İnsan evladı garip bir yaratık. Evrimleşen sadece dış görünüşümüz, zihinsel ve duygusal donanımlarımız değil, aynı zaman da dilimiz de. Önce özürlü sözcüğü rafa kaldırıldı. Sonra engelli. Bugünlerimdeki tanımlama “yeti yitimi”. Almancada da artık entegrasyon yani uyum yerine inklusion- kaynaşma tercih ediliyor. Sözcüklere takılmayalım yapılanlara bakalım demek bir başına yetersiz. Bazen doğru bir tanımlama, sihirli bir sözcük kalplerde ve zihinlerde kapalı, varlığı unutulmuş nice kapının açılmasına vesile olabilir. Bu anlamda engellilerin dünyasını iyi ve usta bir şairden daha iyi kimseler aktaramaz diyenler galiba haklılar. Bir de bizzat tabi kendileri kendilerine en iyi anlatıp yansıtabilirler.
Engellilerin yaşamını biz engelsizlerin kolaylaştırması, mevcut engellerinin en aza indirilmesi için çabalamamız gerekliliği hem ahlaki bir zorunluluk, hem de çağdaş ve uygar insan olma anlamında onur meselesi diye adlandırılmalı. Ama modern kapitalizmin insan ilişkilerinde dayattığı her koyun kendi bacağından asılır, yalnızlık mutluluktur, cimrilik harikadır ve benzeri bir sürü yalan ve yanlış söylem nice bilinçleri zehirlemeye son hızla devam ediyor. Kabalık, bencillik, domuzluk ciddi anlamda sahip olunması gereken erdemlermiş gibi bilinçaltlarına pompalanıyor.
Salt bir birey olarak insanın yapabilecekleri sınırlı, çapı ve çeperi belli. Bu anlamda sıradan vatandaş olarak, sorumluluk sahibi bir birey olarak engelli insanlarla dayanışmak, onlarla bir araya gelmek, onların örgütlülüklerine destek sunmak, hatta bizzat katılmak zorunluluk. Bunu salt merhamet gösterme, yalandan ilgi, kendi vicdanını rahatlatma gibi yüzeysel yaklaşımlarla değil onların yerine kendimi koyarak en iyisini yapabileceğimiz kanısındayım. Hani kendimize nasıl davranılmasını istersek öyle davranmak gerek benzeri.
En başta yasalar, akabinde her türden resmi, yarı resmi, gayri resmi kurum ve kuruluşlar, her cinsinden sivil toplum örgütleri, okulların her türü, hemen her işyeri, eğlence, spor, kültür ve sanattan tutalım, hukuk, bilim, teknoloji dünyası engellilerin yaşamını kolaylaştırmayı doğal ve olmazsa olmaz olarak kabullenmek, benimsemek, içselleştirmek zorunda. Böylesine doğal ortamlarda yetişen yeni nesiller aramızdaki en büyük engelin kendimiz olduğunu bilen kafalarla yetiştiklerinde sorunun en önemli kısmı çözülecektir tahmin ediyorum.
Bizde en çok kirletilen sözcüklerden biri “hoşgörü ”dür. Ben şahsen bu sözcüğün bizdeki her kullanımında boşgörüden bahsediliyor derim. Batı da, en azından içinde bulunduğumuz toplumda engellilerin birçok hakları yasalar nezdinde koruma ve kollama altına alınmış vaziyette. Hemen her yıl toplumsal duyarlılık artarak daha da yaygınlaşıyor. Biz ise neredeyse engelli insanlara bile milliyetçilik aşılamakla, bilmem hangi siyasi demagojinin onu kurtaracağı yalanının propagandası ile meşgulüz.
Engellilere tabiki iş, en yakışık alan çalışma koşulları, ekonomik bağımsızlıklarına kavuşmaları yolunda düzenlemeler istenmeli. Ama engeli olmayanların sahip olduğu her türlü örgütlenme, yasalar nezdinde koruma altına alınmış haklar ve özgürlüklerden yararlanma hakkı da yanında sunulmalı. Öbür türlüsü engellinin de sömürülmesi dışında başka anlama gelmez.
Sonlarken kişisel arzum her anaokulunun, kreşin, okulun, üniversite ve yüksekokulun, belli bir sayıdan sonraki her türden işyerinin, her evin, mahallenin, hayatın her alnındaki her türden sosyal bir oluşumun belli bir sayıda engelli insanı bağrında barındırması yasalar nezdinde garanti altına alınmalıdır. Bu kural ve işleyişe uymayanlar hem toplumsal anlayış olarak kınanıp ayıplanmalı, hem de yasal ve cezai işlemlere tabi tutulmalıdırlar. Hangi birimiz, kendimizin veya bir yakınımızın yarın engelli olmayacağını iddia edebilir?