Z kuşağına bugünlere nasıl geldiğimizi anlatmalıyız, diyen burjuva politikacıları haklı. Z Kuşağına, bugünlere nasıl geldiğimiz, “Akıllı ol!” diye vurulan coplar botlar, yumruklar tekmeler ile sıkılan biber gazları, plastik mermiler eşliğinde anlatılmaktadır.
Eski dönemlerde, üniversitelerin tepesinde gezinen, cuntacıların kurduğu YÖK yokmuş. Biz, karşı çıkıyor göründüğümüz YÖK ile ÖSYM'nin başına “beraber yürüdüklerimizi” getirdik. Cevap anahtarlarını, “dindar ve kindar” öğrencilerimize dağıtarak mektepli yaptık.
Eski dönemlerde, zaten işe yarar üniversiteler, akademiler, fakülteler yokmuş. Biz, her ilçeye bir tane kurdurmak yetmeyince, özel vakıf üniversitelerinin furya halinde açılması kampanyasını başlattık.
Eski dönemlerde, üniversitelerin başına seçimle gelen rektörler seçilirmiş. Biz, “demokrasi gerektiğinde kullanılan bir araçtır” pragmatizmimiz gereğince, bu tür seçimleri kaldırıp, “kayyumluk sistemini” getirdik.
Eski dönemlerde, üniversitelerin özerkliğinden, akademik-demokratik haklardan söz edilirmiş. Emniyet güçleri rektör izin vermeden üniversite yerleşkelerine giremezmiş. Biz, bu saçmalığa son verip, tersini yaptık. Eğitim yuvalarını kışlalara benzettik.
Eski dönemlerde, teröristler üniversitelerde fink atar, akademik-demokratik mücadele adı altında her işe karışırlarmış. Biz, bunun da önüne geçtik. Üniversitelerin içini boşalttık, gıkı çıkan muhalif öğrencileri, soruşturmalar açtırarak okullarından attırdık.
Eski dönemlerde, öğrenci gençlik dernekleri/federasyonları, sosyal kulüpler faaliyet gösterirlermiş. Biz, bunları kapatıp, bunların yerine Tügva, Türgev, İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfı, Önder ve Türkiye Diyanet Vakfı gibi vakıfları kurduk. Milli Eğitim Bakanlığı'nın görevlerini bu vakıflara devrettik.
Eski dönemlerde, imam hatip liseleri ile ilahiyat fakültelerinin sayılarının en üst sıralara çıkarılmasına önem verilmezmiş. Biz, imanımızın geliştirilmesi uğruna bu çarpıklığa son verdik. 2002 yılında sayıları 450 olan imam hatip sayısını 6 bine, öğrenci sayısını ise 64 binden 1.5 milyona çıkardık.
Eski dönemlerde, Diyanet İşleri'ne ayrılan bütçe de çok yetersizmiş. Biz, “dindarlığı” hedefledik. DİB bütçesini 11.5 milyar TL yaparak, 8 bakanlığın bütçesinin üstüne çıkardık. Diyanet istihdamını 150 bine çıkararak, Sağlık Bakanlığı'na bağlı hekim sayısına 50 bin fark attırdık.
Eski dönemlerde, bir bakan “Ben üniversite mezunlarına iş bulmak zorunda değilim,” diyemezmiş. Biz, büyük bir cesaretle üniversite diplomalı gençlerimizin üçte birini işsiz bırakarak, çalışmanın kutsallığının farkına varmalarını sağladık.
Eski dönemlerde, öğretmen maaşları MEB bütçesine çok ağır yük oluştururmuş. Biz, bütçeyi bu ağır yükten de kurtardık. Sözleşmeli öğretmenliği icat ettik. Öğretmen ataması yapmadığımız gibi, muhalif akademisyenleri de KHK'arla kapı dışarı ettik. Öğretmenlik ile akademisyenliği maddi ve manevi açıdan değersizleştirdik.
Eski dönemlerde, devalüasyon yüzde 15-20 oranlarına ulaşınca hükümetler düşermiş. Biz, Merkez Bankası'ndaki 130 milyar doların nereye gittiği sorularına bile yanıt verme gereği duymadık. “Düşmez / kalkmaz iktidar” sistemini yarattık. Devalüasyon, enflasyon, ekonomik kriz, siyasi kriz, faiz gibi gereksiz kavramları sözlükten çıkarttık.
Eski dönemlerde, işsizlik ve enflasyon oranları yüzde 10'ları geçince, muhalifler ortalığı ayağa kaldırırlarmış. Biz, bu rakamların yüzde 10'un üzerinde açıklanmasına izin vermeyecek yöntemler keşfettik. Merkez Bankası, TÜİK... gibi kurumların başına atadığımız “yetkisiz yetkililer,” ülkemizde enflasyon ve işsizlik sorunu olmadığını demeçlerini verdiler. Gençlerin iş beğenmemelerinden dolayı işsiz gözüktüklerini açıkladılar.
Eski dönemlerde, yoksullaşma, açlık, sefalet, karaborsa gibi sıkıntılar yaşanırmış. Biz, sıkıntıların tümünü ortadan kaldırdık. Avrupa yoksulluk ortalaması yüzde 6.9 iken, Türkiye'de bu oranın yüzde 26.5 olduğu açıklamaları yalandır.
Eski dönemlerde de, ayaktakımı ile yukarıdakiler arasında gelir uçurumu varmış. Biz, “ayaklar baş olamaz” temel anlayışımız doğrultusunda bu uçurumu derinleştirdik. En yüksek gelir düzeyine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı payı yüzde 50'ye çıkardık. En alt düzeydeki yüzde 20'lik grubun payının yüzde 6'lara gerilediği açıklamaları ise, terör odaklarının klasikleşmiş yalanıdır.
Eski dönemlerde, sendikalaşma ve toplu sözleşme türü yanlışlıklar yapılırmış. 1980 yılında işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 40 imiş. Biz, 14 milyon işçinin sendikalaşma oranını yüzde 14'ün altına düşürdük Hedefimiz sendikalaşmayı da sıfırlamaktır.
Eski dönemlerde, cunta işbaşına geldiğinde dış borçlar toplamı 14 milyar dolarmış. Biz, “Borç yiğidin kamçısıdır,” sözüne bağlılığımızı ispatlayarak 450 milyar dolara yükselttik. Dünyaya gözünü yeni açan bebekleri bile yirmişer bin lira borçlu doğar hale getirdik ki, borç kamçısını yedikçe yiğitleşsinler.
Eski dönemlerde, sanat camiasında “elitler” varmış. Biz, bu elitlerin defterini dürüp çöpe attık. Cehaleti erdemleştirdik. “Beklediğimiz sanatçı, slogan atarak kendini göstermeye çalışmayacak,” demecini vererek “şakşakçıları” öne çıkardık.
Eski dönemlerde, “devletçi” kafalar Türkiye'yi “kendi kendine yeten ülke” olarak tanıtırlarmış. Biz, serbest rekabet ve küreselleşme döneminde böyle olamayacağını gösterdik. Tarım ve hayvancılığa ait herşeyi dışarıdan ithal edebilecek kadar zenginleştik.
Eski dönemlerde, ülke nüfusunun en az yarısı kırsal kesimde yaşarmış. Biz, müteahhitlerimize rant sağlamak amacıyla köylüleri kentlere çağırdık. Övünerek söyleyebiliriz ki, bugün ülke nüfusunun sadece yüzde 7'si belde ve köylerde yaşamaktadır. BU politikalarımızla köylülüğü de ortadan kaldırıp, sıfırlayacağız.
Eski dönemlerde, TBB, TMMOB, Barolar, sendikalar, demokratik kitle örgütleri... ciddiye alınırmış. Biz, kamu düzenini ayaklar altına alıp, devletin bekasını tehdit eden muhalif yapıların köküne kibrit suyu ekmekteyiz. Muhaliflik yapan her kurum ve kuruluşu “çoklulaştırıp”, başlarına kayyumlar atamaktayız.
Eski dönemlerde, “güçler ayrılığı” denen bir prensibe inanılırmış. Biz, “aramızda ayrılık/gayrılık olmaz” deyip, her şeyi Saray'a bağladık. Hatta, “Anayasa Mahkemesi'nin kararına saygı duymak zorunda değiliz,” demecini vererek AYM'yi de saf dışı ettik.
Eski dönemlerde, “Yollar yürümekle aşınmaz” demeci veren devlet adamları varmış. Biz, bunun devlet adamlığına yakışmadığı düşüncesiyle yürüyüş yapılan bütün yolları trafiğe kapattık.
Eski dönemlerde, 15-16 Haziran, 1 Mayıs mitingleri, Yeni Çeltek, Profilo, Aliağa, Kavel, Paşabahçe... gibi ipe sapa gelmez şeyler olurmuş. Biz, isyankarlığın bize yakışmayacağını düşünerek grev, boykot, direniş, miting, gösteri türü, demokratik tüm hakları, özgürlükleri yasakladık.
Aklımıza gelen her şeyi yasakladık yasaklamasına da... şu Gezi Direnişi nereden çıktı ona aklımız ermedi. “Gezi Direnişi” rüyamıza girdiğinde, kan ter içinde uyanıyoruz. Bu da yetmezmiş gibi, şimdi de başımıza Gezi'nin yeni versiyonu türünden “Boğaziçi Direnişi” çıktı.
Aşağı bakmayıp yüzleri gökyüzüne çevirmekle bir yere varılacağı sanılmasın. Çünkü biz, yeni bir kararnameyle, gökyüzüne bakmayı da yasaklayıp, aşağı bakmayı zorunlu hale getireceğiz.