Medipol Başakşehir FK, İBB Başkanvekili damat Göksel Gümüşdağ’a 7 milyona ihalesiz satıldı, stat hediye edildi. Takımın gerçek değeri 80.85 milyon Avro idi![54]

Bu kadar da değil! Dahası da şöyleydi:[55]

Evet futbol gibi sporun tüm alanları da iktidarın at koşturduğu manipülasyon alanlarıdır!

Örneğin Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen 2. Futbol Zirvesi, referandum öncesi siyasi şova dönüşmüştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayırcıları holigana benzetip, “Nasıl futbolun holiganları varsa, hâlâ holigan siyasetiyle netice almaya çalışanların bulunduğunu görüyoruz” derken; dönemin TFF Başkanı Yıldırım Demirören de zirvenin açılış konuşmasını, “Sayın Cumhurbaşkanım daha güçlü Türkiye için 17 Nisan sabahı ‘Evet’ diyen bir Türkiye’ye uyanmak için saygılarımı sunuyorum” diye bitirmişti.[56]

Bir şey daha: Coğrafyamızda spor haberleri zayıftır; salt skor ya da aktüel yönüyle ilgilenilir.

Örneğin… Adana Demirspor’un süper lige çıkmasıyla, kulüp başkanı Murat Sancak arasındaki ekonomi-politik ilişki sorgulanmaz.

Örneğin… Giresunspor’un süper lige çıkmasıyla, kulüp başkanı Hakan Karaahmet ile AKP’li Nurettin Canikli arasındaki ilişki irdelenmez.

Gerek Sancak’ın gerek Karaahmet’in son yıllardaki ticari-siyasi başarılarıyla takımlarını şampiyon yapmaları arasındaki bağlantı incelenmez.

Ki bu iş adamlarının yolu mutlaka medya patronluğundan geçer! Bu iş adamlarının yolu mutlaka kurşunlanma gibi adli vakalardan geçer…

Bu sezon şampiyonluğa oynayan bir diğer takım Samsunspor idi. Kulüp başkanı Yüksel Yıldırım’ın demeçleri spor sayfalarında pek yer bulmadı:

Dedi ki: Murat Sancak biz hangi takımla oynasak teşvik primi dağıttı; rüşvetin belgesi olmuyor…

Dedi ki: Murat Sancak üç senedir çok büyük paralar harcadı, takımını süper lige çıkaramadı, bu yıl gözünü kararttı…

Dedi ki: Neden Samsunsporlu taraftarlar stada giremezken, Adana Demirsporlular bu kadar rahat davranabiliyor? ‘Süleyman Soylu’nun oğlu’ dediler. Emniyet müdürü onların karşısında önlerini ilikliyor. Bunlar açık açık söylendi…

Bu söz üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, şahsına, ailesine ve emniyet teşkilatına yönelik hakaret ettiği ve iftirada bulunduğu gerekçesiyle Yüksel Yıldırım hakkında suç duyurusunda bulundu.

Yüksel Yıldırım, Bakan Soylu’dan özür diledi.

Bu olaydan üç gün sonra medyaya şu haber düştü:

- Liman işletmecisi Yılport Holding’in, Ekvador’da işlettiği Puerto Bolivar Limanı’ndan Türkiye’ye gelmek üzere yola çıkan bir yük gemisinde Panama’da yapılan aramada 616 paket (600 kilogramdan fazla) kokain bulundu!

Yıllardır bu tür haberleri takip ederim; bu haberde ilgimi çeken şu oldu:

- “Liman işletmecisi Yılport Holding…”

Bugüne kadar gemilerde yakalanan uyuşturucu da ”liman işletmecisi” adını ilk kez duydum.

Yılport Holding açıklama yaptı:

- “Dünyanın 10 ülkesinde, 22 adet limanın işletmeciliğini yapıyoruz. Çalıştığımız limanların bazılarında, bilhassa Latin Amerika’daki limanlarımızda, maalesef kaçakçılık girişimleriyle karşılaşmaktayız. Limanlarımızı en üst seviyede kaçakçılığa karşı mücadele ekipmanlarıyla donatsak dahi, yasa dışı örgütler farklı yöntemler deneyerek kaçakçılık faaliyetleri denemektedir. Buna karşılık biz de kolluk kuvvetleriyle eşgüdüm içinde çalışarak, her yıl tonlarca kaçak mal yakalıyoruz ve yerel güvenlik birimlerine teslim ediyoruz.”

Evet, futbol asla sadece futbol değildir! Kaşıdıkça altından neler çıkar neler… Yılport’un sahibi/ Samsunspor başkanı Yüksel Yıldırım’ı tanır mıydınız mesela?[57]

BİR PARANTEZ

Şimdi burada John Boynton Priestley’in, “Kesê ku fikra wî, futbol tenê 22 merivê li pey ajotina topekê bazdan be, tu cudayîyek nîne ji gotina ku keman ji ta û jiya kemanê, Hamlet jî ji kaxiz û hibirê pêkhatîye/ Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet’in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur,” vurgusuyla “Futbol asla sadece futbol olmadığı” babında bir parantez açmamız gerekiyor.

Belki bir zamanlar bir spordu, ama gelinen noktada kesinlikle sadece spor ol(a)mayan futbol, mafyanın kol gezip para akladığı, lümpenlerin statları mesken tuttuğu geçim kaynağıdır…

İkilemlerin oyunu futbol bir endüstridir. Aynı hammaddeleri alıp işleyip ürün olarak satan işletmeler gibi küçük kulüpler gelecek vaat eden genç futbolcuları alıp yetiştirir sonra da büyük kulüplere satarlar. Büyük kulüpler formasından kaşkoluna, televizyon yayınından kredi kartına kadar birçok kalemlerde gelir elde ederler. Her kulüp bir firmadır dolayısı ile. Vizyon sahibi ve iyi yöneticileri olan firmalar bu işten devasa paralar kazanabilirler…

Futbolcu ve teknik direktör için zenginlik kapısı, yönetici için işletme, ticarethane, taraftar için tüketen, köleleştiren bir eğlencedir…

Günümüzün futbolu sportif bir faaliyet ya da bir uğraş olmaktan çıkıp büyük bir ekonomik gücü içinde barındıran bir sektör olarak karşımızda durmaktadır. Futbol, zannedildiği gibi bir spor değil, bir endüstri oyunudur; kâr amacı güden bir sektördür…

“İyi de bu ne demek” mi?

Sporu spor olduğu için yaparız. Anlamı kendindedir. İnsanın bedeniyle kurduğu ilişkidir. Bizim yüzme yarışlarımız, bisiklet binme edimlerimizden farklı olarak bir oyun değil ise, ona spor değil, endüstri denmeli; sektör denmelidir…

Yaygınlığını basitliğine borçlu futbol iğrençlik hâline gelmiş bir oyundur; üzerinde dönen para miktarı arttıkça pisleşen “spor” dalı...

Basitliğinden olsa gerek, yediden yetmişe ilgilenen herkes hakkında yorum yapabildiği modern çağın meydan savaşıdır ve bundandır ki sık sık oyun ve savaş arasındaki çizgi silikleşivermektedir...

Evet, bir yanıyla da Brezilya dizisi gibidir futbol; entrikaların, hayal kırıklıklarının, mutlulukların, aşkların yaşandığı. Hatalar ve haksızlıklar çok yapılır. Tartışmalar, tartışanlar çok olur. Zaten herkes tartışabildiği için bu kadar popüler bu spor dalıdır…

Fanatik ucubelerin, travmatik bozuklukların, bitip tükenmek bilmeyen sonsuz geyiklerin konusu, lolipoptur…

Spor dalları içinde gitgide en çirkini, en kirlisi futbolda etkisiz eleman sadece futbol ya da spor iken; kapitalizmde futbol rekabet, şiddet, holiganlıktır; bir oyun değil, ölüm kalım meselesidir ve halkı uyutmaya yarar…

Spor dışında her şey  -politik güç arenası, üzerinden milyarlar kazanılan bir ticaret, mafyanın güç alanı, kitlelerin afyonu, ırkçılık-milliyetçilik sergisi- olan kapitalist futbol sektörü, aşağı yukarı bütün içindekilerle birlikte, bir soygun ve talan alanıdır; modern dünyanın dini; şiddeti, ırkçılığı, ayrımcılığı, cinsiyetçiliği körükleyendir…

Bir ideolojik söylem olarak milliyetçilik, eşit­lik (“biz”) ve fark­lılık (“ötekiler”) ilişkisinin ürünüdür. Bu ilişkinin, “rakip”, “düşman”, “ezen”, “tâbi” vb. olarak “onlar”a karşı antagonistik bir tarzda eklemlenmesini temsil eder…

İnsanları kanlı; bıçaklı hâle getiren futbol, kitlesel saplantıdır; Antonio Gramsci’nin, “Açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol,” saptamasını tekzip eder.

Modern uyuşturuculardan futbol insanları fanatikleştiren, hırslandıran, kahreden, milli maçlarda millileştiren, topyekûn var olduğumuz, uluslaştığımız, bütünleştiğimiz ya da duygularımızın zıvanadan çıkarıldığı bir “savaş”tır, takımlar arası zapt edilmeyen linç girişimleriyle müsemmadır…

Ve nihayet “Futbol; toplumdaki büyük bir çoğunluk için hayatın anlamı olacak kadar önem kazanmasının en büyük nedeni medya ve devletin desteğidir. Her ne kadar devlet ana, devlet baba denilse de, medya da halk üzerinde büyük etkiye sahiptir. Medyanın destek verdiği her şey halk arasında da rağbet görür. Eğer medya destek vermezse, spor dalları bile çoğunluk tarafından destek göremez.”[58]

“SON”LARKEN…

Hâlâ neyi tartışıyoruz! “Futbol gibi popüler kültürün en büyük rant ve gösteri alanında olabilecekler yıllardır bilinmiyor mu?”[59]

“Dayanışmayı dışlamış, yarışmayı ilke edinmiş bir toplum elbette futbolun hırs, mücadele, karşıtlık yönlerini büyük bir sahadaki düşmanlığa ve şiddete dönüştürür”ken;[60] “Futbol, bir akıl tutulmasıdır ve geniş bir kesim bu tutulmanın kapsama alanındadır.”[61]

Kaldı ki, “Futbol kazanma hırsı olmadan meyve verecek bir oyun değil. Futbolda karşıtlıklar kurulmadan seyircilere keyif vermek mümkün değil. Bu nedenle futbolu izlenebilir kılan, kulüpler arası dayanışma değil, yarışmadır. Yarışmacı ve ‘kutuplaştırıcı’ olan futbolun hayatın içine sirayet edişine bakalım”![62]

İşte o zaman futbolun ne olduğunu anlayabileceğiz…

Diyeceklerimizi, “Biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. Bu tamamen düzmece bir dünya. Bizlere, basit bir oyun oynamamız için milyon dolarlar veriyorlar, ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. Ben sadece futbolcu Almeyda, değilim. Ben bir babayım, bir insanım, bir çiftçiyim. Sadece futbolun içinde kaldığım her gün gerçek Almeyda’dan uzaklaşıp kişiliğimi yitiriyorum,” diyen Jesus Almeyda’nın “itiraf”ına bir haber ekleyerek noktalayalım:

Futbol sahalarında ender görülen hareketlerden bir İspanya’da yaşandı. İspanya Birinci Futbol Ligi (La Liga) ekiplerinden Sporting Gijon’un 25 yaşındaki savunma oyuncusu Javi Poves, futbol dünyasındaki paraya dayalı kirli düzenden bıktığını söyleyerek futbolu bıraktığını açıkladı.

Bu kirli sistemin bir parçası olmaya daha fazla dayanamayacağını söyleyen Poves, “Ben küçükken bu oyunu büyük bir sevgiyle oynardım. Ama şimdi farkına varıyorum ki futbolda her şey para demek. Bu futbol kirlidir ve hepimiz kandırılıyoruz. Afrika’daki, Amerika’daki, Asya’daki insanların ölümleri üzerinden para kazanılan bir sistemin parçası olmak istemiyorum” diyerek profesyonel futbolculuğu bırakma kararını açıkladı.

Profesyonel futbolun para ve sahtekârlık üzerine kurulu olduğunu dile getiren Poves, “kapitalizm ölüm demektir” ifadesini de kullandı.[63]

23 Mayıs 2021 17:53, İstanbul.

N O T L A R

[*] Newroz, Haziran 2021…

[1] Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, çev: Ertuğrul Önalp-Mehmet Necati Kutlu, Can Yay., 2017.

[2] “Futbol: Güzel Oyun”, Cogito, No:63, Yaz 2010, s.5-6.

[3] Bkz: Temel Demirer, Postmodern Müdahale ve Başkaldırı İmkânı (Brecht “Bitti” Futbol “Verelim”!), Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, 1998… Temel Demirer, “Futbol mu? Hayır!”, İnsancıl Dergisi, No:98, Kasım 1998; İnsancıl Dergisi, No:99, Aralık 1998… Temel Demirer, “Gerçekten de ‘Futbol Sadece Futbol Değildir’!”, Eski Dergisi, No:32, Haziran 2004; Eski Dergisi, No:33-34, Temmuz-Ağustos 2004… Temel Demirer, “Spor... ve Futbol... Deyince!”, Sosyalist Demokrasi, No:32, 16 Haziran 2006 ve Mücadele Gazetesi (Almanya), No:194, Haziran 2006… Temel Demirer, “Hâlâ ‘Futbol’ Güzellemesi mi?!”, Odak, No: No:2008/18 (SN:18), Temmuz 2008… Temel Demirer, “Futbolun Ekonomi-Politiği!”, Devrimci Demokrasi, No:179, 1-16 Temmuz 2010; Devrimci Demokrasi, No:180, 16-31 Temmuz 2010; Devrimci Demokrasi, No:181, 2-16 Ağustos 2010… Temel Demirer, “Futbolun Ahvâline Dair Notlar”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014 ve Kaldıraç, No:160, Ekim 2014… Temel Demirer, “Futbol: Gerçek ve Bağlantılarıyla Tartışalım mı, Tartışmayalım mı?”, Newroz, Ekim 2016… Temel Demirer, “Milliyetçilik Virüsü ve Futbol”, Beleştepe Futbol Edebiyatı, No:1, Ağustos 2016…

[4] Mustafa Sönmez, “Futbolu Seviyoruz, Metalaşmayı Sevmiyoruz...”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2010, s.14.

[5] Buket Şahin, “Ayakla Yapamadığımı Kafamla, Kalemimle Yaptım”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2010, s.9.

[6] Hasan Cemal, “Hayatım Futbol Diyenler, Rüyasında Bile Futbol Görenler İçin Her Gün Bir Şenlik!”, Milliyet, 3 Temmuz 2010, s.19.

[7] Bertolt Brecht, “Sporun Krizi”, İşçi Dünyası, No:4, 23 Temmuz 2010, s.6.

[8] M. Fabian Sözmen, “Cinai Şebeke: Spor Endüstrisi”, Evrensel Hayat, 2 Temmuz 2010, s.9.

[9] Terry Eagleton, “Futbol: Kapitalizmin Candostu!”, Birgün, 23 Haziran 2010, s.6.

[10] Adnan Dinçer, “Futbol Kimin?”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2020, s.15.

[11] Ömer Şahin, “AKP En Çok Cim Bom ve Fener’den Oy Alıyor”, Radikal, 11 Mart 2012, s.20-21.

[12] Tuğrul Akşar, Futbolun Ekonomi Politiği, Literatür Yay., 2010.

[13] Cevdet Doğan, “Popüler Kültür ve Spor/ Futbol”, Sosyoloji Notları, No: 4-5, Nisan 2008, s.139.

[14] Adnan Dinçer, “Gerçeklerle Futbol!”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2020, s.19.

[15] Dağhan Irak, “Spor Kapitalizmi, İnsani Olanı Neden Sevmez?”, Evrensel, 15 Temmuz 2012, s.6.

[16] Deniz Gökçe, “Olimpiyatta Kim Ne Kazanır?”, Akşam, 27 Temmuz 2012, s.7.

[17] Deniz Ülkütekin, “Olimpiyatın Karanlık Yüzü”, Cumhuriyet Pazar, No:1377, 12 Ağustos 2012, s.2.

[18] “Olimpiyat Sadece Olimpiyat Değildir”, Jineps, Yıl:5, No:55, Eylül 2013, s.6.

[19] “İngiltere’nin başkenti Londra’da başlayan ‘2012 Olimpiyat Oyunları’ dev bir ekonomi yaratacak. Ürün satışı, sponsor ve yayın hakkı gelirleriyle 7 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşan oyunların İngiltere’ye ekonomik katkısı ise 26 milyar doları bulacak.” (“Londra’da 7 Milyar Dolarlık Oyun”, Hürriyet, 27 Temmuz 2012, s.9.)

[20] Deniz Gökçe, “Olimpiyatların Temel İlkesi Ne?”, Akşam, 29 Temmuz 2012, s.7.

[21] Müslüm Gülhan, “Sporun Kültür İçerikleri”, Birgün, 18 Mayıs 2018, s.14.

[22] Mithat Fabian Sözmen, “Avusturya’da Spor ve Anti-Faşist Hareket”, Evrensel, 3 Nisan 2018, s.15.

[23] Mithat Fabian Sözmen, “Burjuva ve İşçi Sporu Ayrımı”, Evrensel, 20 Mart 2018, s.15.

[24] Mithat Fabian Sözmen, “İşçi Sporları Hareketi -2: İşçi Olimpiyatları”, Evrensel, 27 Mart 2018, s.15.

[25] 24 Mart 1976… Sporun, devlet terörünün yardımına bu kadar ayan beyan koşulduğu son ev sahipliği için 1936 Berlin’e gitmek gerekiyordu. Ancak tüm baskı ve teröre karşın Arjantin’in tamamını susturamıyorlardı. Kayıp yakınlarının akıbeti için Plaza de Mayo’da toplanmayı sürdüren anneler, “Hiç siyasi tutuklu görmedim, Arjantin’de düzen var” diyen Alman futbolcu Berti Vogts gibilere gerçekleri haykırıyordu: “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz.” (Mithat Fabian Sözmen, “Arjantin’de Kanlı Cunta Dünya Kupası’nı Propaganda Silahına Çevirirken”, Evrensel, 29 Haziran 2018, s.15.)

[26] İpek Özbey, “Doç. Dr. Ahmet Talimciler: Stadyumlar Birer Toplum Maketidir”, Hürriyet, 23 Nisan 2018, s.16.

[27] Kıvanç Koçak, “Milliyetçiliğin Bir Av Sahası: Futbol”, Cogito, No:63, Yaz 2010, s.29.

[28] Mustafa K. Erdemol, “Kupa Herkese Paralar FIFA’ya”, Birgün, 8 Temmuz 2018, s.2.

[29] Özgür Kılıç-Mehmet Can Avcı, “Futbolu Sarsan Belgeler”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2018, s.14.

[30] Katar’da 2022’de yapılacak Dünya Kupası hazırlıklarında stadyumları yapan, paraları da ödenmeyen göçmen işçilerden en az 4 bininin öleceği söyleniyor. (Mustafa K. Erdemol, “Kupa Herkese Paralar FIFA’ya”, Birgün, 8 Temmuz 2018, s.2.)

[31] Tuğrul Akşar, Finansal Futbol, Literatür Yay., 2020.

[32] Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) 3. Lig 2. Grupta mücadele eden Cizrespor, sosyal medya hesabından, TFF ve Merkez Hakem Kurulu’na (MHK) karşı güçlerinin yetmediğini belirtip, kendi sahaları ve deplasmanlarda görmüş oldukları adaletsizlik ve ırkçılık sebebiyle ligden çekildiğini duyurdu. (“Amedspor: Benzer Durumlar Yaşıyoruz”, Yeni Yaşam, 5 Şubat 2020, s.3.)

Cizrespor takımı ile Diyarbakır’ın Amedspor takımı gittikleri yerlerde uğradıkları saldırılar ile hakem ve yöneticilerin tutumlarından şikâyetçiyken; saldırıların yanında sürekli cezalar da alan bu iki takımın yöneticileri tüm yaşanılanlara İçişleri Bakanlığı’nın, TFF ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın kulaklarını tıkadığını belirtiyor. Amedspor Başkanı Metin Kılavuz, “Cizrespor’un yaklaşımı bir çığlıktır. Diyarbakır’a, Cizre’ye gelen bir hakemin düdüğünün sesi Ankara’da, Trabzon’da aynı değil” dedi. Cizrespor Başkanı Maruf Sefinç ise “Bu bölgede sporun olmasını istemiyorlar. Doğunun savaşa ihtiyacı yok. Doğunun güzel şeylere ihtiyacı var” diye konuştu. (Kayhan Ayhan, “Doğu’nun Savaşa Değil, Spora İhtiyacı Var”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2020, s.9.)

[33] Yuval Noah Harari, 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, çev: Selin Siral, Kolektif Kitap, 2018.

[34] Tolga Güney, “Herkes İşi Masa Üstünde Kurtarmaya Çalışıyor”, Yeni Yaşam, 17 Şubat 2020, s.3.

[35] Sadık Çelik, “Futbol Mühendisliği ve Toplum”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2012, s.15.

[36] Müslüm Gülhan, “Türkiye’de Futbol Siyasi Bir Oyundur”, Birgün, 25 Mayıs 2018, s.14.

[37] Taner Karaman, “3.5 Yılda 443 Milyon Euro’luk Transfer”, Sabah, 19 Ocak 2019, s.18.

[38] Mehtap O. Ertürk, “Süper Lig 1.1 Milyar Dolar Değere Koştu”, Sözcü, 10 Eylül 2017, s.9.

[39] Emre Deveci, “Süper Lig Ekiplerinden 392 Milyon Avroluk Zarar”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2018, s.9;

[40] Ceyhun Kuburlu, “3 Ayda 402 Milyon Harcadılar”, Hürriyet, 10 Eylül 2017, s.14.

[41] “Sporda, 129 Ülkenin Millî Gelirinden Fazla Para Dönüyor”, Zaman, 20 Haziran 2010, s.8.

[42] Güngör Uras, “Futbol Pastası 820 Milyon Dolar”, Milliyet, 8 Temmuz 2011, s.11.

[43] Engin Esen, “Futbolda Tekeller Dönemi Başlıyor”, Sözcü, 9 Aralık 2017, s.9.

[44] “Kara Para Aklama Aracı Olarak Futbol”, Birgün, 5 Temmuz 2011, s.15.

[45] “4 Futbolcudan Biri, Şikeden Haberdar”, Hürriyet, 7 Şubat 2012, s.18.

[46] Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, çev: Ertuğrul Önalp-Mehmet Necati Kutlu, Can Yay., 2017.

[47] Arif Kızılyalın, “Siyasetin Gölgesinde Futbol”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2020, s.15.

[48] Arif Kızılyalın, “Futbol Federasyonu Değil İnşaatçılar Birliği!”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2018, s.21.

[49] Gürer Mut, “TÜRFAD: Futbol Uçurumdan Düştü”, Cumhuriyet, 22 Mart 2017, s.17.

[50] Arif Kızılyalın, “Canı Hakem Hatalarından Yanmayan Tek Kulüp”, Cumhuriyet Pazar, 17 Mart 2019, s.4.

[51] Arif Kızılyalın, “Bir Başakşehir Hikâyesi!”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2020, s.15.

[52] Arif Kızılyalın, “Saray Desteğiyle Şampiyonluğa”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2019, s.15.

[53] Lider Başakşehir’in Antalyaspor’u tek golle yenerek en yakın rakibiyle arasındaki 6 puanlık farkı koruduğu maça yine hakem hataları ve VAR uygulaması damgasını vurdu. Orta hakem Mete Kalkavan’ın Başakşehirli Robinho’nun rakibine arkadan attığı tekmeye ilgisiz kalması, Emre Belözoğlu’nun rakibine dirsek attığı pozisyonu ve sonrasında karıştığı itiş kakışı kart vermeden geçmesi, son dakikada Doukara’ya yapılan penaltının verilmemesi, futbol dünyasında “Başakşehir’i gizli bir el koruyor” diye yorumladı. (“Başakşehir’i kim Kolluyor?”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2019, s.15.)

[54] Hasan Al, “Başakşehir Bedavaya Gitmiş... Akrabaya ‘Kıyak’ Satış!”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2018, s.17.

[55] Fırat Kozok, “İşte AK Spor Kadrosu!”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.19.

[56] “Futbola Sıra Gelmedi”, Cumhuriyet, 21 Mart 2017, s.17.

[57] Soner Yalçın, “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir”, 12 Mayıs 2021… https://odatv4.com/futbol-asla-sadece-futbol-degildir-12052138.html

[58] Ceyhun Kuburlu-Oktay Özdabakoğlu, “İşte Sosyalist Kartal”, Hürriyet, 5 Eylül 2013… http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=24648112

[59] Karin Karakaşlı, “Bilebilelik Ladesi”, Radikal İki, 10 Temmuz 2011, s.10.

[60] İbrahim Kaya, “Futbollaşan Hayat”, Radikal İki, 29 Mayıs 2011, s.10.

[61] Tayfun Atay, “Futbol Sadece Futbol Değil, Sadece Bir Endüstridir”, Radikal, 22 Kasım 2012, s.37.

[62] İbrahim Kaya, “Futbolda Şike mi Dediniz?”, Radikal İki, 24 Temmuz 2011, s.8.

[63] “Helal Olsun Kardeşim Javi”, Birgün, 11 Ağustos 2011, s.15.