Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin ve Gever / Yüksekova'da direniş 65. gününü geride bıraktı. Bu sırada, Genel Kurmay bir açıklama yaparak,”düşük yoğunluklu bir savaş” yürütüldüğünü resmen ilan etti.
İddia edildiği gibi Kürdistan da yürütülen bu savaş "düşük yoğunluklu“ değil, devletin topyekün bir askeri seferberliği olarak değerlendirilmelidir. Kürt demokratik siyasi hareketi tercihini “Ayrılma hakkını“ kullanmaktan yana değil, ortak yaşamdan yana, ortak bir iradeyi kamuoyuna duyurdu. Kürt halkına karşı yürütülen bu savaş, aynı zamanda Türkiye halklarına karşı yürütülen bir savaş olarak görülmelidir.
Geliştirilen yeni yöntemler tam bir kirli savaş yöntemidir. Kısa bir süre sonra bir iç savaşa dönüşme potansiyelini içinde barındırdığı gibi bu savaşın ülke geneline yayılmasında Genel Kurmay , Erdoğan ve Davutoğlu sorumlu olacaktır. KCK'nın yaptığı açıklamalarda anladığımız kadarıyla, Kürt yurtsever demokratik hareketi, özgürlük mücadelesini direniş temelinde geliştirerek, tüm baskı ve saldırılara karşı kararlığını direnişden yana vurgulamıştır.
Bu direniş sürecinde kayıplar yaşansa da, direnişin yükseltildiği il ve ilçelerde ikamet eden halk kitlesel olarak göçe zorlansa da, Kürt halkının statü elde etme mücadelesi, yıllardır süren askeri işgal plan ve programlar ile kırılması ve geri adım attırması bir olasılık dahilinde gözükmüyor.
Tank, topla oluşturulan abluka ve kuşatmaya rağmen direniş sürmektedir. Askeri zor ile boyunduruğu altına almaya çalışılan Kürt halkı üzerinde, ulusal baskıyı her düzeyde şiddetlendirerek ve beyaz terörü yoğunlaştırarak, halkı gericiliğe mahkum etmek, demokratik hak ve özgürlükleri rafa kaldırmak, ekonomik, sosyal ve kültürel talepleri şantaja dönüştürmek, ancak burjuva zihniyetinde mevcuttur ve kendisini çok çarpıcı bir biçimde dışa vurmaktadır.
Direnişin yükseldiği Kürdistan'ın il ve ilçelerinde kimi esnaf ve sanaycileri toplayarak ne isterseniz, istekleriniz yerine getireceğiz, sizler de barikatlara, hendeklere vs. karşı tavır alıp, bizimle hareket etmelisiniz”denilmektedir. Birbiriyle çıkar temelinde çok yakın bir ilişki içinde olan bu kesimler, bireysel çıkarlarını korumak için işbirlikçiliğe yatkın oldukları için yürüttükleri bu kirli savaş ile kendilerine bağlamaları için mevcut konjuktürü firsata dönüştürmek istemektedirler.
Direnişle büyüyen umudu kırmak, geleceğin örgütlenmesini hatta yaşamı yeniden inşa etme sürecinde mevcut birlikteliği dağıtmayı ve etkisizleştirmeyi amaçlamaktadırlar. Baskı altına alınan, sadırıya uğrayan ve demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilen emekçilerin, işçilerin ve yoksulların devrimci-demokratik güçleri, Kürdistan da yükselen direnişe karşı atıl bir pozisiyona düşmemeleri, özerklik, özyönetim vs. çok erken ilan edildi denilerek, Erdoğan AKP iktidarını, TSK öncülüğünde Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş ve saldırılara karşı egemen zihniyete güç verecek söylemlerden imtina etmeleri, milliyetçi, sosyal şoven yaklaşımlardan uzak durmalarını önemle vurgulamak lazım.
Devlet güçleri, kent ve ilçeleri kuşatmaya alarak çocukların, kadınların ve yaşlı sivil insanların katledilmesini, yaşam hakkını ihlal etmesini, temel insan hak ve özgürlüklerin gasp edilmesini, sokak ortasında katledilenlerin cenazelerinin kaldırıp defnedilmesinin engellenmesi karşısında, “Asil olan yaşamdır” diyebildiğimiz anda itibaren, yaşamı ne pahasına olursa olsun savunabilmektir. Yaşamı ve yaşam hakkını savunmaksızın, Kürt halkına geliştirilen bu hunharca saldırılar karşısında, halkların kardeşliğinden nasıl söz edebiliriz.
Devlet geçmişte olduğu gibi bugün de halkın kendisini yönetmesine, yaşam tercihlerini kendisinin belirlemesine karşı olduğu için halkın söz sahibi olduğu bir yönetime kavuşmasını baskılar ile engellemektedir. Erdoğan ve Davutoğlu, MGK toplantılarında aldığı bir dizi kararlar ile özerklik önermesini ve düşüncesini siyasi bir model olarak kamuoyuna ulaşmasını ve tartışılmasını engellemek istediği çok açıktır.
Kamu düzenini tesis etme adı altında, HDP'nin yüzde seksenlerin üzerinde oy aldığı ilçelerde, sokağa çıkma yasakları ilan ederek, l2 Eylül askeri cuntası döneminde bile görülmemiş yoğunlukta, halka karşı bir baskı ve terör uyguluyor. TSK'nin en elit ve en profesyonel birliklerini Kürdistan'a sevk ederek, Kürt il ve ilçelerini işgal etmiştir. Ve Kürt halkı düşmanca bir muameleye tabii tululmaktadır.
Yakın zamana kadar suç olmayan bir çok şey suç kategorisine girdi. Barış istemek, barıştan bahsetmek, neredeyse suç ile özdeş görülmeye başlandı. Bir bildiri yayınlayarak, barış talep eden akademiseyenleri tehdit ve hakaret eden Erdoğan, hızını alamyıp, bilim adamlarını “ sözde aydın” ve “ karanlık insanlar “ olarak ilan etti. Tayyip Erdoğan, hiç şüphe yok ki, Kürt halkına karşı ardı arkası gelmeyen planlı represif baskıları uygulamaya sokuyor ve Kürt yerleşim alanlarını boşaltarak, yeni rant alanları yaratmak istiyor.
Tayyip Erdoğan içte işbirlikçi tekelci burjuvazi ile kurduğu zımmi birlkteliği, Cemaat ile oluşturduğu ittifakla hırpaladığı Orduyu tekrar Kürdistan da savaşa sürdüğü bir süreçte, dışarda müttefiklerinden (ABD, AB vs.) aldığı destekle despotik rejimini her alanda inşa ediyor. Akademisiyenler yayınladıkları bildiride, “Barış istiyoruz, bu suça ortak olmayacağız” demiş olmaları, Tayyip'in histerik tepkisiyle adeta bir suçlunun refleksiyle konuşuyor olması, aslında hazırlanan kanlı tezgahın akademisiyenler tarafından deşifre edilmesi, Tayyib'i oldukça rahatsız ediyor ve savcıları, YÖK'ü vs. göreve çağırıyor.
Tayyip, benzer tepkisini, MİT TIR'ları ile Suriye'ye gönderilen silahların ve askeri mühümmatın, Cumhuriyet gazetesi tarafından kamuoyunun bilgisine sunulması sırasında da aynı tepkiyi göstermiş, gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül bu tepkinin ardından göstermelik bir duruşma ile tutuklanmışlardı. Havuz medya-sının kimi meslek ahlaki ile bağdaşmayan lümpen tetikçileri, Tayyip'in tehditlerinin akabinde, masabaşı infazcılara dönüştüler.
Gerçi Erdoğan, AKP-Ordu ile kurduğu ittifak ile resmen Vlad Tepes (1) pratiklerine geri dönmüş olsa da, aslında Erdoğan ve Davutoğlu, Jitem, Kontragerilla pratiklerini devraldı. Bu komuoyunda teşhir olmuş, eli kanlı caniler ile ortak bir plan ve program dahilinde hareket eden Tayyip, yeni katliamlara onay verdiğini gizleme gereği dahi duymadan, çok aleni bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunuyor.Tayyip bimiyor ki, bilim itaatsizdir, görevi ise uyarmak ve yol göstermektir. Tayyip, bugün bu yanlışlarda ısrar ederse, toplumun tüm demokratik dinamiklerini baskı altına alınması, gelecekte yalın gerçekler ile karşılaştığında hiç bir pişmanlık bir işe yaramayacaktır. Zira daha şimdiden, kendi cenahında cılız da olsa bir takım itirazlarla karşı karşıya kaldığını görüyoruz.
Güney'in bu durumda sessiz kalması hatta Erdoğan ve AKP ile birlikte aynı Cephe'de yer alması, inovatif ve progresif güçlerden dışlanmasını hızlandırıyor. Çünkü, Barzani'nin Güney'de oluşturduğu iktidar gün geçtikçe güç kaybediyor, iktidarının zemini zayıfladıkça, Barzani bağımsızlığını ilan etmeyi yeniden hatırlıyor. Kuzey de , Erdoğan ve Davutoğlu'nun yürüttüğü savaş karşısında sessiz kalan kalan Barzani, topraklarının uzun süreden bu yana havadan bomlanmasına tepki göstermemesi, Güney halkını bir müddet daha bir bekleyiş içinde tutmaya, sahte umutlar yaratmaya çalışıyor.
Bu durumun yarattığı vehametini göremeyen kimi aklı eveller çok ajitatif bir dille PKK'nin KDP ile birlikteliğinden dem vursalar da, Kuzey'in demokratik ve özgürlük hareketini KDP'nin peşine takmaya arzulamaları, Kürt halkına karşı yürütülen imha savaşı karşısında da, destek alma anlamında gösterdikleri adreste, CDU, SPD, FDP ve Yeşiller oluyor. Bu partiler ve güçler ise Türkiye de Kürt halkına karşı girişilen hunharca infazlar sırasında duyarsız kalıyor ve kılını dahi kıpırdatmıyorlar. Tayyip, Davutoğlu ve AKP, NATO pozisiyonuna yaklaştıkça, ABD den zaman zaman yapılan eleştiri ve tepkilere rağmen jestlerde gelmiyor değil.
Bu yüzden, Avrupa Birliği, Türkiye için saglam ve güvenilir bir liman olma özelliğini hala korumakla birlikte her ne kadar Tayyip, Katar, Suudi Arabistan vs. iş tutmaya çalışsa da Rus uçağının, Türkiye savaş uçakları tarafından düşürülmesi sırasında, alel acele NATO'yu acil bir toplantıyı davet etmesi, NATO'yu bir sığınak gibi görüyor.
(1) Osmanlı İmparatorluğu'nun Romanya işgali sırasında, Osmanlılardan öğrendiği en iğrenç işkence yöntemlerini, Osmalılara uygulamakta ün salmış bir Prens. Tutukladıklarına en fazla uyguladığı işkence yöntemi ise kazığa oturtmadır.