Bilindiği gibi Efrin ve çevresi önemli bir Alevi yerleşimidir. Buralarda yaşayan Aleviler, daha çok Maraş, Malatya ve Adıyaman bölgesinin Alevilerinin bir parçasıdırlar. Adıyaman, Maraş ve Malatya Alevilerinin Efrin ve çevresindeki Alevilerle çok yakın ilişkileri bulunmaktadır. Hem birbirleriyle sosyolojik olarak yakınlıkları, akrabalıkları bulunmakta, hem de inançsal olarak aynıdırlar.
Aslında Efrin’ den başlayarak, Kayseri- Sarız, Sivas-Gürün, Maraş’ın Afşin, Elbistan, Göksün, Nurhak ve Pazarcık ilçelerine kadar uzanan bir hatta yaşayan Aleviler, aynı inancın yanında, aynı sosyo- kültürel özellikleri paylaşan bir toplulukturlar. Üstelik bu toplumsal yapı, sıradan bir topluluk olmadığı gibi söz konusu bölgenin en etkili topluluğunu oluşturmaktadır.
Kürdistan dört parçaya bölünene kadar bu topluluk birbirleriyle her türlü sosyal bağı yaşamakta, inançlarını birlikte yaşamakta, cemlerini birlikte yapmaktaydılar. Elbistan Kantarma dedelerinden Küçük Mehmet Mustafa Dede’nin o bölgeye cem yapmaya gittiği bilinmektedir.
Bundandır ki Maraş’ta, Malatya ve Adıyaman’da yaşayan tüm Alevilerin her birisinin bir Halep hikayesi vardır. Herkesin nenesinden-dedesinden dinlediği, biraz Uzakdoğu masallarının tadını veren Halep hikayeleri, gizemli birer hazine gibi saklanırdı hafızalarda. Oysa ki bu hikayelerin her birisi, dün kadar yakın bir zaman diliminde yaşanmışlardı ve sahiciydiler. Onları anlatanlar başkalarının anlattıklarını nakletmiyorlardı, birebir yaşamışlardı.
Ne olduysa, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesiyle oldu. Kürtler arasında ulusal birliğin ortaya çıkmasında korkanlar, kan ve gözyaşı içinde paramparça ettiler, Kürdsitan’ı. Ondan sonra bütün yaşanmışlıklar masal, bütün anlatanlar yaşamamış masal kahramanları haline geldiler. Hayatın içindeki birliktelikler, dostluklar ve kutsal ayinler, parçalandı. Geçmiş kirletildi, gelecek gasp edilmek istendi.
Buna rağmen 1940-1950’lere kadar ilişkiler kopmadı, kopartılamadı. Bu yıllara kadar devam eden ilişkiler, bu tarihten sonra sınırların daha güçlü denetlenmesinin sonucunda kesintiye uğramış, sürdürülemez hale gelmiştir. Kürtlerin birliğini, güçlenmesini istemeyenlerin arzusu yürürlükteydi.
Buna rağmen ne orada yaşayan Aleviler, Aleviliğini devam ettirmekten vazgeçtiler, ne de Maraş’ta, Malatya ve Adıyaman’da yaşayan akrabalarını inançdaşlarını unuttular. Onların unutmadığı bu birlikteliği, Maraş, Malatya ve Adıyaman’da yaşayanlarda unutmadılar. Birbirlerinin varlığını, çok anılmayan acı bir sızı olarak taşıdılar yüreklerinde.
O nedenle Erdoğan’ın ve Türk devletinin Afrin’e yaptığı bu işgalci saldırı, aynı zamanda Alevilere ve Aleviliği yapılmış bir saldırıdır. Zaten Erdoğan’ın katliamcı faşist politikaları açısında Alevilerin ve Aleviliğin imha edilmesi özel ve önemli bir anlam taşımaktadır. Sadece bu nedenle bile Erdoğan’ın Afrin’e saldırısını, Alevilere ve Aleviliğe yönelik bir saldırı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır.
Yıllardan beri, yaygınlaştırılarak etkili kılınmak istenen, tehlikeli bir algı oluşturulmak istenmektedir. Sanki bu devlet, sadece “Kürtlere veya sanki, özgürlük için mücadele eden devrimcilere düşmanmış, Alevilerin dostuymuş ve onların haklarını vermek istiyormuş” gibi bir “algı oluşturma” çalışmasıdır söz konusu olan. Buna karşın Alevi toplumunun çok büyük kısmının devleti yönetenlerin zihniyetini, “yezit zihniyeti” olarak mahkûm ettiği bilinmektedir. Ancak üzülerek de olsa tespit etmek gerekir ki, belirtilen “algı oluşturma” çalışmasından etkilenen, devletin katliamcı politikalarına karşı net bir tutum içinde olmayan, yanlış ve zararlı anlayışın etkisinde bulunan ve kendisine Aleviyim diyen bir kesimin varlığı da bilinmektedir.
Halbuki bu devlet ve özellikle Erdoğan’ın yönettiği yeni İŞİD devleti, Kürtlerden daha az olmayan ölçüde Alevilerin ve Aleviliğin düşmanıdır. Bu devleti yönetenlerin, Kürtleri ezebildikleri ilk fırsatta Alevilere ve Aleviliğe çok daha vahşi ve toplu saldırılarda bulunacağından hemen hemen herkes hemfikirdir.
Öte yanda ve mevcut durumda, bu olumsuzluklarla birlikte Alevilik ve Aleviler, önemli sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bütün örgütlülüklerine rağmen Aleviliğin ve Alevilerin kendilerini savunmak açısından önemli handikaplarının olduğu ortadadır. Devlet ve devletin siyasal dünyasıyla yaşanan zihinsel- siyasal bağlantılar ve etkiler, devletin geliştirdiği bütün düşmanca politikalara rağmen, devam etmektedir. Alevilerin yaşanan keskin mücadele koşullarına uygun bir hazırlıkları ve donanımları bulunmamaktadır.
Bu koşullarda Efrin’in Türk ordusu ve Erdoğan zihniyeti tarafında işgal edilmesi, Alevilik açısında çok önemli bir kırılma yaratacak ve Aleviliğin kendi öz değerleriyle yaşaması ve geleceğe taşınması, diğer zorluklarla birlikte değerlendirildiğinde, hayli zorlaşacaktır. Hem coğrafi olarak, hem sosyo- kültürel olarak Aleviler ve Alevilik, varlığını korumak ve sürdürmek açısında çok zorlu bir sürece girecektir. Hiç kimse, “böyle bir şey olmaz” diyerek rehavete kapılma hakkına sahip değildir. Böyle bir öngörüsüzlüğe düşmek tarihi yanılgı olmaktan öte, hayati bir yanlışlık olacaktır. Tarih, sosyolojik olarak, kaybolmuş binlerce inançla doludur.
İşte bu nedenle, bugün Efrin’e yapılan saldırıya karşı Alevilerin her yolu deneyerek ayağa kalkması bir tercih değil, hayatı bir zorunluluktur. İnsanlık açısında yaşaması ve yaşatılması gereken Alevilerin ve Aleviliğin, bu amacını gerçekleştirmesi, bugün Efrin’e kararlılıkla sahip çıkılmasını gerektirmektedir. Efrin’in özgürlüğü, Alevilerin ve Aleviliğin özgürlüğü anlamını kazanmıştır.
Kaldı ki Aleviliğin inançsal boyutu açısından da Efrin’e saldırı, Aleviliğe yapılmış bir saldırı olarak kabul edilmek durumundadır.
Bunun için Efrin’e karşı sürdürülen işgalin püskürtülmesi, Alevilerin temel sorunu olarak ele alınmalıdır. Hiçbir Alevi, Efrin savunmasını, “başkasına” Kürtlere, yardımcı olmak veya insani bir “savaş karşıtlığı” olarak ele almamalıdır. Değerlerine bağlı, değerlerini satmamış olan tüm Aleviler, Efrin’e yapılan işgalci saldırıyı doğrudan kendisine yapılmış katliamcı bir saldırı olarak kabul etmeli ve bu çerçevede ele alarak, her alanda ve her biçimde bu işgale karşı mücadele etmelidir. Ancak bu yolla Aleviliğe hizmet edilmiş, ancak bu yolla Alevi değerlerine bağlı bir yaşam sürdürülmüş olunacaktır.
Dolayısıyla Alevilerin Efrin işgal girişimine karşı alacağı tutumu bu can yakıcı gerçekler üzerinde düşünmek gerekiyor. Bu nedenle de Efrin saldırısına karşı Alevilerin güçlü bir tepkiyi ortaya koyması gereklidir, önemlidir ve anlamlı olacaktır. Bugün Aleviliği savunmak, Efrin’i savunmakla özdeşleşmiş durumdadır. Efrin özgürleşmeden Aleviliğin kurtulması mümkün olmayacaktır.
Gün, Alevi halkının bir bütün olarak, Baba İshak’laşmasının, Pir Sultan’laşmasının, Kalender Çelebi’leşmesinin, günüdür. Tarih, bir kez daha Alevilerin önüne insanlığı savunma görevi koymuşsa, Alevilerde “başım gözüm üstüne” diyecek, bir kez daha Yezit’e dünyayı dar edeceklerdir. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” demiş ya şair, hiç kuşku olmasın, dağlar da zafer de halkların olacaktır.