“Sınıf mücadelesi olmadan yapılan
çevrecilik sadece bahçeciliktir.”[1]
Çoğunluk bir ‘Anksiyete Çağı’nda olduğumuzdan; Yahya Kemal’in dizelerindeki üzere “Dönülmez akşamın ufkunda” olduğumuzdan söz ediyorken; iklim krizi siyasi gündemin tam ortasında yer alıyor.
Yerkürenin dört bir yanından kuraklık, yükseldikçe yükselen sıcaklık, sel, orman yangını, gıda sorunu, enerji krizi, iklim krizi ile okyanusların asitlenmesi, insan sütünde mikroplastiğe rastlanması, eriyen buzullarla aktifleşen virüslerden kaynaklanan olası salgınlar…
İklim krizini körükleyen fosil yakıt tüketiminin önlenememesine bağlı olarak kutuplardaki buzulların çözülmesi, okyanuslardaki kirlilik, soluduğumuz havadaki zehirli maddeler salt bugünümüzü değil, geleceğimizi de tehdit eden olgular olarak karşımızda duruyor!
Stephen Hawking’in, “Nükleer savaş, küresel ısınma ve genetik olarak tasarlanan virüsler! 100 yıl içinde dünyayı terk etmeliyiz. 2117 yılına kadar dünyayı terk edin!” notunu düştüğü tabloda; “Bu soru(n)lar benim kapıma dayanmadı,” deme lüksüne sahip değiliz!
En azından iklim krizinin yol açtığı fiziksel negatifler dışında, tüm bunların psikolojik sağlığımıza da yoğun etkileri var.
Kolay mı? ‘Human Reproduction Update’deki bir makalede insanlığın geleceğini tehlikeye atabilecek doğurganlık krizine dikkat çekiliyor; buna göre, 1973-2018 kesitindeki veriler incelendiğinde insan(lık)ın sperm sayıları her yıl ortalama yüzde 1.2 oranında geriledi. Yani yerküre genelinde erkeklerdeki sperm sayısı 50 yılda yarı yarıya düştü ve 2000 yılından bu yana da azalma hızı iki kattan fazla arttı.
Konuya ilişkin olarak önlem alınmazsa insan ırkının sonunun gelebileceğini vurgulayan Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Hagai Levine, “İklim değişimi gibi farklı yerler farklı miktarda etkilenecek ama genel anlamda küresel bir sorun ve o şekilde ele alınmalı,”[2] diyerek ortada çok büyük bir soru(n) olduğunun altını ısrarla çiziyor.
Özetle “Kriz Kâhini” diye adlandırılan Nouriel Roubini’nin ifadesiyle, “dev tehditler çağı”ndayız: Sürdürülemez kapitalizm adaletsizliği derinleştirip, yaygınlaştırırken; kutuplaşmalar körükleyip hem gezegende, hem de insan(lık)da büyük tahribata yol açtı. İnsan(lık)ı yabancılaştırarak ekolojik duyarlılığı, etik değerleri aşındırdı.
Bunların nedeni elbette sürdürülemez kapitalist yıkım. (Bunun aksini düşünenlere tavsiyemiz, “Bundan sonrasını okumayın,” olacak!)
SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİZM
Murray Bookchin’in, “Yaşananlara bakıldığında, kapitalizm ekolojik bir kanser olduğunu ispatlamaktadır,” ifadesindeki üzere, çok net değil mi?
Sürdürülemez kapitalizmin insan(lık)a ne önereceği bir şey, ne de söyleyebileceği bir yalan kalmadı.
Her şey çok net: iklim krizi ekolojik yıkımı derinleştiriyorken; insan(lık)ın geleceğini riske atıyor. Tam bir iflas söz konusu!
Evet sürdürülemez kapitalizm III. Büyük Bunalımı ile cebelleşiyor. Söz konusu kriz, yalnızca ekonomik alanda hüküm süren bir kriz olmanın ötesinde çok boyutlu bir gerçekliktir. Ücretli kölelik sisteminin tarihsel krizi, iktisadi alandan siyasal alana, bilim-kültürden uluslararası diplomasinin çöküşüne, uzanan; emperyalist savaş ve burjuva devletlerin otoriterleşme eğiliminden gündelik yaşamın tüm boyutlarına varlığını hissettiriyor. Kuşku yok ki onun son derece önemli boyutlarından biri de ekolojik krizdir.
“İklim krizi”, küresel ısınma vb. kavramlarla ifade edilen gerçeklik, ekolojik krizin yansımalarıdır. Mesele yalnızca küresel ısınmaya bağlı olarak dillendirilen “iklim krizi”nden de ibaret değildir. Yaşanmaz hâle gelen kentler, muazzam bir çevre kirliliği, temiz su kaynaklarının ve havanın alabildiğine kirlenmesi, ekilebilir toprakların giderek çoraklaşması, kuruyan nehir ve göller, denizlerin ve okyanusların can çekişmesi, yok edilen canlı türleri, kimyasal ve radyoaktif atıklar, kasıtlı yakılan ya da kasten söndürülmeyen devasa orman yangınları da bu ekolojik kriz tablosunun parçalarıdır.
Özetle, kapitalizm insanlığı her açıdan felâketin eşiğine taşımıştır.
Ekolojik krizin Joel Kovel’in deyimiyle, “etkin nedeni kapitalizm”[3] iken; sürdürülemez kapitalizmden mündemiç ekolojik kriz, tümüyle kapitalizmin krizidir.
Söz konusu güzergâhta ekoloji yaşamsal bir siyasi soru(n) hâline geldi. Sorumlusu, kapitalizmin “sonsuz sermaye birikimi” hırsı!
Unutulmasın: Sermayenin ilksel birikiminin temelinde aynı zamanda doğanın zalimce talan edilmesi vardır ve Karl Marx bunu ‘Kapital’de ortaya koymuştur. Dolayısıyla tarih sahnesine çıktığı andan itibaren kapitalizm, doğayı talan etmekte ve sömürmekte sınır tanımadı. Ancak kapitalizmin yükseliş ve gelişme dönemlerindeki tahribat, hiçbir zaman bugünkü düzeyde hissedilmedi ve görülmedi. Kapitalizmin tarihsel sistem krizi döneminde sömürü düzeninin doğada yarattığı yıkım şiddetlenerek hızlanmış ve son 250 yıllık dönemde kapitalist üretim biçiminin yarattığı doğadaki bozulma bir kırılma noktasına yükselmiştir; nicelik niteliğe dönüşmüştür. Küresel iklim değişikliğinin çok daha yıkıcı sonuçlarla kendini dışa vurması ile kapitalizmin tarihsel krize girmesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Geldiğimiz evrede artık karşımızda bir ekolojik kriz bulunmaktadır.
XXI. yüzyılda doğayı yok eden ve doğayı yok ettiği ölçüde insanlığı da yok ederek tehdit eden kapitalist üretimin yol açtığı ekolojik kriz kontrolden çıkarken; her yeni günün sabahına, daha karmaşık, düzensiz ve kirlenmiş bir dünyaya kapı açılmaktadır. “Kötülüğün kökü sistemde yatıyor, bu facianın nedeni, sonsuz şekilde genişleyen sermaye ve frenleri patlamış aşırı üretim ve tüketim iklimi.”[4]
“Doğası gereği kapitalizm sürekli olarak büyümek zorunda olan bir üretim tarzıdır, uygarlıktır. Her seferinde daha çok üretme zorunluluğu var. Durmak da yavaşlamak da yok…
Asla bana bu kadarı yeter, burada durayım demez…
Büyümeden varlığını sürdüremez. Aşırı üretim de aşırı tüketimle mümkündür. Şimdilerde üretilen şeylerin dörtte üçü (3/4) ya gereksiz ya da zararlı…
Bu durum, kapitalizm dahilinde üretimin ihtiyaçlara yabancılaşmasının, kullanım değeri değil, mübadele değeri üretilmesinin sonucudur…
Siz burunlarından kıl aldırmayan burjuva iktisatçılarının, akademik iktisatçıların ve burjuva politikacılarının söylediğine bakmayın. Onlar kapitalizmin gelmiş-geçmiş en rasyonel sistem olduğu nakaratını dillerinden düşürmezler…
Öyle rasyonel bir sistem ki, dünyayı yaşanamaz bir yer hâline getirmiş bulunuyor…
İyi de onca lüzumsuz ve zararlı şey nasıl satılıp -tüketiliyor? Rezil reklamlar, moda, marka ve ‘programlanmış eskitme’ denilenler sayesinde… Ürünlerin kullanım ömrü daha tasarım aşamasında belirleniyor… Mesela 50 yıl kullanılabilir bir bulaşık makinesi, 60 yıl kullanılabilir bir araba üretmek mümkün iken, bulaşık makinesine 10 yıl, otomobile 15 yıl ömür biçiliyor…
Ekolojik yıkıma ve iklim krizine etkin ve kalıcı çözüm, toplumların üretim, tüketim ve yaşam tarzının radikal dönüşümüyle mümkün olabilir. Piyasa ekonomisi (kapitalizm) dahilinde sorunun ‘çözümü’ asla mümkün değildir…”[5]
Sözünü ettiğimiz üretilen gıdanın üçte birinin çöpe gittiği bir dünya... Buna karşılık her 10 kişiden 1’i açlıkla mücadele ediyor. 3 milyardan fazla insan sağlıklı beslenemiyor. Küresel ısınma artık çok büyük tehdit diyoruz ama sera gazı emisyonlarının yüzde 14’ünün tarım üretiminden kaynaklandığını göz ardı ediyoruz. Hayvancılıkta bu oran çok daha fazla… Her gün tonlarca gıda restoranlarda, süpermarketlerde, evlerde çöpe atılıyor. Türkiye’de ise günde 4.9 milyon top ekmek israf ediliyor![6]
‘Yaşayan Gezegen Endeksi 2022’ye göre dünyanın dört bir yanındaki yaban hayatı popülasyonları dramatik düşüşlerle karşı karşıya olduğu bir dünya bu… ‘Londra Zooloji Derneği’ memeliler, kuşlar, amfibiler, sürüngenler ve balıkların 1970’ten beri yüzde 69 oranında azaldığına dikkat çekiyor![7]
Bu arada ‘Dünya Limit Aşımı Günü 2022’ye göre, hızla tüketilen yerküre 29 Temmuz’dan itibaren her gün bir sonraki yıldan tüketti… ‘Küresel Ayak İzi Ağı’ Başkanı Mathis Wackernagel, dünyanın yeniden üretebileceğinden yüzde 75 daha fazla biyolojik kaynak kullandığının altını çiziyor![8]
Ve nihayet “Atmosfer ısınmaya devam ediyor, biyo-çeşitlilik ve canlı türleri hızlı bir tempoyla azalıyor, şimdilerde yok oluşun normalin 100 ila 1000 katı arttığı tahmin ediliyor…
Bilim insanları önümüzdeki on yıllarda ekosistem için vazgeçilmez olan 1 milyon türün yok olacağını haber veriyor ve insanın da ‘o türlerde biri’ olduğu pek akla gelmiyor…
Kuraklık, seller, orman yangınları artıyor, deniz seviyeleri yükseliyor, okyanuslar tuzlanıyor, balıklar ölüyor, açlık, yoksulluk derinleşiyor, iklim göçleri görülmemiş sayılara ulaşıyor, birçok ülke daha şimdiden gıda güvenliğini ve egemenliğini kaybetmiş durumda…
Kapitalizm sürekli büyümeye mahkûm netameli bir sistemdir. Orada durmak da yavaşlamak da mümkün değildir. Hiçbir zaman bana bu kadarı yeter demez, diyemez… Varlığını büyümeye borçludur… Büyüme veya yok olma ikilemi söz konusudur… Hem her seferinde daha çok üretme zorunluluğu var ve hem de amacın hasıl olabilmesi için üretilenin satılması, tüketilmesi, Marksist bir kavramı kullanmak gerekirse, realizasyon gerekiyor. Kapitalist endüstriyel tarım (agro-endüstri), canlı türlerinin yok oluşunun başlıca nedenlerinden biri. Yegâne ereği kâr olan bir üretim tarzının doğaya, insana, canlılara saygılı olması mümkün olmadığına göre…
Yegâne ereği, her seferinde daha çok kâr olan bir sistemden doğaya, insana, canlılara saygılı olması, doğanın sınırlarını dikkate almasını beklemek abestir…”[9]
Özetin özeti: Hakan Yurdanur’un “Hükmü olan tek gerçek, kapitalist sermayedar için kârların erimesinin buzulların erimesinden daha önemli olduğudur,” saptamasındaki üzere sürdürülemez kapitalizmin gözünde insanların, hayvanların ve doğanın tek değeri değişim değeri yaratıyor olmalarıdır. Bu değişim değerleri üzerinden elde ettiği sömürüyle ortaya çıkan birikimler kapitalizmin kendisini sürekli yenileyerek var etmesini sağlar. Artık yolun sonundayız!
Doğayla birlikte insan(lık)ın sonunu hazırlayıp, buna “Dur” diyebilme imkânı olmayan ücretli kölelik sistemi ile yaşamı geleceğe taşımak artık mümkün değildir.
Hâlâ “Neden, nasıl, niçin” mi?!
YERKÜRENİN KAPİTALİST YIKIMI
Sürdürülemez kapitalist yıkım doğası gereği yaşamı, doğayı metalaştırırken; enerji, su, hava ve toprağın metalaştırılması özel mülkiyetçi cinnetten başka bir anlam taşımazken, durum -tek kelimeyle- vahim!
Ekolojik felaket eşiğini aştık mı?
Ne “Hayır”, ne de “Evet”; daha doğrusu “Havet” denilen ve Orhan Veli’nin, “Bedava yaşıyoruz, bedava,” diye tarif ettiği bir yerdeyiz.
Sürdürülemez kapitalizmin bugünlerinde bir felaketle yüz yüzeyiz! Bu metabolik bir yarılma!
Antropolojik kayıtlara göre yaklaşık 2-2.5 milyon yıllık ömrümüzün son demindeyiz![10]
Nasıl geldik buraya, nasıl hazırlandı bu son; meselenin nedenine kafa yoralım!
Meselenin nedeni, kuşkusuz sürdürülemez kapitalizmdir.
Siz bakmayın burjuva basının, gezegenin yok oluşa sürüklenmesiyle ilgili olarak suçluyu -muğlâk bir tanımlamayla- “insanlık” olarak göstermeye kalkışmasına!
İnsanların suça ortak edildikleri su götürmez. Ama hangi insanların? Dünyamızı da, insan(lık)ı da bu hâle getiren kapitalist vahşettir…
Burjuva basın, asıl suçlunun kapitalizm olduğunu gizliyor. Malum: Suçlu belli değilse kime karşı, neye karşı mücadele edeceğiniz de belli olmaz…
Tüm veriler gösteriyor ki, gezegenimize kapitalist kâr düzeni kadar zarar veren bir toplumsal düzen hiç olmadı. Sanayi devrimiyle birlikte kapitalist sistem yaklaşık 250 yıl içinde dünyayı büyük oranda tahrip etti. Burjuvazi küresel ısınmanın sorumlusu olarak aşırı nüfusu ve bu nüfusun enerji israfını gösteriyor. Oysa bireylerin yol açtığı enerji israfı toplam enerji israfının ancak yüzde 10’unu oluşturuyor. Geri kalan yüzde 90’ının müsebbibi ise insanın yanı sıra doğanın da acımasızca sömürülmesine ve yağmalanmasına dayanan kapitalist üretim biçimidir.
Dr. Gaye Yılmaz, kapitalizmde metalaşan her şeyin aşırı üretime tabi olduğunu belirterek, “Metalaşma bu mantıkla işler. Ne kadar ihtiyaç olduğunu ondan ne kadar kişi yararlanacağına bakmaz. Hatta olabildiğince çok insan satın alsın ister. Çünkü artık o bir maldır karşılığında bir para ödenecektir,” vurgusuyla, “İçtiğimiz sudan, soluduğumuz havaya, bedenlerimizden, kimliklerimize her şeyimiz bu sistem içerisinde bir meta, satılıp alınabilecek bir mal hâline gelmiş durumda,”[11] diye ekleyerek çok önemli bir gerçeği hatırlatırken, işte birkaç “sıradan örnek”!
i) İngiltere’deki bir araştırmada akciğerlerde mikroplastik parçalara rastlandığı açıklandı![12]
ii) ‘Plastic Oceans’ın verilerine göre her yıl 300 milyon ton plastik atık üretiliyor. Bu atıklar biyoçözünür olmamakla birlikte mikroplastik (5 milimetreden küçük) adı verilen daha küçük parçalara ayrılıyor. Çevrenin bu görünmez kirleticilerinin çay, tuz, deniz ürünleri, bal, şeker, bira, sebze, meşrubat, şişe su gibi sofraların olmazsa olmazlarından, organlarımıza, hatta anne karnındaki bebeklerin plasentalarına (rahimde gelişen doku) kadar her yerde bulunduğuna işaret ediliyor. Mikroplastiklere dair bulgular bunların vücutta hareket edebildiğini ve organlara yerleşebileceğini gösterdi![13]
iii) Geri dönüştürülemez “düşük yoğunluklu polietilen (LDPE)” plastik ürün sınıfında yer alan plastik poşetlerin çevreye zarar verirken;[14] ABD’deki Purdue Üniversitesi’nden Dr. Çağrı Ün, “Önlem alınmazsa 2050’de okyanuslarda balıklardan daha fazla plastik atık olacak,” dedi![15]
iv) Hava kirliliği Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde 350 bin insanın erken ölümüne yol açıyor![16]
v) Çevre hekimliği kaynaklarına göre, 2016’da tüm dünyada hava, su ve toprak kirliliği nedeniyle 940 bin çocuğun öldüğü ve bunun üçte ikisinin 5 yaş altı çocuklar olduğu tahmin edilmektedir. Bu ölümlerin çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde gerçekleşmekte ve genellikle kirli hava ve suyun neden olduğu solunum ve sindirim sistemi hastalıklarından kaynaklanmaktadır. Kirlilik ayrıca çocuklarda düşük doğum ağırlığı, astım, kanser ve sinir sisteminin gelişimiyle ilgili bozukluklarla ilişkilidir![17]
vi) ‘The Lancet Planetary Health’ göre kirlilik kaynaklı hastalıklar 2019’da 9 milyon ölüme yol açarken; Hindistan yaklaşık 2.4 milyon, Çin’de ise yaklaşık 2.2 milyon kişi öldü. ABD ise 142 bin 883 kayıpla en fazla kirlilik kaynaklı hastalıklardan ölüm görülen ülkeler arasında 7’nci sırada… Dünya genelinde 2019’daki kirlilik kaynaklı hastalıklardan ölüm oranı 100 bin kişide 117 olurken ABD’de bu oran 43.6 olarak gerçekleşti. Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti, 100 bin kişide yaklaşık 300 kirlilik kaynaklı hastalıklardan ölümle ilk sıralarda yer aldı, 2000’de yaklaşık 2.9 milyon, 2015’te de 4.2 milyon kişinin ölümüne yol açan endüstri kaynaklı hava kirliliği, 2019’da ise 4.5 milyon kişinin hayatına mal oldu. Araştırmada, 2019’da, 1.4 milyon ölüme neden olan su kirliliği, 900 bin ölüme neden olan kurşun kirliliği öne çıktı![18]
vii) Akdeniz’de endemik türler büyük bir tehdit altına girerken, ısınma devam ederse 500 milyon insanın bölgede yaşaması olanaksız hâle gelecek. Diğer yandan Akdeniz’de su sıcaklığı düzenli olarak 30 dereceyi aşıyor![19]
viii) İklim krizinin Güney Asya bölgesindeki etkileri daha da görünür oldu ve sıcak hava dalgaları, öngörülemez hava olayları sıklaştı. 2022’de Sind eyaletindeki Jacobobad’da 50 santigrat sıcaklık ölçüldü![20]
ix) ‘The Lancet’in ‘İklim Değişikliği ve Sağlık 2022 Geri Sayım Raporu’na göre hava kirliliği ve iklim krizi ile artan sağlık sorunları, ölümlerin temel nedenlerinden... Çünkü buğday, pirinç, mısır gibi temel gıda maddelerinin yetiştirilmesindeki sorunlar kıtlık, beslenme sorunları ve açlığı getiriyor. 2020’de orta ve ileri derecede gıda güvensizliği yaşayanların sayısı 1981-2010 arası yıllık ortalamalara göre 98 milyon kişi daha fazla… Bu sayı her yıl bir öncekine göre sürekli artıyor. Sıcaklık artışına bağlı ölümler 2017-2021 kesitinde 2000-2004 arasına göre yüzde 68 artmış durumda… Ayrıca kuraklıkta belirgin artış var. Yılda en az bir ay çok kuraklık çeken alanların 2012-2021 ortalaması 1951-1960 ortalamasına göre yüzde 29 artmış durumda. Göller, dereler kuruyor. Aşırı hava olayları, bunlara bağlı seller ve yangınlarda düzenli artış devam ediyorken, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaşıyor![21]
x) ‘Ruh Sağlığı Derneği’ Başkanı Dr. Ömer Akgül, küresel ısınmanın ruh sağlığını etkilediği vurgusuyla, “Günlük meteorolojik değişimler de insan psikolojisini etkiliyor. Sosyal bilimlerde çok önemli bir kural vardır. Hiçbir sonuç tek bir sebeple açıklanmaz. Özellikle insan psikolojisine dair konuşuyorsak bir sonucu etkileyen birden çok neden vardır ve biz bu nedenlerin bir tanesi olarak da sıcaklığı, iklim değişikliğini ve küresel ısınmayı gösterebiliriz,” dedi![22]
xi) Çin’de 1949’da 10 bin buğday çeşidi varken 1970’lerde bin çeşide gerilemiş durumda. ABD’de lahana çeşitlerinin yüzde 95’i, mısır çeşitlerinin yüzde 91’i, bezelye çeşitlerinin yüzde 94’ü, domates çeşitlerinin yüzde 81’i kaybolmuş. FAO’nun 150 ülke raporuna dayanarak yayımladığı çalışmaya göre ise, son yüzyılda dünya biyoçeşitliliğinin yaklaşık yüzde 75’i kaybolmuş vaziyette![23]
xii) ‘Christian Aid’in, ‘2021’in Maliyeti: İklim Değişikliğinden Kaynaklanan Çöküş Yılı’ raporuna göre dünya genelinde iklim değişikliği kaynaklı yıkıcı hava olayları en az 1.3 milyon kişinin göç etmesine ve 170 milyar dolarlık ekonomik kayba yol açtı, dünya çapında milyonlarca kişiyi sefalete sürükledi![24]
xiii) 1975-2000 kesitinde AB ülkelerinde, altın madenlerinde meydana gelen kazaların yüzde 14’ü siyanür taşıma sırasında, yüzde 14’ü boru aksamaları nedeniyle, yüzde 72’si ise atık barajlarında meydana gelmiş, binlerce insanın yaşamını etkiledi.[25] 1985’de İtalya’da (Stava’da), 1998’de İspanya’da (Los Frailes’de) olduğu gibi... En korkunç kaza 2000’de Romanya’da, Baia Borsa’daki altın madeninde meydana geldi. Yağan yağmur, kâr ve buzun atık barajında açtığı yarıktan (gedikten) 100 bin metreküp siyanürlü atık çevredeki su havzasına aktı. Sonuçta, komşu Macaristan ve Sırbistan’da 2.5 milyon insan içme suyundan yoksun kaldı Szamos- Tisza-Tuna nehir sistemindeki yüzlerce ton balık öldü![26]
Özetin özeti ABD İklim Özel Temsilcisi John Kerry’nin dahi, iklim krizinin etkilerini artık yadsımanın mümkün olmadığını belirtmek[27] zorunda kaldığı dünyada gittikçe derinleşen ekolojik krizin yıkıcı kapitalizmin çözmesinin imkânsızlığı nettir.
DOĞA İLE ÖZEL MÜLKİYETİN İMKÂNSIZLIĞI
Amerika yerlisi Tatanka Iyotake’nin, “Sahip olma isteği onlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama fakirlerin bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirlerle güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor,” izahında somutlanan kapitalizmin rekabetçi sömürüsü yıkıcı aşırılıktır; “İnsan türünün maruz kaldığı tehlikeler, eksiklikten kaynaklanan tehlikeler olmaktan çok aşırılıktan kaynaklanan tehlikelerdir,”[28] vurgusundaki üzere Jean Baudrillard’ın…
İnkârı mümkün olmadığı üzere mesele özel mülkiyete mündemiç ve “Yabancılaşma”yla doğrudan ilintilidir…[29]
Karl Marx’a göre, “İnsanı kendi bedeninden, kendisinin dışında var olduğu şekliyle doğadan, tinsel özünden, insanı özünden koparır.” Bu toplumsal bir uzaklaşmadır: İnsanın kendisinden ve doğadan her türlü uzaklaşması ise, kendisini, insanın diğer insanlarla ve doğa ile kurduğu ilişkide gösterir.[30]
Yani Karl Marx’a göre doğadan yabancılaşma, “yabancılaşmış öz” hâline gelen para fetişizmi aracılığıyla ifade edilir: Para bütün şeylerin evrensel ve kendinden menkul değeridir. Bu yüzden bütün dünyayı, -hem insanı hem doğal dünyayı- özgül değerinden yoksun bırakmıştır...
Özel mülkiyetin doğayla uzlaşmaz çelişkisi, ekolojik değersizleşmeyi de devreye sokar.[31] Böylelikle doğanın yıkımı/ sömürüsü gerçeği tüketim çılgınlığıyla karşımıza dikilir
Michel de Montaigne’ın, “Lüks, kılıçtan beter eziyor bizi”;[32] Sokrates’in, “Tok gözlülük doğal zenginliktir. Lüks ise yapay yoksulluktur”; Platon’un, “Zenginlik çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır.” “Önemli olan ne kadar çok şeye sahip olduğun değil, ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğundur”; Jean-Paul Sartre’ın, “Sahip olduğum eşyalar, zamanla bana sahip oluyorlar. Ne zaman bir nesneyi sevsem, onu hemen bir başkasına veririm. Cömertlik değil bu, nesnelerin kölesi olmak istemiyorum”; Demokritos’un, “Mutluluk mal ve mülkte değil, bilincin derinliklerinde gizlidir,” ifadeleriyle mahkûm ettikleri tüketim çılgınlığı doğanın -ve insan(lık)ın- bir numaralı düşmanıyken; “Doğanın zorunluluğunu kabul etmek ve ondan düşüncenin zorunluluğu sonucuna varmak, materyalizmi öğretmek demektir. Zorunluluğun, nedenselliğin, doğal yasaların kaynağı düşüncededir demek ise, idealizmi öğretmektir,”[33] der ve ekler V. İ. Lenin: “Dünya onun hakkındaki bilgimizin gittikçe daha derinlemesine geliştiği hareket hâlindeki maddedir.”[34]
Çünkü “Doğa bizi sarsa sarsa uyandırır insanlık kâbusundan...”[35] notu düşülen sürdürülemezlik hâlinde, “Uygarlığın adalet, eşitlik, özgürlük gibi büyük idealleri ne kadar çarpıtılmış olursa olsun, doğa kendine uygulanan eziyete bu kavramlarla karşı çıkmaktadır. Doğanın protestosunun sistemli tutanaklarını sadece bu kavramlarda bulabiliriz.”[36]
Şimdilerde tam da John Bellamy Foster’ın, “Ekoloji bu sistemin içinde kurtarılamaz,”[37] diye tarif ettiği ufuktayız ve Karl Marx’ı anımsamalıyız…
Devamla: “Tam anlamıyla gelişmiş bir natüralizm olan komünizm” diye yazar Karl Marx, “hümanizme eşittir ve tam anlamıyla gelişmiş bir hümanizm olarak da natüralizme eşittir.”[38]
Evet Friedrich Engels’in ifade ettiği gibi, “Hiçbir şekilde, başka bir topluluğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız.”[39]
Özetle Marksistler için insan toplumu doğal dünyaya ayrılamaz bir şekilde bağlıdır, ancak insanlar da bu dünyayı etkilerler. İnsanların çevrelerine olan etkilerinin ölçüsü üretimin hangi yöntemle organize edildiğine bağlı olduğundan, doğal dünyada gerçekleşen değişimin büyüklüğü tarih boyunca değişim farklılaştı.
İnsanın kendi etrafındaki tabiat ile olan ilişkisinin Marksist tarih anlayışında ne kadar merkezi bir rol oynadığı açıktır. Karl Marx, çevre ile olan bu ilişkinin kapitalizm altında sosyal hayatı nasıl şekillendirdiğine dair daha ayrıntılı yaklaşımlar geliştirmiştir. Bunu anlamak için, Karl Marx’ın geliştirdiği bir diğer konsepte, “yabancılaşma teorisi”ne göz atılmalıdır.
‘1844 Elyazmaları’nda Karl Marx, yabancılaşmanın dört hâlinden bahseder; işçinin, kendi emeğinin ürününden ayrılması i) kendi iş sürecinden ayrılması; ii) insan tabiatından ayrılması; iii) her birinden ayrılmasıyla; iv) işçiler ürettikleri nesneye hatta hizmete yabancılaşırlar. Çünkü yaptıkları işin sonucu olan ürün ya da hizmet başkaları tarafından sahiplenilir ve kontrol edilir; kapitalistler tarafından.
Sonuç olarak, yabancılaşma işçileri kendi emeklerinden ve tabiatın değişiminde emeğin oynadığı aktif rolden ayırmaktan geçer. İşçiler, kapitalizm altında, tabiattan da yabancılaştırılmışlardır. Ancak, bugünkü toplumlarımız, tabiatın, doğal hayatın üzerine kurulmuştur.
Yine Karl Marx şunu da ifade eder: “Doğadan yaşayan insan, doğanın kendisinin vücudu olduğu ve o vücutla ölmemek için sürekli bir etkileşim hâlinde bulunan insan demektir. Bir insanın fiziksel ve zihinsel hayatı doğaya göre değişir; bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir, doğa da kendisine göre değişir, insan ise o doğanın bir parçasıdır.”[40]
Nihayet doğa ve toplum aralarındaki karşılıklı ilişkiyle birbirini dönüştürürken; Karl Marx ile Friedrich Engels insan ve doğa birliğini ‘Alman İdeolojisi’nde şöyle ifade etmiştir: “Tarihi doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz. Bununla birlikte bu iki yön birbirlerinden ayrılamazlar; insanlar var oldukça, insanların tarihi ile doğanın tarihi karşılıklı olarak birbirini koşullandırırlar.”[41]
Ayrıca unutulmamalıdır ki Karl Marx ile Friedrich Engels zenginliğin kaynağı olarak emek ve doğayı gördükleri için ‘Alman İşçi Partisi Programı’nı doğanın önemini görmezden geldiği ve emeği doğaüstü bir güç olarak ele aldığı gerekçesiyle eleştirmişlerdir de: “Emek bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da emek kadar, kullanım değerlerinin (ve elbette maddi zenginlik bunlardan oluşur!) kaynağıdır ki, emeğin kendisi de doğal gücün, insanın emek gücünün ifadesinden başka bir şey değildir.”[42]
ZIRVALARA KARŞI MARKSİST PANZEHİR
Dedik ya: Doğa ile özel mülkiyet, ücretli kölelik sistemi kapitalizm barış(a)maz!
Bu hakikâtin aksi beyanlara, yalanlara, çarpıtmalara mündemiç zırvalara gelince; onların da panzehiri Marksizm’dir…
“Zırvalar” dedik!
Mesela… “İnsanın doğayı tahrip ederken kuşkusuz bu günlere geleceğine dair en ufak bir fikri olmadığı muhakkak,”[43] veya Nobel ödüllü fizikçi Henry Kendall’ın, “İnsanoğlu doğal dünya ile savaşmaktadır,”[44] ya da “İnsanlığın doğayla derdi ne?”[45] ifadelerindeki üzere…
Ekolojik felaketin sorumlusu insan(lık) değil, sınıflı-sömürücü sistemin ekonomi-politiğidir!
Ha bir de, “Siyasi ekolojinin tanımı henüz yapılmamışken Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ise siyaseti ve ekolojiyi birbirinden ayrı tutmayan, zamanının çok ilerisindeki birçok projenin mimarıdır. 1937 yılında Patara kumulları ve ağaçlandırma projesi, 1930 yılında ‘çınar ağacı kesilmeyecek, bina kaydırılacak!’ diyerek ağaçların varlığına olan saygısı ve daha nice yaklaşımı ile kendisi doğayla dengede bir yaşam nasıl kurulur sorusuna açık bir cevaptır,”[46] deyişi ve CHP Milletvekili Murat Bakan’ın, “İnsanlığın, doğa ve canlılarla eşit kıymette olduğu gerçeğini göz ardı ederek doğanın efendisi gibi davranması ‘iklim krizi’ olarak tanımladığımız dünyanın kırılma ve değişim sürecini başlattı. Radikal önlemler uygulanmaya derhâl başlansa dahi olumlu etkilerin görülmesinin on yıllar alabileceği zor yıllarla karşı karşıyayız. İnsanlık ‘kazana kazana kaybetmeye’ devam ederken, tükettiğimiz mavi gezegeni iyileştirebilecek tek şey ise yine insan ve yeni bir bilinç,”[47] gibi lafazanlıklara yanıt vermek dahi gereksiz!
Ancak bir de, “Sosyalizmi en daraltılmış tanımıyla alacaksak, üretici güçlerin üzerinden özel mülkiyetin kaldırılmasıdır diye özetleyebiliriz. Evet, bence şüphe yok ki benimsenecek ve uğrunda mücadele edilecek bir hedef. Eyvallah, ama üzerinden özel mülkiyeti kaldıracağımız üretim araçlarını işleteceğimiz bir gezegene de ihtiyacımız var-hem de galiba öncelikle ona ihtiyacımız var,”[48] diyen “sosyalizm eleştirmeni” ‘Birikim’ci Murat Belge gibiler var ki; onlara da Paulo Freire’nin -net ve öğretici- yanıtı şu:
“Diyelim ki, Yeryüzündeki bütün insanlar ölmüş olsun fakat yeryüzü, ağaçlar, kuşlar, hayvanlar, nehirler, denizler, yıldızlar... kalsın. Bunlarla bir dünya olmaz mıydı? ‘Yoo hayır’ diye heyecanla cevapladı köylü: ‘Bu bir dünyadır’ diyecek hiç kimse olmazdı ki!”[49]
“Dünya ve insan bir diğeri olmadan var olamaz, karşılıklı etkileşim içinde var olurlar. Marx böylesi bir kutupsallığı savunmaz, hiçbir eleştirel, gerçekçi düşünür de savunmaz.”[50]
Tüm bunların panzehiri, inşa hâlindeki sınıf(lar) mücadelesi tarihi Marksizm’dedir…
Malum: Karl Marx ile Friedrich Engels ekolojik sorunları, soru(n) olduğu ölçüde dile getirmişlerdi. Şehir ve köy ayrımı, toprak bozulması, endüstriyel kirlilik, çarpık kentleşme, işçilerin sağlığının bozulması ve sakatlanmaları, yetersiz beslenme, toksik atıklar, parselleme, kırsal yoksulluk ve izolasyon, ormansızlaşma, insan kaynaklı seller, çölleşme, susuzluk, bölgesel iklim değişimleri, doğal kaynakların tükenmesi (kömür dahil), enerji korunması, entropi, sanayi artıklarının geri dönüştürülmesi ihtiyacı, türler ve çevreleri arasındaki karşılıklılık, aşırı nüfusun tarihsel koşullardan kaynaklanan sorunları, kıtlık sebepleri, bilim ve teknolojideki rasyonel istihdam sorunu.
Söz konusu ekolojik anlayış, Karl Marx’ın bakış açısının önemli bir kısmını oluşturan oldukça derin materyalist doğa kavramından ortaya çıkmıştı.
“İnsan” diye yazmıştı, “doğa sayesinde yaşar, yani doğa onun bedenidir ve ölmek istemiyorsa onunla kesintisiz bir diyaloğu muhafaza etmelidir. İnsanın fiziksel ve ruhsal hayatının doğayla bağıntılı olması doğanın kendisiyle bağıntılı olduğu anlamına gelir, zira insan doğanın bir parçasıdır.”[51]
Karl Marx, hiçbir bireyin dünyaya sahip olmadığını ilan ederek kapitalizme doğrudan karşı çıkmakla kalmamış, hiçbir ulusun ya da halkın da yeryüzüne sahip olmadığını, onun birbirini takip eden kuşaklara ait olduğunu ve iyi hane halkı anlayışına uygun olarak gözetilmesi gerektiğini vurgulamıştı.[52]
Çünkü Karl Marx açısından insan -doğa ilişkisi açıkça organik bir ilişkidir. Ancak aynı zamanda insanın gerçek bedensel organlarını genişlettiğinden, bu aşkın bir ilişkidir; bu yüzden de Karl Marx, doğadan “insanın inorganik bedeni” olarak söz etmektedir.[53]
Terentius’un, “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değil,” ünlü sözünü alıntılayan Karl Marx’ın 1844 El Yazmaları’nda “İnsanın doğalaşması”, “doğanın insanlaşması” dediği ikiz kavramlar: Doğanın insanlaşmasının; doğanın insanın varlığını sürdürmesi için önemine, anlamına dikkat çeker.[54]
Bu çerçevede Marksizmin ekoloji ve doğaya yönelik odak noktası şöyle özetlenebilir: İnsan hayatını olanaklı kılan habitat koşullarının, insanın toplumsal faaliyetleri sonucu tahribata maruz kalması.
Farklı bir deyişle, insanın kendisini bireysel ve toplumsal olarak var eden çevresel koşulları erozyona uğratma süreci, Marksizmin ekoloji ve doğaya yönelik ilişkisinin gündem noktasıdır.
Marksizm, XIX. yüzyılın başlarından beri endüstriyel kapitalizmin ve kapitalist tarım ekonomisinin doğayı sömürme, talan etme ve nihayetinde yok etme eğiliminin nedenlerini ve sonuçlarını tespit eder ve bu tahribat düzenine karşı alternatif bir eylem planı ve toplumsal bir vizyon ortaya koyarken; Karl Marx ile Friedrich Engels’in kapitalizmi eleştirileri ekolojiye ilgilerini göstermişlerdir.
Onlar, kapitalizmin doğa üzerinde oluşturduğu tahakkümü ve yıkıcı çok erken etkiyi fark etmiştir.
Karl Marx, ‘Kapital’de tarımsal üretimle yakından ilgilenmiş ve kapitalist toprak rantı eleştirisini toprak kimyası, toprak fizyolojisi vb. alanlar ile sıkı bir ilişki hâlinde yazmıştır.
Yine Friedrich Engels’e bir mektubunda, toprak kimyacısı Liebig’den çok etkilendiğini ve onun en önemli özelliğinin modern tarımın yarattığı olumsuz etkiyi göstermesi olduğunu belirtmiştir.
Karl Marx insan ve doğa arasındaki ilişkiyi metabolizma (stoffwechsel) kavramı ile tanımlar. Ona göre tarım ile sanayi üretiminin eşzamanlı büyümesi, emek ve doğa sömürüsünde birleşmiş ve bu durum metabolik bir yarılmaya neden olmuştur.
Yani Marx’ın deyimiyle “Büyük toprak mülkiyeti tarımsal nüfusu giderek azalan bir asgariye indirmiş ve karşısına kentlerde toplanmış sürekli büyüyen bir sınai nüfus çıkarmıştır; bu yolla, toplumsal metabolizmanın, hayatın kendi doğal yasalarınca konulmuş olan bu metabolizmanın karşılıklı bağımlı sürecinde onarılmaz bir yarılmaya neden olan koşulları üretmiştir.”[55]
‘Yani Kapital’de Karl Marx doğa ve toplum arasında maddi bir etkileşimden (Stoffwechsel) bahseder. İnsan emeği, çevresindeki doğal koşullarla olan ilişkisinde hem karşısındaki doğal güçleri kontrolü altına alır ve dönüşüme uğratır, hem de bu faaliyet sonucu kendisini de değiştirir. Kapitalist üretim düzeninde doğa ve insan arasındaki bu karşılıklı etkileşim yıkıcı bir biçim kazanır: Sermaye kendisini büyütebilmek için, doğa ve insan arasındaki dengeyi altüst edecek derecede doğayı sömürür.
Özetle “Kapitalizm; doğanın en büyük düşmanıdır. Kapitalizmde insan sevgisi yoktur. İnsanı mekanik bir böcek gibi görür. Kapitalizm vatan sevgisi, barış istemez Yozlaşmış, çıkarcı, cahil, beynine tecavüz edilmiş uysal köleler ister,” diyen Karl Marx’a “anti-ekolojikti, cinsiyet körüydü, teknolojik deterministti, Avrupa merkezciydi, lineer ilerlemeciydi, devletçiydi, ütopyacıydı”, vb., vd’leri diyenlere verilecek yanıt: Karl Marx’dan, “Mesih”lik beklemenin abes olduğu, onun sadece “11 Tez”de ifade ettiği üzere sınıf mücadelesi tarihinin ilkelerini ortaya koyduğudur.
Bir başka deyişle, Karl Marx’dan tamamlanmış bir “Kutsal Kitap”(!?) beklemek, kötü niyetli bir abartı değilse eğer, safdilliktir. O bir yol göstermiştir insanlığa, her bir adımda, karşılaşılacak sorunların alt edilmesini ve bunun için de yaratıcılığın elden bırakılmamasını gerektiren bir yol… Ya da şöyle diyelim: Marksizm bir “irfan” değil, “11 Tez”in yöntemdir…
“YEŞİL”LER, “EKO-SOSYALİZM”, VB’LERİ
Sınıf mücadelesini atlayan çevreciliğin, ekolojinin “bahçecilik”ten başka hiçbir anlamı olmadığını bir kere daha anımsatarak vurgulayalım. Görmez gelemeyiz: Coğrafyamızda olduğu gibi, yerkürede de ekoloji hareketi düzen içine çeken, reformist örgütler, STK’lar ve söylemlerle hâlâ karşımızda!
Örneğin Almanya’daki Yeşiller nükleer santralların kapatılmasına ilişkin politikasını ulusal güvenlik gerekçesiyle değiştiriyor, Ukrayna konusunda çok “şahin” bir tutumu benimsiyorlarken; sermaye yanlısı ekolojik hareketlerin simgesi olarak öne çıkıyor -şu “meşhur”!- Yeşiller!
Alman Hükümeti’nin koalisyon ortağı ve sermayenin kullanışlı kolu Yeşiller Partisi, “çevreci” kimliği ile sermayeyle arasında bir sınır çekmezken; milletvekilleri lobicilik ile suçlanıyor![56]
“Kimi yorumcularına göre Greenpeace’ten bir farkı olmayan Yeşiller Partisi, sadece çevre hareketlerini sermayenin kontrolü altına almak için ve kitle hareketlenmelerini bir yere kanalize etmek için şirin gözükmekte. En son Ukrayna ve Rusya savaşına dair aldıkları savaş yanlısı tavırları ile de, seçmenlerinden tepki gördü. Bu tarz sermaye yanlısı, hatta sermayenin ta kendisi olan ekolojik hareketler, sadece Batı’da değil, dünyanın farklı yerlerinde İklim Krizi’ne karşı misyonerlik yüklenmekte. İklim krizi mücadelesi hâliyle, bir sınıf mücadelesinden bağımsız tutulduğunda yanlış tespitlere varılmakta.”[57]
Ne kadar yük atarsan o kadar yükselirsin pratiğinin[58] doğrudan ürünü olan Yeşiller, sermayenin uzantıları olup, “Yeşil Yeni Düzen”, “Avrupa Yeşil Mutabakatı”, “Yeşil Dönüşüm” gibi yaygaralarla “yeşil kapitalizm”in sözcülüğünü üstlenmişlerdir.
Ekolojik krizi, kapitalizm şahsında sorgulamayan, karşısına almayan bir anlayışla çözmek mümkün değil. Çünkü kapitalizm “yeşil teknolojiler”in kullanımıyla “sürdürülebilir” rotaya sokulabileceği söylenceleri zırvadan başka bir şey değildir; yani sorunun faturasını ezilenlere, aşağıdakilere havale etmek burjuva dünya görüşünden başka bir şey değildir.
Şimdi burada durup soralım: Yıllardır “Yeşilleri” örnek alan, örnek olarak sunanların hâlâ söyleyecek yalanları kalmış mıdır?
Durum tam da buyken; şimdi de sosyalizmin “yetersizliği” “söylence”lerine yaslanan, “ekososyalizm” patentli “iddia”lar devreye sokulmaktadır.[59]
Genel olarak “Ekososyalizm, ekoloji dengenin korunmasını amaçlayan akımlarla sosyalist düşünürlerin geliştirdikleri modeller arasındaki benzerliklere dayanan düşünce sistemi şeklinde tanımlanabilir,” ifadesine yaslanan “iddia”lar muhteliftir.
Mesela… “Kapitalizmin kendi doğası gereği ekolojik olarak sürdürülemez olduğu ve ekososyalizmin bir seçenek olarak zorunluluğu anlaşılabilir,”[60] diyenler vardır!
İyi de kapitalizmin sürdürülemezliği sadece ekolojiyle mi sınırlıdır? Karşımızda topyekûn ölçekli bir “Uygarlık Krizi” yok mu? Bu da bir sosyalizm meselesi değil mi?!
Mesela… “Krizin çözümü ekososyalistlerde”[61] söylemine gelince; işçi sınıfı şahsındaki insan(lık)ın sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız dünya hedefi bunun neresinde?!
Mesela… “Ekososyalizm, egemen kapitalist üretim biçimi ve ilişkilerinin doğal sonucu olan ekolojik krizin nedenlerinin, çelişkilerinin ve çıkış yollarının temelini saptayan politik bir harekettir,”[62] deyince; Marksizm-Leninizm nereye konumlandırılıyor?
Mesela… XX. yüzyıl ve günümüzde eko-toplum hayali kuran ekolojistler, sosyalizme değil romantizme bağlı olduklarını söylemekte ve romantizmi sahiplenmektedirler. Ne ki sosyalizme eleştirel bakışla bağlı olan ekososyalistler de romantizmi önemsemektedir. Ekososyalizm yalnızca üretim aygıtları ve dağıtım mantığının sınıfsal el değiştirmesi demek değil, aynı zamanda yeni bir medeniyet paradigması ve eko-kültür arayışıdır… Walter Benjamin’den esinle şöyle diyebiliriz; eko-sosyalist devrim cenneti vaat etmez, cehenneme sürüklenen bir trenin imdat frenidir,”[63] deyişi! Kendinize niye “sosyalist” diyorsunuz?! Ayrıca sosyalizmin bir kültür, bir medeniyet paradigması olmadığını size kim söyledi?!
Mesela… “Eko-sosyalizm, Marx’ın sosyalizm kavramı olan ‘toplumsallaşmış insan, ortak üreticiler, Doğa ile olan karşılıklı değişimlerini rasyonel olarak düzenleyen, doğanın kör güçleri tarafından yönetilmek yerine onu ortak kontrolleri altına alan; ve bunu en az enerji harcayarak ve insan doğasına en uygun ve buna layık koşullar altında başarmak’ ifadesinin biraz daha değiştirilmiş hâlidir. Eko-sosyalizmden kastımız, doğayla olan karşılıklı değişimlerimizi mümkün olduğu ölçüde rasyonel olarak düzenlemek ve kolektif olarak ihtiyaç duyduğumuz kullanım değerlerini üretmek ve bu sırada insan-dışı dünyanın üretken insan faaliyetlerinden zarar görmemesini, aksine yavaş yavaş restore edilmesini sağlamaktır,”[64] diyenlere gelince… Sosyalist kuruluşun yani özgür üreticiler topluluğu olarak sosyalist inşanın bundan farklı mı olacağı ya da teorinin başka bir şeyi vaaz ettiğinden söz ediliyor?! Kimse aslı astarı olmayan mazeretlerin ardına sığınan “gerekçe”ler üretmeye kalkışmasın!
Mesela… “Bugün eşiğinde bulunduğumuz ekolojik yıkımı devrimci biçimde aşmanın yolu Marksizmin ve sosyalist düşünce ve pratiğin ekolojik bir eksende eleştirel biçimde yeniden kurgulanmasından geçmekte…”[65]
Ya da “Ekososyalizm, ekolojik düşünceyle sosyalist (Marksist) düşüncenin kaynaşmasıyla ortaya çıkan radikal bir alternatif. Temel önermesi şudur: Doğal çevrenin, gezegenimizdeki canlı hayatın lehine korunması, kapitalist sistemin genişlemeci ve yıkıcı mantığıyla birarada bulunamaz. Gezegenin temel ekolojik dengeleri, sisteme saldırmadan kurtarılamaz; doğanın savunusu için verilecek mücadeleyle toplumun dönüştürülmesi için verilecek mücadele birbirinden ayrı düşünülemez…”[66]
Veya “Ekomarksizm, ekolojik konularla Marksizm arasındaki bağlara işaret eden bir yaklaşım. Marx’ın ve Marksizmin yaklaşımıyla ekolojik konuları bir araya getirenlerin oluşturduğu bir yaklaşım. Ekolojik Marksizm, Marksizmin tartışma kavramlarıyla ekoloji arasında köprüler kurar,”[67] maruzatlarının her üçüne birden soralım:
Ekososyalizm mi? Neden “eko”? Ekolojik olmayan bir sosyalizm mümkün mü? Ya da olabilir mi? Ya da Karl Marx’ın önermelerinin hangisini ekoloji-dışı/karşıtı buluyorsunuz?
Hemen belirtelim: Biz hâlâ “kapitalist” ya da “sosyalist” dışında bir toplumsal yapının mümkün olamayacağı gerçeğine sırt dönmeyenlerdeniz.
Ayrıca bugünlerde önüne farklı sıfatlar eklenmiş sosyalizmin, ortalamacı formülasyonların, post-Marksistler, post-modernler için bir “değer(sizlik)” taşıdığını biliyoruz.
Örneğin Murray Bookchin’in, “Çok uzak bir ideal olmayan anarşist toplum, ekolojik ilkelerin hayata geçebilmesi için önkoşuldur,” lafolojisinden etkilenen “Ekolojik Demokratik Toplum” söylencelerindeki üzere…
Ekolojik kaygılar sosyalizm perspektifi ile yerli yerine oturtulabilir.
Bu konuda elbette birisi kalkıp, “Reel-sosyalizmin bu konudaki icraatı meydanda” diyebilir. (Malum tarihi yaratmayıp, yorumlamakla iktifa edenler için dilin kemiği olmamıştır çoğunluk, her neyse!) Elbette bu icraat ortadadır ve eleştirilmiştir, eleştirilmektedir, eleştirilecektir de. Ancak burada sorunlu olan, bu icraatın olumsuzluğunu sosyalizme, sosyalist kurama ciro ederek, sosyalizmi “eko” gibi önekle inkâra uğratma girişimidir.
Sosyalizm inşa (pozitifi ve negatifiyle) hâlinde bir tarihtir; ve tarih seçmeli, geçmişten ders çıkartılarak inşa edilen bir süreçtir. Marksistler açısından vazgeçilmez olan, sınıf hareketine mündemiç sosyalizmdir. Ki bu da A’dan Z’ye her konu için geçerlidir. (‘Birikim’ci liberaller bunu “topyekûn devrimcilik” diye mahkûm etmeye kalkışsa da, sürdürülemez kapitalizme karşı “Devrimin Güncelliği” -kör olmayanlar için!- şüpheye yer vermeyen bir realitedir. Çünkü kapitalizmin mevcut halinde “Ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemi, giderek “ya sosyalizm ya yokoluş”a irca olmaktadır.)
Ekolojik-demokratik toplum vb. “yeni modeller”i aklımız almıyor... Bu anlamda, geleceğin, ya da kurmayı tahayyül ettiğimiz düzenin “sosyalist” dışında bir nitelemesi olması (örneğin ekolojist, feminist, ya da ne bilelim vegan, non-heteroseksist vb. vb.) gerekmediğini düşünüyoruz…
Veya tıpkı Friedrich Engels’in, “Doğa bilginleri hangi tutumu benimserlerse benimsesinler, felsefenin egemenliği altındadırlar,” tespitindeki üzere…
Felsefe meşrebine göre ( idealist ya da materyalist) ya sömürücü mülkiyet ilişkilerine ilişmeyecek (kapitalizm) veya onu inkâra uğratmayı hedefleyecektir (sosyalizm); tıpkı Jean-Jacques Rousseau’nun anımsattığı üzere:
“Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir’ diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz’ diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.”[68]
Bu ikilemi “Ekolojik Bir Toplum” genellemesinin ardında yok edemeyiz!
Özetle: “… ‘Ekososyalizm’, bazıları birbiriyle bağdaşmayan oldukça geniş bir yelpazedeki çok sayıda farklı akımı kapsayacak biçimde kullanılan oldukça muğlak bir kavram. Örneğin Marx’a dayalı bir ekoloji anlayışı geliştirmeye çalışanlar, Marksizm ile romantik, anarşist, liberter, ütopik sosyalizm biçimlerini sentezlemeye çalışanlar, Marksizmi ve bazıları her türlü bilim, teknoloji, sanayiyi reddedenler, Yeşil Sol’un bazı versiyonları vb hepsi, genellikle ‘ekososyalizm’ sepetine dolduruluyor…
Ekososyalizm aslında, Marksist olmayan, çoğunluğu anti-kapitalist de olmayan anaakım küçülmeci ekolojizmin bir versiyonudur. Onlarla ekolojiyi kurtarmanın ve korumanın tek yolunun sınai-teknolojik üretim/üretkenliğin radikal biçimde sınırlandırılması ve küçültülmesi olduğu düşüncesinde ortaklaşır. Farkı bu tür bir sınai büyüme sınırlamasının kapitalizmde mümkün olmadığını görerek, toplumun üretken güçlerinin gelişmesi karşıtlığını toplumsal-maddi temelleri sınırlandırılmış veya küçültülmüş bir tür romantik sosyalizm ile realize etmeye çalışmalarıdır.”[69]
ALTERNATİF: SOSYALİZM
“İklim Değişikliği”nin alternatifi sistem değişikliği, sosyalizmken; ulaşılan koordinatlarda sosyalizmin eşitlik ve özgürlüğe dayanan metabolik yeniden üretim sistemini kurmak “olmazsa olmaz” bir adımdır.
Post-yapısalcılık, post-Maksizm, post-modernizm gibi tuzakların dört yanımızı kuşattığı koordinatlarda Rosa Luxemburg’un sosyalizmden başkasının ancak barbarlık olabileceğine ilişkin öngörüsü ile Karl Marx’ın, ‘Kapital’deki, “Sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir,” uyarısını ve Cemil Aksu’nun, “Ekolojik yıkım kapitalizme karşı mücadeleyle durdurulabilir”;[70] Beyza Üstün’ün, “Kapitalizmin çarkına akan değil, onu kıran karşı duruşu örebilecek miyiz asıl sınavımız bu,”[71] saptamasını bir an dahi unutmadan; “Açıkça görülüyor ki, Rosa’nın ‘Ya sosyalizm ya barbarlık’ kehaneti gerçekleşti. Ya sosyalizm ya savaş, ya sosyalizm ya çevrenin tahribatı ve yaygın umutsuzluk” diyerek ekleyen Franco Bifo Berardi’ye kulak vermek gerek:
“Sadece üç prensibin gelecek on yıllarda iyi bir yaşam olasılığını kurtarabileceğini düşünüyorum. Biri kapitalizmin soyut dinamiğinin terki, yani yararlılığa odaklanmak. İkincisi tutumluluk, yani duyusallığın işlevselliğe karşı öncelenmesi. Üçüncüsü ise eşitlik, yani rekabetin reddi.”[72]
Bunlar kapitalizmi aşan sosyalist devrim ile mümkündür; muğlak, çoğul-imalı “eksosyalizm” varsayımlarıyla değil.
“Neden” mi?
Yukarıda da değindiğimiz üzere Yeşillerin basıncıyla sosyalist hareketin literatürüne sokulan ve giderek yaygınlaşan “ekososyalizm” kavramı, geçmişte reel sosyalist deneyimin uygulamalardan yola çıkarak, sosyalizmin “üretimci”, “üretim tapınmacı” olmayan, ekolojik kaygıları önemseyen biçimlerine ihtiyaç olduğunu iddia eder!
Az önce vurgulamıştık, bir kez daha altını çizelim: Ekim Devrimi’nin dönüştüğü bürokratik deformason, sosyalizmi uzun süre bir “kalkınma paradigması” olarak görmüş ve göstermeye çalışmıştır. İç savaş ve İkinci Paylaşım Savaşı’nın yol açtığı yıkımı telafi çabası altında başlayan süreç, bir yanıyla her alanda kapitalist sistemle “yarış”a (üretimi arttırma, nükleer silahlanma, uzayın fethi, vb.) evrilirken, bir yandan da “üretkenlik fetişizmi” görünümünde bir yabancılaşmaya yol açmıştır. Geleceğin sosyalist girişiminin tekrarlamaması gereken, ve Çernobil gibi yüzkızartıcı bir sonuç vermiş bir yanılgı…
Ama bir kez daha belirtmeli, bu varsayım, bürokratik deformasyonun “sosyalist” olarak nitelenmesi yanılgısının ürünüdür; bununla hesaplaşmak yerine, bu örneklerden hareketle “sosyalist model”i “müflis” ilan edip, ekolojik bir sosyalizm gerekliliğine vurgu yapmak, burjuvazinin ideolojik saldırılarına prim vermek anlamına gelir.
Marksist sosyalizm anlayışı, insanın kendi emeğine, içinde bulunduğu topluma ve doğaya yabancılaşmasının aşılmasını hedefler. Bunun sağlanabilmesi için kuşkusuz üretici güçlerin alabildiğine gelişmesi gerekir. Ve unutmayalım ki, emek-gücüne sahip insan, üretici güçlerin aslî bir unsurudur.
Karl Marx, komünizmle birlikte insanlığın zorunluluklar âleminden özgürlükler âlemine sıçrama yapacağını vurgulamış ve böylelikle o güne dek doğal koşulların tahakkümü altında yaşamış insanın artık doğanın da “efendisi” hâline gelebileceğinin altını çizmişti. Bununla kastettiği, doğanın canına okumak değil, insanın doğadaki hayatta kalma kavgasının, doğal afetlerin yıkıcı etkilerinin ve doğanın koyduğu sınırlamaların aşılmasıydı. Ez cümle, sosyalizm bu kapsamıyla kavrandığında, onun ekolojik gibi ön eklerle tamamlanmaya ihtiyacının olmadığı kolayca anlaşılabilir.
Komünizm, pompalanan sahte ihtiyaçların değil insanların hakiki maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması esasına dayanır. Mesele, insan ihtiyaçlarını karşılamak için neyin ne kadar üretileceği sorularına karar vermeye de indirgenemez. İşin bu yönü planlamadan ibarettir. En temel soru, “ne için” üretimdir, insanların hakiki ihtiyaçlarını temel alan bir üretim mi, kâr amacıyla üretim mi?
Bu soruya verilecek yanıt, üretimin iç örgütlenmesinin nasıl olacağı sorusuna verilecek yanıtı da beraberinde getirecektir. Kapitalizmin bu soruya verdiği cevap, “üretim için üretim, birikim için birikim” şeklindedir.[73]
Sosyalizmin yanıtı ise belli ve çok nettir. Tam da bu anlamda “Kurucu bir ekoloji mücadelesi”[74] söylencelerine ihtiyacı yoktur.
Çünkü Karl Marx doktora tezinde Antik Yunan felsefesinin önemli düşünürlerinden biri olan Epikuros’un felsefesini ele alması sadece felsefeye olan ilgisi nedeniyle değildi. Epikuros’un en önemli özelliklerinde birisi ekolojik yaşama dair düşünceler üzerinden diyalektik materyalizmin köklerini ortaya koymuş olmasıydı. Epikuros, insanı yaşamın merkezine koymayı ve tinselciliği değil, evrimi ve özgürlüğü seçmiştir. Epikuros üzerine hazırladığı doktara tezi aynı zamanda Karl Marx’ın sonraki yaşamına yön veren ve Kapital gibi bir eseri dünya halklarına sunmasına götüren bir mihenk taşıdır.
Karl Marx’ın geçmiş toplumsal yaşamı, kapitalizmi ve geleceği ortaya koyma çabalarına Friedrich Engels ‘Doğanın Diyalektiği’[75] üzerine yazdığı makaleler ile destek olurken; “Matematik ve doğabilimlerinde yenilenmeyi yaparken benim için söz konusu olan şey, doğada sayısız değişikliklerin karışıklığı arasından, tarihte yaşanmış olayların görünürdeki olumluluğunu düzenleyen şey hareket yasalarının, insan düşüncesi tarafından gerçekleştirilen evrim tarihinde iletken bir zincir oluşturarak yavaş yavaş düşünen insanların bilinç alanına giren yasaların aynı yasalar olduğu,” noktasına dikkat çekmiştir.
V. İ. Lenin, Ekim devrimi sürecinde ki önderliğini ve ortaya koyduğu devrim kuramını Marksizm’den hareketle oluşturmuştur. Lenin, kendiliğindenciliği kutsayan anlayışlara karşı çıkarken ideolojik, siyasal ve ekonomik mücadelelerde bütünselliği ortaya koydu. Toplumsal ve bu bağlamda tarihsel bütünün çözümlemesine dayanarak ve tarihsel bütünün somutlaştırılarak ele alınmasını proletaryanın kurtuluş yolu olarak belirledi.
Ekim Devrimi’yle müthiş bir sosyalist gelişme yaşandı ve XX. Yüzyıla damgasını vurdu. 72 gün sürmüş olan Paris Komünü deneyimi dışında pratik anlamda bir mirasa sahip olmayan Ekim Devrimi dünya tarihinde bir çığır açtı. İç savaş koşullarında, büyük saldırılar ve açlık dönemlerinin içinden geçen Ekim Devrimi, ekoloji sorunlarını başat sorun olarak ele alamadığı düşünülmektedir. Sosyalizme yönelik itirazlarını bu veri üzerine yerleştirenler, iktisadi, siyasal, toplumsal ilişkileri kökten değiştiren hangi toplumsal dönüşümün, hangi devrimin ve onun kaçınılmaz muarızı karşı-devrimin “ekolojik” olabileceğini göstermek zorundadır. Sovyet devrimi, milyonlarca yoksul ve aç insanın yaşamlarını iyileştirebilmek için NEP dönemi gibi geri adımlar atmak zorunda kalınan bir süreçte, sosyalist devrimi zafere ulaştırmak hedefine odaklanmış ve geçiş döneminde ortaya konan politikalar bir zorunluluğu eseri olmuştu.
Ve tüm bunlara rağmen toplu taşıma, merkezi ısıtma, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, tarımın modernize edilerek tarım arazilerindeki mülkiyeti ortadan kaldırıp ortak üretim süreçlerinin örülmesi sosyalist deneyimin bize bıraktığı en önemli miraslarken;[76] ekolojik tutumumuz Karl Marx ile Friedrich Engels felsefi yöntemi ile Ekim Devrimi’nin hemen ardından V. İ. Lenin’in çevre koruma kararnamesiyle özetlenebilir.
Ayrıca Ekim Devrimi ardından Halkın Eğitim Komiserliği’ne getirilen Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski’nin çevre bilincinin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve koruması konusundaki faaliyetlerini de tanığız. Eğitim Komiserliği, 1924’te kurulan Tüm Rusya Çevre Koruma Topluluğu ile birlikte ekolojik rezervlerin yaygın bir şekilde koruma altına alınmasını örgütleyecektir. Sovyet ekoloji hareketi kısa bir süre içinde Vladimir Vernadskiy ve Aleksandr Oparın gibi doğa bilimcilerin çalışmalarında kuramsal bir karşılık da bulacaktı.
Ve nihayet bir şey daha: John Bellamy Foster, “Bugün sosyalizme geçiş ile ekolojik bir topluma geçiş aynı şeydir,”[77] derken; sosyalizm şahsında, -Murray Bookchin’in, “İnsanın doğaya hükmetme fikri doğrudan doğruya insanın insana hükmetme olgusundan çıkar,” ifadesinden mülhem!- “İnsanlar doğaya müdahale etmeli mi etmemeli mi”yi değil; “İnsanlar doğaya nasıl, ne amaçlarla, hangi etik temellerde müdahale etmeliler”i tartışıp; Karl Marx’ın, insan(lık) ile doğayı birbirinin karşısında konumlandırmayıp, insanın gücünü ona doğanın bahsettiğine ifade ettiğini anımsamalıyız.
16 Aralık 2022 14:07:55, İstanbul.
N O T L A R
[*] Sosyo Ekolojik Bir Toplum İçin Ne Yapmalı?, İmge Kitabevi, 2024, 349 sayfa… içinde
[1] Chico Mendez.
[2] “İnsan Irkının Sonu Gelebilir: Sperm Sayısı Dünya Genelinde 50 Yılda Yarı Yarıya Azaldı”, 16 Kasım 2022… https://www.dokuz8haber.net/sperm-sayisi-dunya-genelinde-50-yilda-yari-yariya-azaldi
[3] Joe Kovel, Doğanın Düşmanı, Kapitalizmin Sonumu, Dünyanın Sonu mu?, Metis Yay., 2005.
[4] Michael Lowy, “Radikal Bir Alternatif Olarak Ekososyalizm”, 2 Haziran 2015… https://www.e-skop.com/skopbülten/radikal-bir-alternatif-olarak-ekososyalizm/2485
[5] Fikret Başkaya, “Fosil Kapitalizm veya Bir Dönemin Sonu”, Yeni Yaşam, 4 Ekim 2022, s.10.
[6] Özlem Yüzak, “Tüketin... Durup Düşünmeden Tüketin...”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2022, s.11.
[7] “Yaban Hayatı Popülasyonları 50 Yılda Yüzde 69 Oranında Azaldı”, 13 Ekim 2022… https://www.evrensel.net/haber/472144/yaban-hayati-populasyonlari-50-yilda-yuzde-69-oraninda-azaldi
[8] “Dünya Kaynaklarını Tükettik, Bundan Sonra Cepten Yiyeceğiz”, 28 Temmuz 2022… https://www.dokuz8haber.net/dunya-kaynaklarini-tukettik-bundan-sonra-cepten-yiyecegiz
[9] Fikret Başkaya, “… ‘İnsanlık’ Değil, Kapitalizm”, Yeni Yaşam, 26 Temmuz 2022, s.10.
[10] Tayfun Atay, “Ömrümüzün Son Demi, Son Baharıdır Artık!”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2016, s.2.
[11] Mizgin Tabu, “Su Hayattır, Kapitalist Düzen İçin ise Silahtır”, Gündem, 24 Mart 2015, s.16.
[12] “İnsan Akciğerinde Mikroplastiklere Rastlandı”, Sözcü, 7 Nisan 2022, s.20.
[13] “Plastik İnsan Kanına da Girdi”, Yeni Yaşam, 27 Mart 2022, s.12.
[14] M. Levent Artüz, “Plastik Poşet”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2022, s.2.
[15] “Okyanuslarda Balıktan Çok Plastik Olacak”, Karar, 21 Kasım 2022, s.16.
[16] “AB’nin Kirlilik Değeri DSÖ İçin Yetersiz”, Birgün, 29 Ekim 2022, s.3.
[17] Çağatay Güler, “Çevre Kirliliği Çocuk Hakları Sorunudur”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2022, s.2.
[18] “Kirlilik Yine Can Alıyor”, Birgün, 19 Mayıs 2022, s.13.
[19] “Akdeniz Ölüyor: Deniz Isısı 5 Derece Arttı”, Yeni Yaşam, 20 Ağustos 2022, s.12.
[20] Shriya Singh, “Pakistan’da İklim Krizi Derinleşiyor”, Birgün, 4 Temmuz 2022, s.10.
[21] Bayazıt İlhan, “Lancet Raporu Işığında İklim Krizi”, Birgün, 28 Ekim 2022, s.6.
[22] “Küresel Isınma Beynimizi Yaktı!”, Evrensel, 11 Ekim 2022, s.12.
[23] Abdullah Aysu, “İhtimali Güzel Sorular”, Yeni Yaşam, 12 Aralık 2018, s.4.
[24] “2021’de ‘Doğal Afetler’le 1.3 Milyon Kişi Göç Etti”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2021, s.7.
[25] Background Note on Cyanide in Gold Mining, Avrupa Parlamentosu, Çevre, Kamu sağlığı ve Beslenme Güvenliği Komitesi Sekreterliği, 5 Eylül, 2013.
[26] Ülkün Tansel, “Altın, Kaz Dağları ve İnsan”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2019, s.2.
[27] “ABD’den ‘Küresel İklim Krizi’ Uyası: Daha Kötü Sonuçlar Ortaya Çıkacak”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2022… https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/abdden-kuresel-iklim-krizi-uyasi-daha-kotu-sonuclar-ortaya-cikacak-1996922
[28] Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, çev: Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., 1995, s.107.
[29] Gamze Sural, “Bencil İnsandan Bir ‘Çevre Beni’ Doğar mı?”, İnsancıl Dergisi, Yıl:30, No:375, Ekim 2021, s.16-19.
[30] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi-Materyalizm ve Doğa, çev: Ercüment Özkaya, Epos Yay., 2001, s.111.
[31] yage, s.113.
[32] Michel de Montaigne, Denemeler, çev: Sabahattin Eyuboğlu, Cem Yay., 1997.
[33] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm- Gerici Bir Felsefe Üzerine Eleştirel Notlar, çev. Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.179.
[34] yage, s.307.
[35] Frédéric Gros, Yürümenin Felsefesi, çev: Albina Ulutaşlı, Kolektif Kitap, 2017, s.80.
[36] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çev: Orhan Koçak, Metis Yay., 1986, s.238.
[37] John Bellamy Foster, “Ekoloji Bu Sistemin İçinde Kurtarılamaz”, 25 Eylül 2010… https://bianet.org/biamag/dunya/125034-ekoloji-bu-sistemin-icinde-kurtarilamaz
[38] Karl Marx, The Poverty of Philosophy (New York: International Publishers, 1963), 146; Early Writings (New York: Vintage, 1974), p.348, 353.
[39] Friedrich Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü”, Doğanın Diyalektiği içinde, çev: Arif Gelen, Sol Yay., 1970.
[40] Karl Marx, 1844 Elyazmaları- Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.139.
[41] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.
[42] Karl Marx, Capital: Volume Three (Progress Publishers, 1978), s.776.
[43] Cenk Kaplancan, “Termik Santraller Kader mi?”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2020, s.2.
[44] Ayşe Emel Mesci, “Farklı Açılardan Doğa-İnsan İlişkisi”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2020, s.13.
[45] Orhan Bursalı, “İnsanlığın Doğayla Derdi Ne?”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2022, s.6.
[46] Ayça Ceylan, “İklim Krizi Siyasetin Merkezinde”, Cumhuriyet Pazar, 30 Ekim 2022, s.2.
[47] Murat Bakan, “İklim Krizi ve COP27”, Birgün, 14 Kasım 2022, s.13.
[48] Murat Belge, “Sosyalizm ve Ekoloji”, 23 Ağustos 2021… https://birikimdergisi.com/haftalık/10701/sosyalizm-ve-ekoloji
[49] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.70.
[50] yage, s.69.
[51] Karl Marx, Early Writings (New York: Vintage, 1974), 328. Paul Burkett, Marx and Nature (New York: St. Martin’s Press, 1999); John Bellamy Foster, Marx’s Ecology (New York: Monthly Review Press, 2000); Paul Burkett and John Bellamy Foster, “Metabolism, Energy, and Entropy in Marx’s Critique of Political Economy,” Theory & Society 35 (2006): 109-56. Marx and Engels, MEGA İV, 31 (Amsterdam: Akadamie Verlag, 1999), 512-15.
[52] Karl Marx, Capital, vol. 3 (New York: Vintage, 1981), 911.
[53] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi-Materyalizm ve Doğa, çev: Ercüment Özkaya, Epos Yay., 2001, s.111
[54] Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993.
[55] John Bellamy, Marx’ın Ekolojisi-Materyalizm ve Doğa, çev: Ercümet Özkaya. Epos Yay., 2001, s.222.
[56] https://taz.de/Debatte-ueber-gruenen-Lobbyismus/!5830899/
[57] Ezgi Güneytepe, “Sermaye Yanlısı Ekolojik Hareketler ve Yeşiller!”, Birgün, 16 Temmuz 2022, s.13.
[58] “Yeşiller İktidara Doğru: Ne Kadar Yük Atarsan O Kadar Yükselirsin”, Evrensel, 13 Haziran 2021, s.10.
[59] Bkz: Alan Durning, Ne Kadar Yeterli?-Tüketim Toplumu ve Dünyanın Geleceği, çev: Sinem Çağlayan, Tübitak Yay., 1998; Joel Kovel, Doğanın Düşmanı, çev: Gürol Koca, Metis Yay., 2005; Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji - Yönelim Bozuklukları Arayışlar, çev: Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., 1993; Rudolf Bahro, Nasıl Sosyalizm, Hangi Yeşil, Niçin Tinsellik?, çev: Tanıl Bora, Ayrıntı Yay., 1989; Murray Bookchin, Toplumsal Ekolojinin Felsefesi-Diyalektik Doğalcılık Üzerine Denemeler, çev: Rahmi G. Öğdül, Kabalcı Yay., 1996; Hervé Kempf, Zenginler Dünyamızı Nasıl Mahvediyor?, çev: İsmail Kılınç, Epos Yay., 2010; Michael Lowy, Ekososyalizm, çev: Hande Turan Abadan, Epos Yay., 2014.
[60] Mesut Yıldız, “Ekososyalizm ya da Kapitalizmden Gerçek Ekolojik Çıkış”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:818, 13 Kasım 2022, s.7.
[61] Gökay Başcan, “Krizin Çözümü Ekososyalistlerde”, Birgün, 30 Ekim 2022, s.10.
[62] M. Löwy, Ekososyalizm: Kapitalist Ekolojik Felakete Radikal Bir Alternatif, çev: Hande Turan Abadan, Epos Yay., 2014, s.25.
[63] N. Toygar Ateş, “Anti-Kapitalist Ekoloji: Romantizm ve Ekososyalizm”, 12 Eylül 2021… https://thepentacle.org/2021/09/12/anti-kapitalist-ekoloji-romantizm-ve-ekososyalizm/
[64] İbrahim Erkol, “Eko-Sosyalizm, Ulusal Kurtuluş ve Halkın Yeşil Düzeni: Max Ajl ile Söyleşi”, 15 Şubat 2022… https://polenekoloji.org/max-ajlla-söyleşi/
[65] Stefo Benlisoy, “Ekolojik Bir Sosyalizm İçin…”, 16 Temmuz 2010… https://yeniyol1.org/ekolojik-bir-sosyalizm-için/
[66] Michael Lowy, “Radikal Bir Alternatif Olarak Ekososyalizm”, 2 Haziran 2015… https://www.e-skop.com/skopbülten/radikal-bir-alternatif-olarak-ekososyalizm/2485
[67] Aykut Çoban, “Ekolojik Marksizm ve Ekososyalizm Yaklaşımları”, 14 Ağustos 2021... https://polenekoloji.org/ekolojik-marksizm-ve-ekososyalizm-yaklaşımları/
[68] Jean-Jacques Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, çev: Rasih Nuri İleri, Say Yay., 1986.
[69] Fuat Filizer, “Bazı Ekososyalist Anlayışların Marksist Eleştirisi”, 24 Eylül 2022… https://polenekoloji.org/bazi-ekososyalist-anlayislarin-marksist-elestirisi/
[70] Nadiye Gürbüz, “Cemil Aksu: Ekolojik Yıkım Kapitalizme Karşı Mücadeleyle Durdurulabilir”, Atılım, Yıl:2, No: 64, 27 Mayıs 2022, s.20-21.
[71] Beyza Üstün, “Sistem İçine Hızla Çeker”, Yeni Yaşam, 1 Ekim 2021, s.16.
[72] Ulaş Bager Aldemir, “Franco Bifo Berardi: Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!”, Birgün Pazar, No:795, 5 Haziran 2022, s.3.
[73] Oktay Baran, “İklim Krizi ve Kapitalizm”, 4 Ekim 2019… https://marksist.net/oktay-baran/iklim-krizi-ve-kapitalizm
[74] Fevzi Özlüer, “Ekolojik Kriz ve Zamana El Koyarak Birikim”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:818, 13 Kasım 2022, s.8.
[75] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, çev: Arif Gelen, Sol Yay., 1970.
[76] Yusuf Gürsucu, “Ekim Devrimi ve Ekolojik Paradigma!”, Yeni Yaşam, 4 Mayıs 2022, s.12.
[77] John Bellamy Foster, “Ekoloji ve Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş”… https://sendika.org/2010/02/ekoloji-ve-kapitalizmden-sosyalizme-geçiş-john-bellamy-foster-40436/) Ayrıca bkz: John Bellamy Foster, Marksist Ekoloji, çev: Şahan Yatarkalkmaz, Kalkedon Yay., 2012; John Bellamy Foster, Doğanın Dönüşü: Ekolojinin Uzun Bir Tarihi: Sosyalizm ve Ekoloji: Cilt 1, çev: İdem Erman, Kalkedon Yay., 2021; John Bellamy Foster, Doğanın Dönüşü: Ekolojinin Uzun Bir Tarihi: Sosyalizm ve Ekoloji: Cilt 2, çev: İdem Erman, Kalkedon Yay., 2022.