Katar krizi, bıçakların bilendiği yeni bir döneme giriyor. Çünkü Katar’a dayatılan ve on gün içinde kabul edilmesi istenilen 13 maddelik ültimatom yenilir, yutulur cinsten değil. Uluslararası siyasette gelecek için örnek teşkil edecek bir durumla karşı karşıyayız. Buna rağmen muhalif kesimlerde »düşmanımın düşmanı dostumdur« yaklaşımıyla benzer bir girişimin »Erdoğan’ın da başına gelebileceği« beklentileri ifade ediliyor. Emperyalizmin ve bölge despotlarının politikalarını meşrulaştıran bu beklentilere itiraz etmemiz gerekiyor.
Öncelikle sınıf düşmanı olarak gördüğümüz egemen sınıfların kendi aralarındaki kavga ve çatışmaları sulha bağlamak gibi bir derdimiz olmadığını belirtmeliyiz. Her ne kadar egemenlerin böylesi çatışmalarda alacakları darbeleri sınıf mücadelesi lehine kullanmak gerekiyorsa da, egemenler arasındaki çatışmaların ezilen ve sömürülen sınıflar açısından etkilerini dikkate almak zorundayız. Özellikle de emperyalist-kapitalist dünya düzeninde uluslararası ilişkilerde ülkelerin hükümranlık hakları ve bağımsızlıkları konusunda en azından BM Şartının referans alınmasını savunmak zorundayız, çünkü bunlar sadece egemen sınıfların değil, aynı zamanda ezilen ve sömürülenlerin de çıkarınadır.
Elbette burada AKP-Saray-rejimi ile örneğin Türkiye işçi sınıfının veya Kürt halkının çıkarlarının aynı olduğunu söylemiyoruz. Ancak görmeliyiz ki, emperyalist yayılmacılığın önündeki engelleri kaldıran ve bu politikaları dizginsizleştiren her adım, özgürlük ve sınıf mücadelelerinin önüne dikilen yeni engeller olacaktır. Velev ki ezilen ve sömürülenler iktidarı ele geçirsinler, işte o zaman hükümranlık hakları ve bağımsızlık onlar için yaşamsal önem kazanacaktır.
Güncel örnek vermek için Küba veya Venezuela’ya bakalım: Emperyalist güçler BM Şartını çiğneyerek uyguladıkları politikalar, ambargolar ve yaptırımlarla bu ülkeleri dize getirmeye çalışıyorlar. Küba ve Venezuela halklarının geleceği bağımsız kalmalarına bağlıdır. İşte tam da bu nedenle hükümranlık haklarını, bağımsızlığı ve BM Şartı gibi burjuva antlaşmalarını savunmak enternasyonalist dayanışmanın, sınıf ve özgürlük mücadelelerinin olmazsa olmaz gereğidir.
Katar’a dayatılan koşullara Erdoğan’ın karşı çıkması doğrudur. Aynı şekilde ABD’nin Suriye’ye karşı askerî müdahale girişimine Putin’in karşı çıkması da doğru bir tavırdır. Ancak her iki tavrı uluslararası siyasetin »ilkesel doğrusu« olarak nitelendirmeliyiz, Putin veya Erdoğan’ın başında durdukları rejimleri haklı çıkarmak anlamında değil.
Bu bağlamda vurgulanması gereken bir diğer nokta, »aynısı Erdoğan’ın başına gelebilir« yaklaşımının son derece sorunlu olduğudur. Bir kere emperyalizmin getireceği hiç bir çözüm halkların ve çalışan sınıfların lehine olmayacaktır. Emperyalist güçler veya işbirlikçi despotlar arasındaki çelişkilerden faydalanmak başka bir şeydir, emperyalizmden umut beklemek başka bir şey. Erdoğan temsil ettiği sınıfların çıkarına hareket ederek Katar’a destek çıkıyor. Hareket noktası bizim için ne denli yanlışsa, karşı çıkışı ilkesel olarak o kadar doğrudur. İtirazımız, ilkesel doğruları ve emperyalist çıkarlara stepne olunmamasına dikkat edilmesini anımsatmak içindir.
1 Temmuz 2017